Tarihçi yazar Murat Bardakçı, Ali Erbaş'ın camilerde Atatürk'ün isminin geçmemesine gerekçe olarak sunduğu 1926 tarihli kararname için yazısında cevap verdi. Bardakçı o kararda kastedilenin halife olduğunu belirterek  "Diyanet, söz konusu kararnamenin çıkartılma sebebini, yani kararnamede zikredilmemesi istenen ismin Mustafa Kemal’in değil Halife Abdülmecid Efendi’nin ismi olduğunu bildiği halde kararnameyi “Atatürk böyle istemişti, onun arzusunu yerine getiriyoruz” gibisinden bir savunma vâsıtası gibi göstererek kullandı ise, vaziyet hayli vahimdir!" dedi.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, hutbelerde isim okunmayacağını belirten Atatürk imzalı 1926 tarihli kararnameyi, "Neden hutbelerde ismi okunmuyor?" diye soran Sözcü gazetesi yazarı Saygı Öztürk'e göndermişti.

Kararnamede şunlar yazılı: “Bundan sonra Camilerde Hutbelerde şahıs ismi söylemeksizin ‘Millet ve Cumhuriyetin Kurtuluşu için' dua edilmesi karar kılınmış ve bu kararların bütün vilayetlere İçişleri Bakanlığınca tebliğ edilmesi için havale edilmiştir. 05/03/1926”

Bardakçı'dan yeni belge
Tarihçi Murat Bardakçı, "Bu kararnamenin Mustafa Kemal’in isminin hutbelerde geçmemesi konusu ile hiçbir alâkası yoktur, uydurmayın!" başlıklı köşe yazısında gerçeğin bambaşka olduğunu anlatarak, konuyla ilgili bir belge paylaştı.

Ali Erbaş'ın bu sözlerine Habertürk yazarı ve Tarihçi Murat Bardakçı'dan yanıt geldi. Bardakçı, "Bu kararnamenin Mustafa Kemal’in isminin hutbelerde geçmemesi konusu ile hiçbir alâkası yoktur, uydurmayın!" başlıklı bir köşe yazısı yayımlayarak, gerçeğin aslında Erbaş'ın söylediği gibi olmadığını belirtti. 

Bardakçı'nın yazısından ilgili bölüm şöyle:
"Saygı Öztürk, Diyanet İşleri Başkanı’na son yıllarda Çanakkale Zaferi’nin yıldönümlerinde ve hutbelerde Atatürk’ün adının geçmemesinin sebebini sormuş, Başkan da Çanakkale şehitlerini anma programlarında içerisinde Mustafa Kemal’e edilen duaların yer aldığı görüntüler göndermiş; Cuma hutbeleri ile ilgili olarak da sözünü ettiğim Bakanlar Kurulu kararını yollamış.

Kararda, günümüzün Türkçesi ile “Bundan böyle hutbelerde isim zikredilmeden milletin ve Cumhuriyet’in selâmet ve saadetine dua edilmesi kararlaştırılmış ve bu kararın bütün vilâyetlere tebliği İçişleri Bakanlığı’na havale edilmiştir” deniyor...

Diyanet İşleri Başkanı belgeyi gönderirken “Hutbelerde isim anılmamasını merhumun kendisi istememiş. Daha sonraki süreçte de hiç hutbelerde yazılmamış. Ben elli senedir Cuma’ya gidiyorum, pek hatırlamıyorum. Gazi Hazretleri, hutbenin namazın bir parçası olduğunu bildiğinden dolayı böyle bir karar aldırmış olabilir. Cumhuriyet tarihi boyunca bu karara hep uyulmuş. Darbe dönemlerinde belki darbecilerin gönderdiği bir-iki hutbede olabilir, bilmemeleri sebebiyle. Bu, Atatürk’ün kararına uygun hareket etmemek anlamına gelir. Biz her vesileyle anıp duamızı yapıyoruz” diye yazmış.

Saygı Öztürk de yazısında kararnamenin 5 Mart 1926’da yayınlandığını söylemiş ve bu kararnameye uyulduğu kadar Atatürk’ün lâiklik, demokrasi, insan hakları, vesaire alanlarındaki kararlarının da dikkate alınmasını temenni etmiş...

