Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi kısa adı (ÖABT) sonuçları 6 Ağustos 2017 tarihi itibariyle kamuoyuna açıklandı. Sınavda 16 branşta toplam 263830 aday 50 soruluk alanları ile ilgili testi yaklaşık 75 dakikada cevaplandırdı. Sınav sonuçları öğretmen adaylarında, kamuoyunda ve üniversite camiasında hayal kırıklığı yarattı. Sınav sonuçlarına göre lise matematik öğretmenleri 50 soruda yaklaşık 11,87, Fen ve Teknoloji öğretmenleri 11,77, Kimya 14,09 ortalamaya sahipti. Diğer branşlardaki dağılım ise 20 ile 30 aritmetik ortalama arasında gerçekleşti. Branşlar arasında en yüksek ortalamaya sahip branş, 34 puanla rehber öğretmenlere ait.

Sorun büyük ve çok fazla önem arz ediyor. Öğretmen adayları alanları ile ilgili konularda yeterli alan bilgisine sahip değil. Bu durumun yüzlerce sebebi, gerekçesi ortaya atılabilir ama bu durum sonucu değiştirmez. Öğretmen adayı, öğreteceği alanı yeterli düzeyde bilmiyor. Tablonun asıl anlatmaya çalıştığı şey, bir lise matematik öğretmeni, alanı ile ilgili beş soru çözerse, bunlardan 4’ü yanlış sadece 1’i doğru anlamına gelir. İngilizce öğretmenlerinin aritmetik ortalaması 24,43’tür. Başarı %50’lik bir dağılıma denk gelmektedir. Başka bir anlatımla, bir İngilizce öğretmeninin konuştuğu 100 kelimeden 50’si, çevirdiği her 100 sözcükten 50’si yanlış demektir. Bu realiteyi tüm branşlara uyarlamak ve hayal kırıklığına uğramak mümkündür.

Bu aşamaya nasıl geldik?

Öncelikle bilim adamı yetiştiriyoruz algısıyla sürekli açılan fakat nitelikli öğrenci bulamayan Fen-Edebiyat Fakülteleri, mezunları bilim adamı olamayınca, öğrencilerini öğretmenlik alanına yönlendirdiler. LYS’de 4 fizik doğrusuyla Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik bölümüne giren öğrenci “Ne İsa’ya yarandı ne de Musa’ya.” Ne bilim adamı olabildi ne de alanını tam öğrenebildi. Bu öğrencilere formasyon sertifikası verelim, hiç olmazsa öğretmen olsun algısıyla yılda 4000 civarında formasyon sertifikası veren Eğitim Fakülteleri ortaya çıktı. Sıcak ve bol para, Eğitim Fakültelerinin yöneticilerini kendinden geçirdi. Programlar adeta ziplenerek, vitamin paketi şeklinde hedef kitleye aktarılmaya çalışıldı. Sonuç ne mi oldu? Formasyon sertifikası alan herkes, kendini öğretmen adayı olarak tanımladı ve  ÖABT’ye müracaat etti.

