1453 yılında Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetti. Askerlerine: “Ayasofya benimdir. Kimse dokunmasın.” talimatını verdi. İlk cuma namazını kıldı. Ayasofya Kilisesi’nin büyüklüğü ve haşmeti karşısında büyülendiği rivayet edilmektedir. İstanbul’un fethinden itibaren 1934 yılına kadar cami olarak kullanıldı ve bakanlar kurulu kararı ile Ayasofya Camisi, Ayasofya Müzesi’ne dönüştürüldü. 11 Temmuz 2020 tarihi itibariyle Danıştay 10’uncu dairesi, Ayasofya’nın yeniden cami statüsüne dönüştürülmesine karar verdi. Toplumun bir kısmı, bu haberi büyük bir coşku ile karşılarken bir kısmı da bu karara üzüldü. İlginç olan bu karara üzülen ve sevinen kesimin aynı ülkede yaşıyor olması, aynı okullardan mezun olması, aynı mahallede büyümüş olması. Bu durum şu soruyu gündeme getirmektedir. Milli eğitim ne kadar milli? Milli hassasiyetleri olan bir nesil yetiştirmenin önünde ne tür sorunlar var?

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde bir üniversitede derse girdiğim dönemlerde Lefkoşe’de bir protestoya tanık olmuştum. Bir grup genç, Ziraat Bankası’nın önünde toplanmış şu şekilde slogan atıyorlardı: Yabancı banka defol! Slogan atanlar Türk, banka da Türkiye Cumhuriyeti devletine ait bir banka. Milli ve yerli olan bir eğitim sistemi; bu kadar farklı düşünen, bu kadar farklı değer ve normlara sahip birbirinden farklı insan tipini nasıl yetiştirebilir?

Her ülkede temel eğitimin amacı, bir üst eğitim kurumuna öğrenci yetiştirmek değildir. Temel eğitimin amacı; iyi insan, iyi vatandaş yetiştirmektir. Bu yüzden dünyanın neredeyse tamamında temel eğitim zorunlu ve parasızdır. Temel eğitimin hem bireysel hem de toplumsal getirisi oldukça fazladır. Temel eğitimden geçen bireyler; milli menfaatleri, vatan sevgisini, demokrasiyi, insan haklarını, vergi vermeyi, çevreyi kirletmemeyi, oy kullanmayı, doğayı korumayı ve üretmeyi kendisine şiar edinir. Eğer bir ülkenin eğitim sistemi bu değer, ilke ve normları içselleştiren insan tipini yetiştiremiyorsa, öğrencilere muhtemelen milli bir kimlik kazandıramamış anlamına gelir.

Okulların müfredatı temel vatandaşlık eğitimini kapsamasına rağmen, öğrencilere istendik davranışlar kazandırılamıyorsa, bazı sorunların varlığından söz edilebilir. Bu sorunların başında, öğretmenlerin bir kısmı, ülkenin değer sistemine göre yetiştirilememiştir. Ülkenin değer sistemini reddeden, bölücü örgütlerin maşası konumuna gelen sözde öğretmenler; milli eğitimin amaçlarının dışında eğitim yapmaya, öğrencileri farklı mecralara yönlendirmeye başlar. Bu durum, içten içe meydana gelen bir çürümenin işaretidir. Devletin okulunda görev yapan, devletten maaş alan bir öğretmenin, devletin akıllı tahtasında, bölücü bir örgütün militanının cenaze törenini seyrettiriyorsa, öğrencilerin dağa çıkmasına şaşırmamak gerekir. Bu öğrencilerden bir kısmı dağa çıkmadığında, Ayasofya’nın Cami olmasına, Kıbrıs’ın yavru vatan olarak anılmasına, Akdeniz’de Türkiye’nin doğalgaz aramasına, Libya ile antlaşma yapmasına karşı çıkması, tepki vermesi, protesto etmesi, doğal bir durumdur. Eğitim sistemleri, sınıflarda milli eğitimin amaçlarına göre ders yapılıp yapılmadığını denetlemediğinde; denetim sistemini etkili olarak işe koşup amaçlardan meydana gelen sapmayı önleyemediğinde; bu kimlik ve kişiliğe sahip bireylerin yetiştirilmesini önleyemeyecektir. Ayrıca, Türk milli eğitim sisteminin amaçlarına muhalif davranışlar sergileyen bir öğretmenin sistemde kalması, arkasına bir eğitim sendikasını alması ve kendisine bir konfor alanı yaratması kabul edilebilir bir durum değildir.

