TBMM (AA) - TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Gazi Üniversitesi Rektörlüğü tarafından Meclis'in açılışının 100. yılı anısına düzenlenen 12. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu'nun açılışına Zoom üzerinden video konferans yöntemiyle katıldı.

Konuşmasına, sempozyumun başarılı geçmesini dileyerek başlayan Şentop, "Milletlerin en önemli ortak paydaları dilleridir. Millet olmanın ilk şartı ortak dildir. Bayrak, hürriyet ve bağımsızlığımızı simgeler. Dil ise kimliğimizi, mensubiyetimizi belirler. Birliğimizin, kardeşliğimizin çimentosu, kültürümüzün, medeniyetimizin taşıyıcı kolonudur, dil. Dilimiz, Orta Asya'dan bugüne bugünden de geleceğe akan güçlü bir nehirdir." diye konuştu.

Türkçe'nin en eski kaynaklarının Orhun Yazıtları olduğuna işaret eden Şentop, Türkçenin tarihi hakkında fikir edinilen, ulaşılabilen ilk yerin bu anıtlar olduğunu söyledi.

Şentop, 11, 12, 13'üncü yüzyılların doğudan batıya doğru akılan yüzyıllar olduğunu belirterek, bu yüzyılların aynı zamanda Türk dilinin de en verimleri yüzyılları olduğunu dile getirdi.

Çin tesirinden uzaklaşıp, Fars ve Arap dillerinin katkılarıyla maruz kalınan bu yüzyıllarda Kaşgarlı Mahmut ve Yusuf Has Hacib'in Türkçeye dair ilk çalışmaları ortaya koyduklarını hatırlatan Şentop, 12'inci yüzyılda Hoca Ahmet Yesevi, 13'üncü yüzyılda Hacı Bayram Veli gibi erenlerin, hikmetli sözlerini Türkçe söyleyerek dilin gelişmesine katkıda bulunduklarını anlattı.

Yunus Emre'nin ise Türkçeyi güzelleştirerek, duru ve yalın mısralarıyla Türkçeye büyük zenginlikler kattığını vurgulayan Şentop, Türkçe'nin, ilk büyük devrimini 13'üncü yüzyılın sonunda geçirdiğini belirtti.

Karamanoğlu Mehmet Bey'in 1277 yılında Türkçeyi resmi dil olarak ilan etmesi, Türkçe açısından bir dönüm noktası sayılabileceğine dikkati çeken Şentop, Karamanoğlu Mehmet Bey ve Türkçeyi yaymak, yaşatmak ihtimamını gösteren herkesi minnet ve şükranla andığını ifade etti.

"Türkçemiz, ebediyete kadar yaşayacaktır"

Dilin canlı bir varlık olduğunun altını çizen Şentop, "Ülkeler, toplumlar gibi oluşur, gelişir, değişim geçirir. Varlığını koruyup koruyamayacağı ise onu yaşatma konusunda gösterilen özen, ihtimama, dikkate bağlıdır. Tarih boyunca 30 bin dilin yeryüzünde oluştuğu ileri sürülmektedir. Bunların 25 bini, tıpkı diğer canlılar gibi ölüp, yok olmuşlar, gitmişlerdir." ifadelerini kullandı.

Şu anda 5 bin dilin konuşulduğunun bilindiğini ancak sürece bağlı olarak bu dillerin de önemli bir bölümünün yok olabileceğine işaret eden Şentop, "Bizim gayretimiz, temennimiz, Türkçemizi ebediyete kadar yaşatmak ve yaymak içindir. Bir dili etkin, faal, verimli bir şekilde kullanırsak onu yaşatabiliriz. Aksi takdirde buzulların eriyip, yok olması gibi kelime, kelime eksilir ve yok olup gider. Bazı dillerin yok olmasının sebebi o dilin yazı dilinin olmayışı ve o dilin kuşaklara aktarılmamasıdır. Türkçe böyle bir tehdit ve tehlike söz konusu değil. İnşallah milletimizle birlikte Türkçemiz de ebediyete kadar yaşayacaktır." değerlendirmesinde bulundu.

Türkçenin ne kadar Türkçe olarak kalacağı konusunun Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimiyle birlikte tartışılmaya başlandığını aktaran Şentop, Fransız İhtilali'nin de Sanayi Devrimi'nin de ülkeleri, milletleri siyasi, sosyal ve kültürel açıdan etkilediğini söyledi.

