Editörlüğünü Ali Utku'nun yaptığı, Çizgi Kitabevi Yayınları arasında okurla buluşan Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisi 65. kitabını çıkardı. Geleneğimiz ve özelliklede Osmanlı mirası üzerinden yeni bir medeniyet tasavvuru inşa edebilmenin sıkça dillendirildiği son yıllarda, böyle bir çalışmadan gençlerimizin; en azından sosyal bilimlerde akademik çalışma yapan genç akademisyenlerimizin haberdar olması gerekir. Zira, sürekli olarak kadim geleneğimize vurgu yapılırken, bu geleneğin düşüncel serüvenine hakim olmak ve yeni çağa bunu bir iddia olarak sunabilmek için üretilen bilgi birikimi ve tüm olup bitene hakim olmak gerekir. Batının bilim ve felsefe temelli yükselişi karşısında Türk-İslam düşüncesinin içine düştüğü şaşkınlığın izlerini sürmek ve geçmiş ile gelecek arasında köprü kurmak için ortaya çıkmasına ihtiyaç duyulan çeviri ve telif eserler bu dizide bir araya getiriliyor.

       Akademik anlamda asıl uğraşı alanı Çağdaş Felsefe olmasına rağmen Osmanlı Felsefe çalışmalarının fikir babası ve editörlüğünü yapan Prof. Dr. Ali Utku’ ya bu konuyu sorduk.

       “Çok iddialı bir başlangıç hikâyesi yok Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisinin. Farklı akademik disiplinlerden araştırmacıların Türkiye'de sosyal bilimlerin, özelde felsefenin inşası sorununa odaklı ortak düşünsel kaygılarının beslediği disiplinler arası paylaşımlardan doğdu. Hep söylediğimiz üzere, şu ya da bu şekilde, hangi özgül gerçekliğe sahip olursa olsun, geçmişte kaldığı düşünülen felsefi mirasla doğrudan yüzleşme arayışı içindeyiz. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e devreden felsefe mirasımızı, sürece doğrudan müdahil kurucu aktörlerin arayışlarına tanıklık eden felsefi metinlerle gündeme taşıma arzusu. Geç Osmanlı düşüncesini ideolojik, felsefi tercih farklılıklarıyla –Osmanlıcı, İslâmcı, Türkçü, Batıcı, materyalist, spiritüalist– bir arada sunabilecek bir programla bugün 65. kitaba ulaşmış bulunuyoruz. İstisnalar bir yana, yakın geçmişte akademik felsefe Türkiye'de felsefi düşünce üretiminin tarihsel koşulları ve sorunları üzerine düşünmeyi felsefi nitelikli bir konu olarak görmüyordu, kendi salahiyeti dairesine almıyordu. İslâm-Osmanlı düşünce geleneklerine, bizimki gibi modernlik tecrübesine sahip her kültür için elzem görünen, düşünce tarihçiliğinin en temel sorunlarından biri, süreklilik-kopma sorunu açısından bakmıyordu. Sanırım dünyayla birlikte trendler değişiyor. Bugün Avrupa dışı geleneklerin, giderek daha ciddi bir biçimde Batı dışı bir felsefenin imkânı, kültürlerarası felsefe gibi sorunları odaklarına aldığını görüyoruz. Bizde de bu yönelimin güçlenerek tesir icra edeceğini düşünüyorum.”

       Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisi, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e devreden felsefe mirasımızı, sürece doğrudan müdahil kurucu aktörlerin arayışlarına tanıklık eden felsefi metinlerle gündeme taşımayı amaçlıyor. Ahmed Vefik Paşa, Ali Suavi, Hoca Tahsin, Ahmed Midhat, Baha Tevfik, Ahmed Nebil, Beşir Fuad, Rıza Tevfik, Ziya Gökalp, Subhi Edhem, Abdullah Cevdet, Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, Mehmed Ali Aynî, Fatma Aliye Hanım, İbrahim Edhem Mesud, Mehmed Emin Erişirgil gibi geç Osmanlı felsefi düşüncesine yön veren kurucu aktörlerin eserlerinin geniş perspektifli, tarafsız, zengin bir dizisini oluşturma yönündeki çizgisiyle Osmanlı Felsefe Çalışmaları, ülkemizde giderek daha güçlü bir biçimde köklerini arayan felsefenin tarihsel kaynaklarına yönelik ilgi ve arayışlara önemli bir katkı sağlıyor. Eserlerin girişinde yer alan, sahanın uzmanları tarafından kaleme alınmış kapsamlı makaleler, modernleşmeyi bir zihniyet dönüşümü sorunu haline getiren Osmanlı aydınlarının felsefeye atfettikleri anlamı, merkezinde ‘değişim’ olgusu bulunan toplumsal-siyasal-kültürel diğer süreçlerle ilişkilendirerek, modernleşmeci ideolojik projeler bağlamında okuma imkânı sunuyor.

       Amatör bir duyarlılıkla, felsefe mirasımızın ortaya çıkarılması konusunda yüksek özveri ve çaba gösteren “Osmanlı Felsefe Atölyesi” çalışanları adına Prof. Dr. Ali Utkuyu tebrik eder, çalışmalarında başarılar dilerim. Bu çalışmaların yeni nesillerin felsefi bir bakış açısı kazanmasına katkı sağlaması temennisiyle…

       Ziya Gökalp’ in Malta sürgünü notlarından:

       "... Gittikçe esaret hafifliyorsa da, tahammül de azalıyor. İnsanın sinirleri çelikten değil ki, ilanihaye metanetini muhafaza etsin; fakat bende, felsefe gibi kuvvetli bir sinir ilâcı bulunduğu için, metanetim eksilmiyor. Hâdiseleri herkes başka türlü görür; filozof başka türlü görür. Filozof hâdiselere bakmaz, bu hâdiselerin bir araya gelince ifade ettikleri tekâmül hareketine bakar. Cemiyetler terakkiye, tekâmüle doğru gidiyorlar mı? Filozofun aradığı budur. Tekâmül varsa, istikbâl iyidir. O hâlde gam yoktur. Meselâ ipekböceği kozanın içine bir tırtıl hâlinde gelir. Kozaya röntgen şuâ'iyle bakıldığı zaman tırtılın büzülmeye başladığı görülür. Başkaları bunu görünce, eyvah ipekböceği ölüyor, der. Hâlbuki filozof bakınca der ki, hayır, ipekböceği ölmüyor, belki tırtıl hâlinden, kelebek hâline geçiyor. İpekböceği gibi, cemiyetler de tırtıl hâlinden, kelebek hâline geçebilirler. İşte bugün dünyadaki karışıklıklar bundan ileri geliyor. ..." Ziya Gökalp (Felsefe Derslerini kaleme aldığı Malta'daki sürgün günlerinde, kızı Seniha'ya Polverista' dan yazdığı 14 Haziran 1920 tarihli mektubundan)