Kültürlü toplum olmanın en belirgin göstergesi, bireylerinin kitapla olan irtibat düzeyi denilebilir. Okuyan toplumla, dinleyen toplum arasında, anlama, kavrama, analiz, sentez vb. gibi üst düzey düşünme becerilerinde kıyaslanamayacak düzeyde farklılıklar vardır.  Okuyan toplum kendi düşünür, dinleyen toplum (onun adına) düşünene tabi olur. Okuyan toplumun olayları doğru bir biçimde anlama, algılama ve değerlendirme becerisi yüksek; okumayan toplumda ise bu beceriler yok denebilecek düzeyde düşüktür. Okuyan toplum daha kavramsal düşünür; düşünce ve olguları analiz eder, okumayan toplum ise olayları görünen kısmıyla ve ona gösterildiği kadarıyla anlar ve öylece kabul eder. Kısaca okuyan kişilerle, okumayan kişiler arasında hayatı/olayları/olguları anlama/algılama düzeylerinde de ciddi farklılıklar vardır. Bu ayırımı kutsak kitap şu şekilde belirtir: De ki: “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (39/9)

            Birbirimizi anlamadığımızdan, az anladığımızdan ya da yanlış anladığımızdan sık sık yakınıyorsak, aslında orada iletişim kuramadığımızdan, bunu sağlayacak kelime yoksunluğundan ve iletişim becerileri ile ilgili her hangi bir eğitimimizin olmadığından rahatlıkla söz edebiliriz. Bir ileti/konuşma/mesaj/uyarıcının neliğini, neye işaret ettiğini kavrayabilmek için, zihnimizde yeni iletileri harmanlayabileceğimiz ön koşulların sağlanması ve bu konuyla ilgili yeterli düzeyde kavram bilgisine ihtiyacımız olacaktır. Eğer ilişkilerimizde birbirimizi anlama problemleri yaşıyorsak, bağlantı kurduğumuz ses, sembol ve kelime gibi araçları yeterince bilmediğimiz; var olan kelime dağarcığımız meramımızı anlatmaya yetmediği ve tüm bu ileti araçlarını birbiriyle bağlantı kurmaya elverişli yetkin bir zihin yapımızın olmadığı anlamı çıkar. Özetle sağlıklı iletişim kurabilme becerisi,  anlama ve kavrama yeteneğimizin gücüne bağlıdır. Bundan dolayı kişinin anadilini etkin kullanabilmesi; bunu sağlamanın en temel yolu da etkin/fonksiyonel bir okuma alışkanlığının kazandırılmasıdır.

       İşletmelerde Benchmarking(kıyaslama) adında bir uygulama vardır.  Rekabet şartlarında önde olabilmek için emsallerinle senin arandaki mesafenin bilinmesi gerekir. Örnek alınacak “referans noktasının belirlenmesi anlamına gelen benchmarking, ‘bir işletmenin rekabet gücünü yükseltmek için, başarılı performansa sahip başka işletmelerin, iş yapma tekniklerini incelemesi, kendi teknikleri ile kıyaslaması ve bu kıyaslamadan elde ettiği bilgileri kendi işletmesinde uygulaması’ anlamına geliyor. Bu kıyaslamayı basit düzeyde ülkemizdeki okuma kültürüne uyarlayalım.

            Ülke olarak okuma grafiğimizin pek iyi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun neden böyle olduğunun tarihsel gerekçeleri olmasının yanında, genel eğitim sistemimizde “okuma kültürünün” davranış haline getirilemediği gereceğini de göz ardı etmemek gerekir.

            Okuma alışkanlığı ile ilgili olarak birkaç yıl önce yapılan bir araştırmayı gündeme getirmek istedim. Araştırma yeni olmasa da, güncel bazı araştırma yazılarında benzer sonuçlara tanık olmaktayız. İşin özü, toplum olarak okuma okumaya çok hevesli değiliz. Araştırmada: Ülkemizde ihtiyaç maddeleri sıralamasında kitap, 235. sırada yer almaktadır. Japonya'da toplumun yüzde 14'ü, Amerika'da yüzde 12'si, İngiltere ve Fransa'da yüzde 21'i düzenli kitap okurken, Türkiye'de yalnızca on binde 1 kişi kitap okuyor. Okunan kitaplar, genellikle "siyaset, aşk, cinsellik" konularını işliyor. Günde ortalama 5 saat televizyon seyreden Türk halkı, kitap okumaya yılda yalnızca 6 saat vakit ayırıyor. Nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan'da kitaplar ortalama 100 bin tirajla basılırken, 71 milyon nüfuslu Türkiye'de bu rakam 2-3 bin civarında kalıyor. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu'nda kitap okuma sıralamasında, Türkiye 86. sırada yer alıyor. Bir Japon bir yılda ortalama 25, bir İsviçreli 10, bir Fransız 7, bir Türk ise 10 yılda ancak 1 kitap okuyor. Türkiye'de, okuma alışkanlığına sahip 70 bin kişi bulunuyor. Birleşmiş Milletlerin yaptırdığı bir araştırmaya göre, kitap için Norveçli 137, Alman 122, Belçikalı ve Avustralyalı 100 dolar, Güney Koreli 39 dolar ayırıyor. Dünya ortalaması 1,3 dolar iken, Türkiye'de bir kişi kitaba yılda ancak 0,45 dolar harcıyor.

       ABD'de yılda 72 bin kitap basılırken, Rusya'da 58 bin, Japonya'da 42 bin, Fransa'da 27 bin, Türkiye'de ise 7 bin kitap basılıyor. Türkiye'de dergi okuma oranı ise yüzde 4 olarak belirlendi. İngiltere'de ortalama bir gazete olan günlük The Sun gazetesi Türkiye'deki gazetelerin toplam tirajı kadar satıyor. Türkiye'deki gazete okurlarının yüzde 85'i yalnızca spor ve magazin sayfalarını okuyor. Türkiye'de ki kütüphanelerin sadece 400'üsi uluslar arası kütüphane standartlarını taşıyor. Türkiye'de en çok basılan yerli kitaplar Keloğlan masalları, Nasrettin Hoca fıkraları, cinsel içerikli kitaplar, Karadeniz fıkraları ve dini bilgiler (ilmihal kitapları), en çok basılan yabancı kitaplar ise La Fontaine fablları, Ezop masalları, Andersen masalları, Çocuk Kalbi ve cinsel konulu kitaplardan oluşmaktadır.

       Ortaya konulan bu tablo, bireysel ve toplumsal sorunlarımızın nedenini anlama hususunda bizlere fikir verebilecek düzeydedir. Ne yapmamız gerektiğini çokta düşünmeye gerek yok sanırım. Her aşamada neyin yapılması gerektiği sürekli söylendiği halde belli bir yol kat edilemiyorsa, tespit ve önerileri sürekli yinelemek yerine, tespit ve önerilerin neden yapılamadığını araştırmak gerekir. Muhtemelen ortada gözden kaçan gizlenmiş sorunlar vardır.

Zafer ÖZER-Maarif Müfettişi