Kamudanhaber- Özel haber

Memur Sendikaları Daha Ne Yapsınlar?

6. Dönem Toplu Sözleşme Görüşmeleri hükûmet kanadı ile sendikalar arasında devam ediyor. Hükûmetin getirdiği teklifi beğenmeyen memur konfederasyonları 81 ilde basın açıklamalarından, ”Bazı illerden, Ankara’ya yürüyüşe kadar“ çeşitli eylem pratikleri sergiliyorlar. Ancak sendikaların geliştirdikleri eylem pratikleri ya şova dönük ve içerik yoksunu ya da sonuca gitmekten fersah fersah uzakta. Memur konfederasyonları, Toplu Sözleşme Görüşmelerinde şimdiye kadar sadra şifa olabilecek, sonuca gidebilecek, etkili bir eylem pratiği ortaya koyamadılar. Doğal olarak, konfederasyonların eylem genişliği/derinliği daha çok kendi teşkilat mensuplarıyla sınırlı kaldı. Sendikalardaki profesyonelleşme sonrası sendika eylemlerine katılım daha da azaldı. Kamu çalışanlarının memur sendikalarından maaş zamları konusunda bir beklentisi de kalmadı. Sendikaların tavrı; hükûmetin ekonomik politikaları karşısında kamuoyunun gazını alıp toplumsal rıza üretmek gibi hoş olmayan bir boyutta kaldı. Adeta ekonomik zorluklar karşısında kamuoyunu konsolide etme görevi üstlenmiş bir görüntü sergilendi. Bunun karşılığında da devlet destekli sendika aidat ödemeleriyle oluşan devasa bütçede konformizme saplanmış bir sendikal mücadele perspektif ile karşı karşıya kaldık. Konformizm bataklığına saplanarak tabandan tamamen kopan sendikacıların koltukta kalmaca oyununun ritüellerini izliyoruz, habire…

Yetkili konfederasyon Memur-Sen’in “açlık-yoksulluk” araştırmasına göre: Türkiye’deki 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 2.851,7 TL, yoksulluk sınırının ise 8.135,9 TL olarak belirlenmesinin üzerinden henüz iki hafta geçti. Bu rakamlar dikkate alındığında, Memur-Sen’in hükûmetten talep ettiği: “1 Ocak 2022’den geçerli olmak üzere %21, 1 Ocak 2023’den geçerli olmak üzere %17 zamma ilave olarak, iki yıl için toplamda %6 refah payı ve 5. Dönem Toplu Sözleşmenin zararlarının tazmini için 600 TL seyyanen zam” teklifi kabul edilse dahi; memur 2022 yılı itibarıyla yoksulluk sınırı altında kalacaktır.

Kurumsallaşma adına profesyonelleşen, yapılan tüzük değişikliğiyle alınan astronomik maaşlarla gelir durumu artan sağ sendikacılar, toplumdan koptular. Sol sendikacılar; sendikalarından, kamudaki görevlerinden aldıkları maaş kadar maaş almakla yetinirlerken, sağ sendika yöneticileri bununla yetinmediler. Kendilerine daha fazlasını hak gördüler. Profesyonel sağ sendikacılar; piyasa şartlarında sahip oldukları niteliklerine göre yanından bile geçemeyecekleri astronomik maaşlar almaya başladılar. Bununla da yetinmediler, belirli bir limiti olmayan temsil/ağırlama giderleri, huzur hakkı adı altında alınan paralarla refaha kavuştular. Sendikacılık, artık bir zenginleşme sebebi/alanı haline geldi. Sendikalar, her ay düzenli olarak yayınladıkları; “açlık-yoksulluk” araştırmalarıyla temsil ettikleri memurların açlık ve yoksulluk sınırı arasındaki geçinememe durumlarının istatistiğini raporladılar. Ama kendi “tokluk sınırlarını” bir türlü açıklayamadılar. Kamuoyunun bütün ısrarlarına rağmen, sendika genel başkan ve şube başkanı maaşları devlet sırrı gibi gizlendi. Dört kişilik bir memur ailesinin 8 Bin 135 TL, 90 Kuruş’un altında yoksul sayılacağını, 2 Bin 851 TL, 70 Kuruş’un altında da aç kalacağını bütün Türkiye her ay öğrendi, düzenli olarak… Ama dört kişilik bir sendikacı ailesinin kaç bin TL’ye doyacağını henüz öğrenemedi.

Sendikalar memurlar için çaba göstermedi demek de haksızlık olur. Memurları yoksulluk sınırından kurtarmak için Toplu Sözleşme Masasında ayağa kalktılar. “Hükûmetin teklifi kalemin mürekkebini doldurmuyor” diyerek kaleme mürekkep doldurulmasını istediler. Ama hükûmet anlamadı ne demek istediklerini... Çalışma Bakanlığı önüne içi boşaltılmış cüzdanlarını fırlattılar. Öznesi hükûmet/siyasi irade olmayan cümlelerle de olsa kamu işveren heyetine karşı afilli sloganlar attılar. ” Ver” diyemeseler de “verilsin” dediler. Efendiliklerinden taviz vermediler: “-meli dediler, -malı dediler” ama yine de bir türlü anlaşılmadılar. Başlarına bir şey gelmesin korkusuyla gizli özneyle kurulan cümlelerin,  edilgen belirtili nesnesi olmaya bile razı oldular, yaranamadılar. Hizmetleri aksatmamak/hızlandırmak adına bindikleri lüks araçlardan dolayı konformist olmakla bile suçlandılar. Zararsız doğruları uygun zamanlarda, tayin edilmiş frekanslarda söylemeleri bile suç sayıldı. İtibardan tasarruf edilmeyen sendika binaları için bile lale devrini yaşamakla suçlandılar. İki tanıdıklarına referans oldukları için nepotizmle suçlandılar. İçlerinde koşan alaca atlar vurulsa da zamansız, mekânsız nefeslere doğru yol almaya devam ettiler.

Mesai saati dışında da olsa meydanlara çıktılar, sıkılı yumruklarla boğazları yırtınırcasına sloganlar attılar.

Daha ne yapsınlar?

Ahmet Devrim Kaya