Eğitim Fakülteleri her zaman hep bir ikilem yaşamıştır. Eğitim mi çalışalım pür mü çalışalım? Eğitim Fakültesinde çalışan öğretim üyesi öncelikle çok güçlü alan bilgisine ve becerisine sahip olmalı, ondan sonra eğitim çalışmalıdır. Lise matematik öğretmenliği bölümündeki öğretim üyesi, lise müfredatını iyi bilmelidir. Aynı durum Kimya, Biyoloji ve Fizik gibi diğer alanlar için de geçerlidir. Sadece 1. ve 2. sınıfta bir iki alan dersi verilip öğretmen yetiştirmeye kalkışmak, bu ülkenin eğitim sistemi ve bu ülke insanının geleceğini riske atmaktır. Öğretmen adayı öğrenciler, alan derslerini çok az gördükten sonra yoğunlaştırılmış halde eğitim derslerine yönlendirilmekte, materyal geliştirme de dahil pek çok eğitim dersi aldırılmaktadır. Alanının gerektirdiği düzeyde yeterli düzeyde matematik bilmeyen aday, bilmediği alanın eğitim dersleri ile bilmediği bir konunun nasıl öğretileceğini öğrenmeye çalışmaktadır. Bu çarpık eğitim sistemi yerine, öğretmen adayları öğretmenlik yapacakları alanın derslerini, alan bilgilerini tam öğrenmeleri gerekir. Akabinde, öğreteceği konunun, nasıl öğretileceği sorusunun karşılığı eğitim dersleri olur. Sonuç itibariyle önce alan bilgisi sonra da formasyon becerisinin doğrudan müfredata dayalı olarak verilmesi gerekir. Bir Eğitim Fakültesi Türkçe öğretmenliğinden mezun olan bir öğretmenle yaptığım görüşmeden size aktaracağım kısım oldukça ilginçtir. “….Eğitim Fakültesi Türkçe öğretmenliğini kazandım. 4 yıl boyunca öğretmenlik yapacağım eğitim kademesi (Ortaokul 5,6,7 ve 8. Sınıf) Türkçe konuları ile ilgili bir tane bile ders almadım. Öğretmenlik alanımla ilgili olmayan, hocaların doktora tezleri ya da çalışma alanları ile ilgili dersleri almak zorunda kaldım. Eğitim dersleri ise evlere şenlikti. Derse giren öğretim elemanı yapılandırmacı yaklaşıma göre cümlenin öğelerinin nasıl anlatılacağını bilmiyordu. Bu şartlar altında, hasbelkader Türkçe öğretmeni oldum. Görev yaptığım okulda, üniversite sınavına çalışırken dershanede öğrendiğim Türkçe bilgisi ile öğretmenlik yapıyorum.”

Eğitim Fakülteleri program ve öğretim üyelerinin yeterliği açısından sorunlu fakültelerdir. Hayatında hiç okula gitmemiş, hiç sınıfa girmemiş, hiç öğretmenlik yapmamış kişiler, Eğitim Fakültelerinde öğretmenlik eğitimi vermektedirler. Anlattıklarının çoğu kuramsal ve uygulama ile hiçbir ilgisi yoktur. Alan bilgileri lisans eğitimiyle sınırlı kalmış, sadece kariyer algısı ve korkusuyla yayın yapmaya çalışan, balığın iç organlarını, yonca yaprağını araştıran, alanında çalışacak konu kalmadığı için başka alanlarda kendisini oyalayan öğretim üyeleri, sayısal üstünlüğe sahip bir halde yaşamlarını sürdürmektedirler.

Öğretmenlik mesleğinin diğer mesleklere nazaran atanma şansı kısmen de olsa yüksektir. Bu durumu bilen özel üniversiteler (yurt içi ve yurt dışı) öğretmenlik alanı ile ilgili bölümleri açtıkları gibi, kontenjanlarını da yükseltmişlerdir. Öğretmen adayları bu bölümleri, çok düşük puanla kazanmalarına rağmen, ÖABT sınavına girme hakkını elde etmektedirler. Girdi puanı düşük olan öğrencinin çoğu zaman çıktı puanı da düşük olmaktadır. Bu öğrenciler, ÖABT’de ortalamanın aşağıya çekilmesinde etkili rol oynamaktadırlar.

ÖABT’de süre 75 dakikadır. Bu süre 50 soruluk sınıf öğretmenine sorulan sorunun süresiyle, 50 soruluk İngilizce öğretmenine sorulan sorunun süresiyle ve 50 soruluk Fizik, Kimya, Matematik ve Biyoloji öğretmenine sorulan sorunun süresiyle aynıdır. Bu durum, fen alanındaki branşlara sahip öğretmen adaylarının aleyhine olmaktadır. 50 soruluk matematik testini 75 dakikada çözmek çoğu zaman imkânsızdır. Ancak, aynı süreye sahip sınıf öğretmeninin ortalamasının beklentinin çok altında olması, akademik başarıyı düşüren etkenlerden birisinin zaman olduğu, ancak zamanın dışında da farklı değişkenlerin önemli rol oynadığı ileri sürülebilir.