Kutuplardan kopan buz dağının okyanusta dalgalarla sürüklenmesi gibi, dilin de yeni süreçten nasıl etkileneceğinin tartışma konusu olduğunu ifade eden Şentop, Şemsettin Sami, Ahmet Vefik Paşa, Şinasi, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp ve Ali Canip gibi aydınların dil tartışmaları yapmış, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu tartışmaları da miras aldığını belirtti.

"Kültür ve medeniyetin sınırları, siyasi sınırlarımızdan çok daha geniştir"

Türkçenin konuşulmasının, tartışılmasının yerinde ve gerekli olduğunu vurgulayan Şentop, "Çünkü bir insanın dili, kimliğidir, kişiliğidir. Nasıl konuşuyorsanız, öylesinizdir. Dilimiz, zihnimizin, gönlümüzün tercümanıdır. Kelimeler sadece düşünceleri aktarmaz. Hisleri, inançları da aktarır. Kendi şifreleri vardır. Kendimizi hangi millete ait hissediyorsak, mesafesini dilimiz ayarlar. O sebeple kültür ve medeniyetin sınırları, siyasi sınırlarımızdan çok daha geniştir." dedi.

Soğuk Savaş dönemi sona erdiğinde Türkiye'de, "Sadece Türkçe konuşarak Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar gezebilirsiniz." cümlesinin sloganlaştırıldığını aktaran Şentop, bunun sebebinin Balkanlardan Türkistan'a kadar uzanan engin coğrafyada Türklerin bulunuşu olduğunu dile getirdi.

"Dilin sınırları, siyasi egemenliğimizin sınırlarını aşar"

Dilin hava, su gibi olduğunun altını çizen Şentop şöyle devam etti:

"Onu bir havzada tutamazsınız. Dilin sınırları, siyasi egemenliğimizin sınırlarını aşar. O sebeple gönül coğrafyamızın hudutları çok geniştir. Bugün en çok konuşulan diller sıralandığı zaman Çince, İngilizce, İspanyolca, Hintçe, Arapça, Malayca en başta gelmektedir. Çin'in nüfusu kalabalık. Çince'nin en başta olması normal karşılanmalıdır. Ancak İngilizce öğrenilen bir dil olması sebebiyle ikinci sırada bulunması ilginçtir. Bugün 1 milyar 200 milyon insanın İngilizce konuştuğu ya da bildiği tespit edilmiş. Fakat ana dili olarak sorulduğunda sadece 370 milyon kişi ana dilinin İngilizce olduğunu ifade etmektedir. Aynı durum İspanyollar, Fransızlar için de geçerlidir. Fransa, 70 milyonluk bir ülkedir. Ama dünyada Fransızca konuşan ülke sayısı 28, bunların 13'ü Afrika ülkesi, Fransızca konuşan kişi sayısı ise 300 milyona yakındır. Fransa, Frankofon ailesini sömürgecilikle kurmuştur. Sonra bu aileyi askeri, ekonomik ve kültürel yollarla bir arada tuttu."

Adriyatik'ten Çin Seddine kadar uzanan büyük bir Türkçe ailesinin varlığına işaret eden Şentop, bu ailenin hem iç bütünlüğünü sağlaması hem de dışarı doğru yaygınlaşması gerektiğini söyledi.

Bu yıl 12'ncisi yapılan Dünya Dili Türkçe sempozyumunun bir amacının da Türkçe ailesinin iç uyumunu sağlayıp, dışa doğru yaygınlaştırmanın yöntem ve imkanlarını konuşmak olduğuna dikkati çeken Şentop, söyleneceklerin önemli bölümünün Türkçe'nin yarınına ayrılmasının önemine işaret etti.

"İletişim, etkileşim yöntemleri değişti"

"Türkçe'nin yarını nasıl olacak?", "Türkçe yarın ne kadar Türkçe olacak?" konularının ülkeyi ilgilendiren bir konu olduğunun altını çizen Şentop, Türk Dil Kurumunun, Türkçe konusunda çalışma yapmakla görevlendirilmiş bir kurum olduğunu belirtti.

Türkçe konusunun Türk Dil Kurumunun tek başına altından kalkacağı bir konu olmadığını vurgulayan Şentop, "Çağ değişti. İletişim, etkileşim yöntemleri değişti. Buyurganlık dönemleri, tek merkezden kültürel konuları yönetme dönemleri geçmişte kaldı. İletişim, etkileşim çağındayız." diye konuştu.

