Gözle göremediğimiz bir düşmanın istilasıyla baş başa kaldık. Bu sefer yumrukları hiç görmediğimiz ve hiç beklemediğimiz bir yerden yiyoruz. Teknoloji, bilim ve biz insanların çaresizliğini tüm dünya olarak yaşamaktayız. Dünyanın muvazenesiyle oynuyoruz. Tabiatı ve yaşamı ne kadar hor kullandığımız uzun zamandan beri dillendirilmekte. Kalbimiz ağır bir yara aldı. Koskoca dünyada hepimiz birer mülteci konuma düştük. Bulunduğumuz yerde hepimiz emniyetsiz ve tekinsiz bir gurbette gibiyiz. Sosyal rütbeleri, payeleri ve ihtişamlı mekânları yerle bir eden ayrım yapmayan bir düşman bizle alay ediyor adeta. Bir şeyleri gözümüze sokuyor. Bir şeyleri hatırlatmak ister gibi. Kaybettiğimiz bir kalbimizi mesela ya da fiziğin gerisindeki metafiziği.

Bence asıl trajedi bu salgından değişmeden ve ders almadan çıkmaktır. Şairin dediği gibi bir zorlukla yüzleşen kişi aynı kalmaz. Tüm insanlık ve insanoğlu hiç bir şey olmamış gibi olmamalı. ‘‘Ben neyim, nerden geldim ve nereye gidiyorumun’’ sorusunu hepimizin derinden sorgulaması gerekmekte. Sokrates’in binlerce yıl önce dediği cümle ‘‘Sorgulanmamış bir hayat yaşanmamış bir hayattır’’ der. Tamda yasamı, hayatı kendimiz sorgulamanın en tepe noktasındayız. Tam bir empati çağı başlatmanın zamanıdır. Bir kalp çağı belki de…

Bu salgın geriye çekildiğinde belki de ruhsal bir enkaz bırakacak. Bu ruhsal enkazı tamir etmek insanlığın önemli bir sorunsal alanı olacak. Hastalık başladığından bu yana kurulan bilim kurulu gibi bir de toplumsal bilim kurulu kurulması gerekiyor.

Çünkü ruhsal bir bakıma, psikolojik anlamda modern insanın çok ihtiyacı var. Bu kurullar bu sayede bir ihtiyacı karşılayacak.

Daha çok anlamaya, anlaşılmaya, yaralarımızı sarmaya, birbirimizin elinden tutmaya her zamankinden fazla ihtiyacımız var… Varda var…