Milli eğitimin, milli olmasını engelleyen diğer önemli faktörlerden birisi de informal örgütlenmelerdir. Adolf Hitler öğrencileri 8 kişilik manga türü örgütlenmeye yöneltmiş ve bu yapılanmaların başına da “ağabey” ve “abla” statüsü verilen kişiler yerleştirilmiştir. Bu yapılanmalar, gençlerde aidiyet duygusunu pekiştirmiş, sevgi ve saygı ihtiyacını karşılamıştır. Daha sonra Hitler’in bir numaralı fanatiği olup, insanları canlı canlı fırına atmaktan çekinmemişlerdir. Hitler’in propaganda biçimini bizde FETÖ’cü terör örgütü gibi yapılanma biçiminde görmemiz mümkündür. Okulda Atatürk ilke ve inkılaplarını benimsemiş, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine göre yetiştirdiğiniz öğrenciler; okul dışında farklı örgütlenmelere girdiklerinde, milli eğitimin milli olma vasfı kazandırılamamakta, tamamen farklı bir insan tipi ortaya çıkmaktadır. Bu sorunu çözmenin yolu, okul dışında milli ve manevi değerleri pekiştiren, devletin kurucu ilkelerini çocuklara kazandıran informal yapılanmalara gitmek ve farklı insan tipinin oluşumunu engellemek; ülkenin değerlerini bu yapılanmaların elinden kurtarmak gerekir.

Milli eğitimin meydan okuyucularından bir diğeri de basılı kitaplar, dergiler, filmler ve sanatsal faaliyetlerdir. Çocuklara Atatürk ilke ve inkılaplarını okulda anlatmanız, İslam ahlak ve faziletini kazandırmaya çalışmanız, kazandırma açısından başarılı olunduğu anlamına gelmez. Bu tür eğitsel uygulamalarla ilgili kitaplar yazmalı, dergiler çıkarmalı, filmler çekmeli ve sanatsal faaliyetlerle sosyal yaşamın tüm kademelerinde işe koşmanız gerekir. Okulun müfredatı, öğrencinin kimlik ve kişiliğine ancak bu şekilde sirayet eder, yerleşir.

Milli eğitimin etkili olarak kullanması gereken dinamiklerin başında yazılı, görsel ve sosyal medya önemli rol oynar. 15 Temmuz 2016 tarihinde meydana gelen hain FETÖ’cü darbe girişimini kısa ve öz bir görselle anlatmanız, Ayasofya’nın Cami olmasının ötesinde “Tam Bağımsız Türkiye” söylemini dile getirmeniz, enerji sorununu çözen, “Büyüyen, Gelişen Büyük Türkiye” idealini anlatmanız gerekir. Günümüzde eğitim dört duvara sığdırılamayacak kadar büyük, her saniyesi her salisesiyle yaşantımızı etkileyecek kadar etkili bir silahtır.