İnternet öncesinde toplumlar arasında etkileşimin sınırlı, milletler arası sosyal, kültürel paylaşımın kısıtlı olduğunu, gümrük duvarlarıyla her şeyi kontrol etmenin mümkün olduğunu ifade eden Şentop, insanlığın, tarihinin en önemli değişimlerinden birini internet çağıyla yaşadığını anlattı.

Bu sürecin, bireysel ve toplumsal anlamda iletişim ve etkileşimin hızını yüzlerce kat artırdığına dikkati çeken Mustafa Şentop, "Virüs salgını gibi küresel ölçekte gönüllü bir paylaşım sürecine girildi. Sahiciliğin yerini sanal gerçekliğin aldığı bu süreçte zaman, mekan, mesafe kavramları izafileşti. Bu durum bilgi ve teknoloji üretenleri diğerlerine göre daha avantajlı hale getirdi. Artık milyonlarca kişi bilgi ve teknoloji üreten ülkelere, şirketlere ait sosyal iletişim ağlarında geziniyor. Faydalanmayı bilenler için sınırsız bir imkan. Eğer doğru kullanabilirsek Türkçemiz açısından da bunu bir fırsata dönüştürebiliriz." değerlendirmesinde bulundu.

Bu ortamın, Merhum İsmail Gaspıralı'nın "Dilde, fikirde, işte birlik" dileğinin gerçek olması için uygun bir mekan olduğunu belirten Şentop, "Yıllardır hasretini çektiğimiz dil birliğini tesis etmek için çok uygun bir ortam. Bu imkanı iyi değerlendirmemiz gerekmektedir." ifadelerini kullandı.

"Sosyal ve kültürel etkileşim en fazla yerel ve milli olanı etkiliyor"

Bilgi ve iletişim çağının insanlığı başka bir yöne doğru götürdüğünün altını çizen Şentop, sosyal ve kültürel etkileşim en fazla yerel ve milli olanı etkilediğini söyledi.

Hızlı etkileşim sürecinden nasıl bir kültürel harmoni çıkacağını gelecek zamanda görüleceğini vurgulayan Şentop, "Sosyal iletişim ağlarının tetiklediği bu süreci yavaşlatan en büyük etken dil farklılığı idi. Bir dil ve alfabe farklılığı sosyal etkileşimi kısmen lokal, mahalli hale getiriyordu. İnternet çağını başlatanlar bu soruna da çözüm geliştirdiler, geliştirmeye devam ediyor." diye konuştu.

Arama motoru Google'ın artık bir program havuzuna dönüştüğünü ve sanal iletişimde dil farklılığını ortadan kaldıran çalışmalar da yaptığını aktaran Şentop, şu anda 108 dilde çeviri yapıldığını söyledi.

Dilden dile çeviri yapan kulaklıklara işaret eden Şentop, "Bu sebeple bazıları ilerde yabancı dil öğrenmeye gerek kalmayacağını ileri sürüyor." dedi.

Bu kulaklıların, uluslararası seyahatlerde temin edilmesi zorunlu ihtiyaçlar arasına girecek bir alet olduğunu dile getiren Şentop, "Yapay zekanın gazete çıkardığı, makale yazdığı, analiz yapabildiği, tedavi hizmeti verdiği, dava dilekçesi yazdığı bir çağda bunların olması uzak ihtimal değildir. Burada bütün mesele biz bu süreci nasıl yöneteceğiz, bunun neresinde bulunacağız?" ifadelerini kullandı.

"Bir dile üvey evlat muamelesi yapılırsa, başkalarının özenli davranmasını bekleyemeyiz"

Türkçeyi yaşatmak yaygınlaştırmak için neler yapılabileceğini soran TBMM Başkanı Şentop, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Eğer Türkçeyi lehçeleriyle birlikte bir bütün olarak kabul edersek, 300 milyondan fazla kişinin dünya üzerinde Türkçe konuştuğunu söyleyebiliriz. Peki dilimiz gelecekte aynı seviyede kalacak mıdır? Bu sorunun cevabını vermek, bilmek zorundayız. Bir işte ustalaşmanın şartı, o işi çok tekrar etmektir. Bir dili bilmenin, öğrenmenin şartı da o dilde çok tekrar yapmaktır. Türkçenin mevcut halini koruması ve yaygınlaşması da kullanılmasıyla mümkündür. Bunun için de dil önce vatanında kullanılmalıdır."