Atanmayı bekleyen 300 000 civarında öğretmen adayı vardır. Bunların büyük bir kısmı, atanma umudunu kaybettiği için, polis, asker ve güvenlik görevlisi gibi alan dışında çalışmaktadırlar. Her ne kadar umutlarını kaybetseler de, her yıl kendilerini denemekten de vaz geçmemektedirler. Bu öğretmenler adayları uzun süre alanlarıyla ilgili çalışma yapmadıkları için ÖABT’de ve KPSS’de puanların aşağıya çekilmesine katkıda bulunmaktadırlar. Başarısızlıkta rol oynayan diğer etken olarak öğretmen adaylarının, mezun olduktan sonra çalışmak zorunda kalması, dershane ve kitap giderlerinin fazla olması, dezevantajlı bölgelerde yaşıyor olmaları da etkili rol oynamaktadır. Yeterli düzeyde sınavlara hazırlanamamaktadırlar. Oysa bu bilgileri Eğitim Fakültelerinde kazanmış olmaları gerekirdi.

ÖABT’de çıkan soruların Eğitim Fakültesi ve eğitim kademesi ilişkisinin kurulması ve analiz edilmesi gerekmektedir. Özellikle bilim adamı yetiştirmek için kurulan Fen-Edebiyat Fakültelerinin müfredatı ile Eğitim Fakültelerinin müfredatı karşılaştırılmalıdır. İşlenmeyen, seviye üstü ve alan dışı konular analiz edilmeli, Eğitim Fakültelerinin programı baz alınmalıdır. Hatta, ÖABT’de soru çıkabilecek konular ÖSYM tarafından kamuoyuna duyurulmalı, örnek sorular güncelleştirilerek ÖSYM’nin web sayfasından ilan edilmelidir.

Öğretmenlik mesleğine kaynak sağlayan fakültelerin öğrenci niteliği oldukça düşüktür. Hem yüzdelik sıralama hem de öğretmen adayının ilgisi, beklentisi ve motivasyonu açısından durum pek fazla parlak değildir. Aday üst düzey tercihlerine giremediğinde, Eğitim Fakültesini gayri ihtiyari seçmekte ve sehven (isteği ile gelenleri tenzih ederim) okumaktadır. Bu fakültelerin öğrenci popülasyonu aşırı derecede politize olmuş bir yapıya sahiptir. Politik çekişmeler ve çatışmalar, genellikle bu fakültelerde daha sık yaşanmaktadır. Fakültelerde bilimsel ve sosyal etkinlikler sınırlı düzeyde yapıldığı için, öğretmen adaylarının entelektüel gelişimi de sınırlı düzeyde olmaktadır. Sanıyorum 8 yıl önceydi. Eğitim Fakültesinde derse girdiğim bölümde öğrencilere, dönem boyunca okunmaları için 6 kitap önermiştim. Bir öğrenci bana: Hocam ben hayatımda kitap okumadım. Kimse de bana kitap okutamaz. Kitap okumadan bu okulu bitireceğim. Demişti. Bu olaydan bir hafta sonra ilgili ana bilim dalı başkanı, beni çağırıp: Hocam, öğrencilerimizi çok zorluyormuşsunuz. Buna gerek yok. Uyarısında bulunmuştu. Başka bir sınıfa gittiğim zaman bir öğrenci, sırtına sakladığı ajandayı çıkarıp: Hocam 4 seneden beri hiç kitap almadan, defter almadan bu ajanda ile okulu bitiriyorum itirafında bulunmuştu. Hal bu iken, ÖABT’den ne bekliyorsunuz? Kalite bir takım oyunudur. Kalitenin bileşenleri, açık sistemin girdileri, işleme ve çıktı süreçleridir. Bu girdilerin birinde dahi sorun varsa, kalite sadece bir ütopyadır.