Toplumlar devamlılıklarını sağlamak, dik durmak, üretmek ve rekabete dayalı bir süreçte var olmak için mücadele ederler. Rekabet bilgi, teknoloji ve üretim araçlarında olur. Rekabet şartlarını yerine getirirken milli ve yerli insan tipi yetiştiremediğinizde, ürettiğiniz hiçbir şeyin değeri, kıymeti olmayacaktır. Dünyanın en pahalı, paralı askerleri olan ordularını kurabilirsiniz. Paralı askerleriniz son mermisine kadar sizin için savaşabilir. Son mermisi bitince atletini çıkarıp tüfeğin namlusunun ucuna asıp teslim olur. Milli ve manevi değerlerle, vatan sevgisiyle büyüttüğünüz çocuklar, mermisi bittiğinde süngü takıp siperden çıkıp, kanının son damlasına kadar vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığı için savaşır. Bize iyi bir üniversiteyi bitirmiş, ülkeye düşman saldırdığında bavulunu alıp uçağa binip kaçan değil, Kahramanmaraşlı kadının örtüsüne elini uzatan Fransız askerine müdahale eden Sütçü İmam, İzmir işgal edildiğinde Yunan’a ilk kurşunu atan gazeteci Hasan Tahsin, üç aylık bebeğiyle cepheye kağnı ile mermi taşırken, donarak şehadet şerbetini içen Şehit Şerife Bacı lazımdır. Anadolu’yu 1000 yıldır Türk vatanı yapan da bu ruh, bu heyecan ve bu değerlerdir.

Bu arada Türk insan yetiştirme kültüründe Alp ve Eren vardır. Alp demek, savaşan aslan anlamına gelir. Bir de Erenler vardır. Erenler ilmi, fıkhi ve tasavvufi işlerle uğraşır. Herkes cepheye gidip alp olduğunda, ilmi, irfanı, edebi anlatacak, kuşaktan kuşağa yaşatacak insan tipinden mahrum kalınır. Bu sebeple ülkenin bilim insanına, laboratuvarda üretecek, patent alacak, özgün eserleri ve söylemleriyle yeni ufuklar yaratacak insana da ihtiyacı vardır. Milli kaynaklarla yetişen gençlerin, beyin göçü ile başka ülkelere gitmesi de ayrı bir sorundur. Milli eğitim sistemi hem Arif’i, hem Alim’i hem de Alp’i eğitmeli ve 21. yüzyıla meydan okuyacak nesiller yetiştirmelidir. Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale şehitleri şiirinde ifade ettiği gibi;

“Asım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek;

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek!”

Milli eğitim Asım’ı; yerel ve evrenseli kavrayan, anlayan, tarihi ve gelişmeleri iyi okuyan insan tipini yetiştirmelidir.

Sonuç olarak milli eğitim; milli olmak, milli insan yetiştirmek zorundadır. Büyük şair Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:

“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. ”

Milli ve manevi değerlere, devleti kuran iradeye uygun insan tipi yetiştirmek tek tipleştirmek değildir. Elbette ki farklı inanç, değer, görüş ve ideolojilere inanan kişiler olacaktır. Burada sorun yoktur. Sorun bu farklı inanç ve değerlere sahip kişilerin milli menfaatlerde farklı düşünmeleri, ülkenin geleceğini ilgilendiren konularda zafiyet içerisinde olmalarıdır. Yolunuz Fransa’ya, Almanya’ya düşerse, bir Sosyalist, bir Faşist ya da fanatik bir Katolik ile sohbet edin. Söylemlerini analiz ettiğinizde; önce Fransız, önce Alman, sonra Sosyalist ya da fanatik Katolik olduğunu görürsünüz. Milli menfaatler söz konusu olduğunda aynı dili konuşmaz farklı söylemler peşinde koşarsanız; başka bir ülkede “öteki” konumuna düşer, torunlarınıza Belçika’nın arka sokaklarında çelme takan kameramanları görürsünüz. Gençlere gerekirse aç kalmayı, açlıktan ölmeyi öğretin ama asla bağımsızlıktan taviz vermeyi öğretmeyin. Tüten her fabrika bacası, yapılan her köprü, üreten her emekçi; gençlerin beyinlerinde “Tam Bağımsız Türkiye” söylemini dile getirmelidir. Ayasofya’nın Cami olmasından bırakın İtalya’daki papa, İsrail’deki haham, üzülsün. Siz üzülmeyin…