1980’li yıllarda üniversite sınavına giren yüz öğrenciden sadece 6’sı yerleşirdi. Meşhur tabiriyle “Üniversite Sınavını Kazanamadı.” ifadesi kullanılırdı. 2020’li yıllarda üniversite sayısının artması, yurtdışında üniversite okuma olanağının olması, “Üniversite Sınavını Kazanamadı.” ifadesini “Kazandığı Yeri Beğenmedi.” ya da “Mezuna Kaldı.” şeklinde bir dönüşüme uğrattı. Artık üniversite sınavını kazanamayan yok sadece puanının tuttuğu yeri beğenmeyip tercih etmeyen öğrenci var.

1960-1990’lı yıllara kadar üniversite sınavını kazanamayan %94’lük kesim ne yapardı? Öncelikle o dönemlerde yüksek istihdam politikası olan “Katma Bütçeli Daireler“ vardı. Bu daireler: Karayolları, Devlet Su İşleri, YSE, Toprak Su vb. Bu dairelerin genel müdürlükleri, bölge müdürlükleri ve şantiyeleri yüzlerce işsizi işe alır, kamu kurumlarında istihdam ederdi. Her şehirde ve ilçede bu katma bütçeli dairelerin; lojmanları, spor tesisleri, sosyal tesisleri hatta sahil kesimlerinde çok fazla kampları vardı. Kamusal kaynaklar, çalışanlara hizmet olarak sunulurdu. Bu daireler istihdamı artırdığı gibi, bulunduğu şehirdeki ticareti de canlandırırdı. Bu dairelere personel alırken, iktidar partisinin milletvekilleri, delegeleri devreye girer, “ahbap-çavuş” ilişkisi ile kamusal kaynaklar peşkeş çekilirdi. Bu kurumların çarpık istihdam ve görevlendirme biçimleri vardı. Örneğin, Karayollarında buldozer yağcısı kadrosunda istihdam edilen bölge müdürü sekreterleri, yağcı kadrosunda olup daktilograf, memur olarak çalışan, hiç işe gelmeden maaş alan, devletten beslemeler vardı. Personel şişkinliği yüzünden bu daireler, kamu bütçesine zarar vermeye başlamıştı. Karayolları gibi kuruluşlar, her ne kadar yolu, köprüyü kendi aracı, kendi şoförü, kendi operatörü ile yapsa da, gizli işsizlik söz konusuydu ve kamu sürekli açık veriyordu. Bir türlü denk bütçe tutturulamıyor, denge sağlanamıyordu.

Katma bütçeli daireler önce personel almamaya, sonra küçülmeye, sonra da kendi işlerini ihale etmeye ve bazı hizmetleri dışarıdan satın almaya başladılar. Güvenlik, yemek ve servis ile başlayan bu süreç, ana işlerin de tedarikçi firmalara verilmesine sebep oldu. Sonuç olarak, üniversiteyi kazanamayan %94’lük kesimin en çok istihdam edildiği alanlar ortadan kalktı. Bu durum, öğrencileri üniversiteye gitmeye zorladı. Mesleki ve teknik eğitim mezunları kamusal alanda istihdam edilmediklerini gördüklerinde tek seçenek ara insan gücü ya da “aranan iş gücü” mesleki ve teknik eğitimin üst eğitim kurumu olan meslek yüksekokullarında verilmeye başlandı. Mesleki eğitimin dışındaki genel lise mezunları da istedikleri üniversiteyi kazanamadıklarında meslek yüksekokullarını seçmeleri, mesleki eğitimin ortaöğretimdeki cazibesini ortadan kaldırdı. Fen ve matematik eğitiminde yetersiz yetişen mesleki eğitimciler, üst eğitim kurumlarında başarısızlıkla karşılaştılar. Bu durum, genel lise öğrencilerini; kazanırsam üniversiteye giderim, kazanamazsam meslek yüksekokuluna giderek mesleki eğitim almamış olmanın dezavantajını ortadan kaldırırım! Algısını güçlendirdi.