Üniversiteler vizyonu olan, görev yaptığı üniversitede kaliteyi artırmayı hedefleyen liderlerden yoksun bir şekilde yönetilmektedir. ÖSYM tarafından ilk 100 hatta ilk 1000’e girip Eğitim Fakültesini kazanan, 4 yıl sonra fakülteden diplomayı alıp girdiği KPSS’de ve ÖABT’de yüzde 20’lik dilime düşen öğrencilerle ilgili, öğretim üyelerine ve yöneticilere hesap soracak bir makam bulunmamaktadır. Bu kadar nitelikli öğrenciyi alıp 4 yıl sonra bu kadar gerilere neden düşürdünüz? Bu işi nasıl başardınız? Sorusunu sorup hesap soracak makamlar olmadığı için, kimse sorumluluğu üstlenme eğiliminde değildir. Eğitim Fakülteleri lider dekanlardan, bölüm başkanlarından ve anabilim dalı başkanlarından yoksundur (Nitelikli olanları tenzih ederim). Maaşının dışında hiçbir kaynak kullanmamış, evinin dekorundan başka hiçbir karar sürecinde bulunmamış bireyler, farklı gerekçelerle yönetim kademelerine geldikçe, Eğitim Fakülteleri gibi diğer fakültelerde ÖABT benzeri sınavlarda nal toplamaya devam edecektir.

Sonuç olarak, bir Azeri Atasözü şöyle söyler. “Yünde var, makinede var. Yünü eğiren işçide de var.” ÖABT başarısızlığını şu ya da bu kurumun ya da şu ya da bu şahsın diyerek suçlama yapmak, doğru bir problem çözme yöntemi değildir. Sadece gereksiz polemik ortamı yaratır ve asla suçlu da bulunmaz. Bu aşamadan sonra gelecekte benzeri sorunlarla karşılaşmamak için neler yapılması gerekir, bu konulara odaklaşmakta fayda vardır. Eğitim Fakültelerinin programları acilen yenilenmelidir. Bu yenileme süreci, çalıştay ya da toplantı düzenleyerek yapılmamalıdır. Program geliştirmenin bir yöntemi, amacı, kapsamı, felsefesi ve çıktıları vardır. Biz nasıl bir öğretmen istiyoruz? Sorusu ile birlikte yeterlikler saptanıp ona göre programın geliştirilmesi gerekir. Nasıl bir öğretmen sorusunun cevabı, Eğitim Fakültelerinin programlarının belirlenmesinde rehber özellik taşır. Alan bilgisi, formasyon ve genel kültürden oluşan bir program yeniden tasarlanmalıdır. Süreçte göz önünde bulundurulması gereken konular alan bilgisi (eğitim kademesine göre) formasyon ve genel kültürdür. Kısaca, öğretmen adayı lise matematik öğretmeni olacaksa, lise 1,2,3 ve 4. sınıfın tüm matematik konularını önce öğrenmeli sonra da nasıl öğretileceğini öğrenmelidir. Öğrendiklerini de uygulamalı ve rehber öğretim üyesinin danışmanlığında temel becerileri kazanmalıdır. Eğitim Fakülteleri Bloom’un “Tam Öğrenme” yaklaşımına uygun eğitim vermelidir. Eksik, yanlış ya da yetersiz donanımla öğretmen adaylarının mezun olmaları önlenmelidir. Fen-Edebiyat Fakültelerinde görev yapan öğretim üyelerine formasyon eğitimi verilmelidir. Ders araç-gereçleri, özellikle alanla ilgili kitaplar ve basılı materyaller, öğretim üyelerinin katılımı ile YÖK tarafından hazırlanmalıdır. YÖK’te Eğitim Fakültelerinin eşgüdüm içerisinde çalışmasını kontrol edecek bir birim kurulmalıdır. Eğitim Fakültelerinde görev yapan öğretim üyelerinin okullarda öğretmenlerle eşgüdüm içerisinde çalışması teşvik edilmelidir. Fen-Edebiyat Fakülteleri, belirli üniversitedekiler (ODTÜ, Hacettepe, Boğaziçi, Gazi, Yıldız Teknik vb.) hariç kapatılmalı, kadroları Eğitim Fakültelerine devredilmelidir. Öğretmen yetiştirme politikaları, siyasi çekişmelerden ve kavgalardan uzak bir biçimde yeniden tanımlanmalıdır. Öğretmenlik mesleğinin statüsü artırılmalı ve nitelikli öğrencileri Eğitim Fakültelerine yönlendirmek için özendirici teşvik sistemleri getirilmelidir.