Alışveriş merkezlerinin, binaların, mağazaların, üretilen malların isimlerinin yabancı olduğuna dikkati çeken Şentop, "İthal ettiğimiz teknolojik aygıtlarla birlikte kelimelerini, kavramlarını da ithal ediyoruz. Dilimizi korumaya, yaşatmaya dair en küçük bir hassasiyetin olmadığını üzülerek takip ediyoruz. Sonra dilin kendi kendine yaşamasını bekliyoruz. Evet dilimizi yaşatıyoruz ama yabancılaştırarak, yabancı etkisini artırarak, başkalaştırarak yaşatıyoruz. Eğer bir dile ülkesinde üvey evlat muamelesi yapılırsa, başkalarının özenli davranmasını bekleyemeyiz." değerlendirmesinde bulundu.

Turizmin yaygın olduğu şehirlere gelen yabancı insanların Türkiye'de olduklarını anlamakta zorluk çekebileceğini belirten Şentop, "Kendilerini belki ülkelerinde gibi hissediyorlar. Kahvehane Avrupa’ya Cafe diye gitti. Sonra kahvehanelerimiz cafe oldu. Lokanta restoran oldu. Önünüze konulan yiyecek içecek listesindeki isimler yabancı. İşyerlerinin tabelası yabancı. Sonra sorulduğunda dilimizi, kültürümüzü, medeniyetimizi sevdiğimizi iddia ediyoruz. Sevgi sadece söylemden ibaret değil, aynı zamanda eylem çemberidir. Bizim önce dilimizi sevmemiz gerekiyor." şeklinde konuştu.

"Koskoca bir orman ihmal ediliyor, bir iki ağaçla günümüzü geçiriyoruz"

Koronavirüs salgını sürecinde olunduğuna dikkati çeken Şentop şöyle devam etti:

"Bütün insanlığı tehdit eden bir salgın. Adı üstünde salgın. Peki biz salgına karşı hangi kelimeyi kullanıyoruz? Pandemi. Bu kelimenin Türkçesinin suyu mu çıktı? Meramımızı dile getirirken kendi kelimelerimizi, kavramlarımızı kullanmazsak bir ne kadar kendimiz olduğumuzu iddia edebiliriz? Dilimizi yaşatmanın, yaymanın yolu onu yerinde, doğru kullanmaktan geçer. Avam, havas, memur, amir, sanatkar, zanaatkar, işçi, çiftçi, yazar, yayıncı, siyasetçi, sanatçı, hepimiz Türkçemizi özenli kullanmak zorundayız. Eğer bir milliyetçilikten söz edeceksek başında Türkçe'yi doğru, düzgün konuşmak gelir. Dili olmayanın milleti olmayacağı gibi, diline yabancılaşan da milletine yabancılaşır."

Dilin özenli ve doğru kullanılması, kullanmayanların da uyarılması gerektiğinin altını çizen Şentop, "Bugün 600 bine yakın kelime havuzu olan güçlü bir dilimiz var. Ama birçok insan günü azami 300 kelimeyle bitiriyor. Yani koskoca bir orman ihmal ediliyor, bir iki ağaçla günümüzü geçiriyoruz. Bu durum da ister istemez kısırlaşmaya sebep oluyor. Dilimizi ne kadar iyi konuşursak Adriyatik kıyılarındaki kardeşlerimizle de, Türkistan'daki akrabalarımızla da o kadar iyi anlaşacağımızı bilelim." ifadelerini kullandı.

Ekonomik, sosyal, kültürel entegrasyonun birinci şartının anlaşmak olduğu gerçeğinin unutulmaması gerektiğini kaydeden Şentop, "Herkesi Türkçemiz konusunda daha hassas olmaya, özellikle kitle iletişim araçlarında dilimizi daha özenli kullanmaya davet ediyorum. Çocuklarımızın daha fazla okumalarını, okumaya teşvik edilmelerini tavsiye ediyorum. Gazi Üniversitemizden yükselen sesimizin uzak diyarlardan anlaşıldığı günlerin yakın olmasını diliyorum." dedi.

Muhabir: Aynur Ekiz