Mesleki ve teknik eğitim sektörünün doğru bilinen yanlışları arasında “mesleki eğitim gelişirse endüstri ve istihdam da gelişir.” algısıdır. Bu algı tamamen yanlıştır. Bir ülkede mesleki ve teknik eğitim geliştiği için sanayileşme ve üretim artmaz. Ancak, “Bir ülkede sanayileşme arttıkça mesleki ve teknik eğitim cazibe merkezi haline gelir.” O halde sanayisi, endüstrisi, Ar-Ge faaliyeti olmayan bir ülkede mesleki ve teknik eğitimin gelişmesi, öğrencilerin talep etmesi, çok zor bir seçenektir. Mesleki ve teknik eğitimi tercih eden öğrenciler alt ve orta gelir grubundan geldikleri için hemen istihdam edilecekleri, sosyal güvenceye kavuşacakları alanlara yönelmeleri doğal bir durumdur.

1980’li yıllarda üniversite sınavını kazanmayan genel lise mezunları kamuda ve katma bütçeli dairelere memur olarak girip çalışmaya başlardı. Devlet monopuson bir piyasayı elinde bulundururdu. Bu durum, bireyin mesleki eğitim kurumlarını tercih etmese bile, üniversite kapısından döndüğünde birçok seçeneği elde etmesine olanak tanırdı. Devletin memur alma politikasından uzaklaşması ile birlikte açıkta kalan genel lise mezunları, üniversite kapısını zorlamaya başladı. Dar gelirli anne-babalar kıt kaynaklarını devlet üniversitelerini kazanamayan ancak puanı özel üniversiteye tutan çocuklarını okutmak için harcamaya başladı. Devletin istihdam politikaları daraldıkça özel sektörde patlama meydana gelmedi. Kamu kurumlarında istihdam edilme olanağı bulamayanlar ya yurtdışına gittiler ya da özel sektörde emek sömürüsünü kabul ederek çalışmaya başladılar. Bu tür menfi gelişmeler de mesleki ve teknik eğitimden uzaklaşmaya neden oldu. Çünkü sektörel gelişme yaşanmadığı için istihdam oranı da azdı. Ayrıca Türkiye’de özel sektöre karşı güven düzeyi çok düşüktü. En ufak bir krizde ya ücretleri ödemiyor ya da çıkış veriyordu. Gençler tercihlerini istihdam garantisi olan öğretmenlik gibi alanlara kaydırdı. Mühendislik fakültesine gidip mühendis olma imkânları varken, öğretmenliği seçen binlerce öğrenci ile karşılaşmak mümkündür.

16 Mart 2020 tarihinde başlayan pandemi dönemi, Türkiye’de mesleki ve teknik eğitime, Kuva-i Milliye dönemindeki gibi bir rol biçti. Mesleki eğitim kurumları dezenfektan, maske, siper, kolonya, solunum cihazı üretmeye başladı. Bu durum, hem karaborsayı hem de fırsatçıları engelledi. Pandemi döneminde başlayan bu süreç, mesleki ve teknik eğitim kurumlarının desteklenmesi halinde mikro düzeyde fabrika olabileceği, küçük ve orta ölçekli sanayinin gelişmesinde itici güç özelliği taşıyabileceği görüldü. Mesleki eğitim kurumlarının Ar-Ge ile desteklenmesi halinde, sağlık alanında sarf malzeme üretebilecek kapasitede olabileceği, Türkiye’de sağlık sektörünün malzeme ihtiyacının bu yolla karşılanabileceği görüşü güçlenmeye başladı. Kısa ve uzun vadede mesleki eğitim kurumları, sağlık sektörünün malzemelerini üretebilir hale geleceği beklentisi güçlendi.

2002 yılından itibaren savunma sanayisine yapılan yatırımlar ve Ar-Ge faaliyetleri Türkiye’de savunma sanayinin ortaöğretim düzeyinde mesleki ve teknik eğitim politikalarını değiştirdi. İlk defa “Savunma Meslek Lisesi” açılması, savunma sanayinin ihtiyaç duyacağı iş gücünü karşılaması açısından önem arz etmektedir. Küçük ve orta ölçekli sanayinin geliştirilmesi, KOSGEB’in güçlendirilmesi, organize sanayinin desteklenmesi ve organize sanayilerin içinde mesleki eğitim kurumlarının açılması gerekir. Bu durum, kuram-uygulama açısından gereken bir durumdur.