Kararname halife için çıkarılmıştı
Diyanet İşleri Başkanı’nın ve Saygı Öztürk’ün yazdıkları böyle ama meselenin bambaşka ve çok daha önemli bir tarafı var:

Söz konusu kararname 5 Mart 1926’da değil, o tarihten tam iki sene önce, 5 Mart 1924’te çıkartılmıştır, kararnamenin altında bulunan Rumî “5. 3. 1340” tarihi, Milâdî 5 Mart 1924’ün karşılığıdır! Daha da önemlisi; hutbelerde isminin geçmemesi talimatı verilen kişi Mustafa Kemal değil, hilâfetin o tarihten iki gün önce ilga edilmesi üzerine aynı gece Türkiye’den çıkartılan Halife Abdülmecid Efendi’dir!

Kararnamenin çıkartılmasından önceki siyasî gelişmeleri kısaca anlatayım:

Hilâfet 3 Mart 1924 Pazartesi günü kaldırıldı. Hilâfet müessesesinin artık mevcut olmadığının duyulması üzerine memleketin dört bir tarafında bir sonraki, yani 7 Mayıs’ta kılınacak Cuma namazında okunacak hutbede kimin isminin geçeceği tartışması başladı ve vilâyetlerden Ankara’ya meselenin açıklığa kavuşturulmasını rica eden telgraflar gönderildi.

5 Mart 1926 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı, işte bu gelişmelerin ardından çıkartıldı. Kararname yayınlandığında günlerden Çarşamba idi ve hükümetin talimatı İçişleri Bakanlığı tarafından telgraflarla bütün vilâyetlere duyuruldu.

Bu yazışmalar Cumhuriyet Arşivi’nde muhafaza edilmektedir, eski harfleri bilenler ulaşıp ulaşabilirler...

Mustafa Kemal isminin kullanılmamasıyla alakası yoktur

“Hutbelerde Mustafa Kemal Paşa’nın isminin geçmemesi” şeklinde yorumlanan Bakanlar Kurulu Kararı’nın çıkartılma sebebi işte budur, hükümet kararı “hutbelerde bundan böyle Halife’nin isminin geçmemesi” için almıştır, yani kararın Mustafa Kemal’in isminin kullanılmaması ile bir alâkası bulunmamaktadır.

Diyanet’in Saygı Öztürk’e gönderdiği etrafı kesilip biçilmiş ve sanki çöpte bulunmuş hâle getirilmiş olan belge ile aynı belgenin arşivdeki orijinalinin görüntüsünü burada beraberce yayınlıyorum...

Bilgisizlik mi kasıt mı?
İddialar ve gerçekler birbirinden böyle tamamen farklı olunca, konu hakkında üzerinde durulması ve ciddî şekilde tartışılması gereken bazı ihtimaller ortaya çıkmaktadır:

1. Diyanet, söz konusu kararnamenin çıkartılma sebebini, yani kararnamede zikredilmemesi istenen ismin Mustafa Kemal’in değil Halife Abdülmecid Efendi’nin ismi olduğunu bildiği halde kararnameyi “Atatürk böyle istemişti, onun arzusunu yerine getiriyoruz” gibisinden bir savunma vâsıtası gibi göstererek kullandı ise, vaziyet hayli vahimdir!

2. Ama belgeden ve gerçek içeriğinden Diyanet şayet haberdar değilse ve kararname Diyanet İşleri Başkanı’na yaranmak isteyen bazı cahil yahut art niyetli aklı evveller tarafından “Mustafa Kemal hutbelerde isminin geçmesini istemiyordu, bu kararnameyi sizi suçlayanlara karşı kullanabilirsiniz” denerek verildi ve Saygı Öztürk’e de bundan sonra gönderildi ise, Prof. Dr. Ali Erbaş’ın kendisini müşkül mevkie düşüren bu adamlardan hesap sorması şarttır!

3. 1924 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’nı iki sene sonra, yani 1926’da çıkmış gibi gösteren hatanın kime ait olduğunu, yani bu yanlışlığı Diyanet İşleri Başkanı’nın mı yoksa Saygı Öztürk’ün mü yaptığını bilmiyorum. Ama kararnamenin altında yer alan Rumî tarihle 1340’ın Milâdî 1924’e tekabül ettiği bilinmiyor da 1926 tarihi bilgisizlik neticesinde konmuş ise, ortada tahminlerin de ötesinde bir cehalet mevcuttur!

Gönül bu ihtimallerin hiçbirinin doğru olmamasını temenni ediyor ama en azından biri maalesef doğru; yani bilgi, doğruluk, etik, vesaire alanlarda artık işte bu haldeyiz!"