Milli Eğitim Bakanlığı, bazı ders araç-gerecini karşılamak amacıyla geçmişte DAYM (Ders Araçları Yapım Merkezi) kurdu. Türkiye “Eğitim Endüstrisi” bağlamında incelendiğinde, 25 milyon öğrencinin eğitim araç-gerecini karşılanması için yerli üretim mekanizmaları yetersizdir. Türkiye yeterli düzeyde kurşunkalem dahi üretememektedir. Sınavlarda kullanılan kalemler ve silgiler ithal edilmektedir. Bu sorunu çözmek için, DAYM (Ders Araçları Yapım Merkezi) PTT gibi şirketleştirilmesi, özel sektör de dahil yerli eğitim endüstrisini harekete geçirmesi gerekir. Bu durum, yerli ve milli eğitim endüstrisinin güçlenmesini, istihdamın artmasını ve ürün geliştirme ile rekabet avantajını sağlayabilir.

12 yıllık zorunlu eğitime gerek yoktur. Dört işlemi yapamayan öğrenciye limit, türev, integral öğretmeye çalışmak, yılanı uçmaya, kargayı yüzmeye zorlamaktır. 12 yıllık zorunlu eğitimin sonlandırılması gerekir. 1 yıllık okulöncesi eğitim, 5 yıllık ilkokul eğitimi ve 3 yıllık ortaokul eğitimi modeli benimsenmelidir. Lise zorunlu eğitim kapsamından çıkarılmalıdır. İsteğe bağlı Açık lise seçeneği bulundurulmaya devam etmelidir. Ortaokul aşamasında mesleki ve teknik eğitimin ortaokul kısımları açılmalıdır. Ayrıca hem ilkokul eğitiminden hem de ortaokul eğitiminden sonra çıraklık, kalfalık ve ustalık sisteminin mesleki ve teknik eğitime entegre edilmesi gerekir. Zorunlu eğitim kurumları, okulöncesi ve erken çocukluk eğitimine aktarılması, eğitim sistemine daha fazla katma değer sağlar. Başka bir anlatımla, Türk eğitim sistemi zorunlu eğitimi liseye değil, okulöncesine ve temel eğitime aktarmalı ve yoğunlaşmayı orada artırmalıdır.

Türkiye tarım ülkesi olarak bilinmektedir. Tarım ülkesi denildiğinde, sadece tarım üretiminin akla gelmesi hazin bir durumdur. Tarım ülkesi, tarıma dayalı sanayiyi güçlendiremezse başarılı olamaz. Çünkü 50 ton portakal 1 kg Iphone satın alamamaktadır. Türkiye bu bağlamda tarıma dayalı sanayi için, meslek liselerini yapılandırmalı, toprağı eken, biçenin yanında tarım makinaları tasarlayan, üreten, onaran ve ihraç eden bir kimliğe kavuşmalıdır. Elektrikli traktör ve tarım makinalarının üretimine yatırım yapılması gerekir. Ayrıca tohum ve gübre geliştiren, damızlık hayvan üretimi yapan bir kimliğe kavuşmalıdır. Tarım ülkesinde 17 bin ziraat mühendisi işsiz geziyorsa, alan dışında istihdam ediliyorsa, ülkenin eğitim politikacıları, siyasileri, uygulamacıları bazı durumları yeniden gözden geçirmeleri gerekir.

Sonuç olarak Vehbi Koç’un da dediği gibi: Meslek lisesi memleket meselesidir. Neredeyse %80’inin mesleği olmayan, bir diplomalı ordusuyla karşı karşıyayız. Genel liseyi bitirmiş ama mesleği yok, üniversiteyi bitirmiş ama istihdam edilemeyen işsiz ordusu sorunumuz var. Bu sorunu çözmenin yolu, mesleki ve teknik eğitimi cazibe merkezi yapmak, mesleki ve teknik eğitimde çeşitliliğe gitmek, dil eğitimleri vererek uluslararası çalışma olanakları yaratmaktır. Sektörel gelişimin hızlı büyümesi olanaksızdır. Bu sebeple küçük ve orta ölçekli sanayinin gelişimi teşvik edilmeli, iş yeri açmak isteyenlere kredi desteği sağlanmalı, okullarda girişimcilik, inovasyon ve yaratıcılık eğitimleri verilmelidir. Bölgesel kalkınmayı desteklemek adına mesleki eğitim kurumları, bölgenin maden, tarım, sanayi ve turizm gibi özelliklerine göre yeniden harekete geçirilmelidir. Sorunlar eskiden gelen eskinin yanlış çözüm yollarıyla beslenen durumlardır. Sorunları çözmek için yeni paradigmalar geliştirmek, hayata geçirmek önemlidir. Mevlana’nın dediği gibi: “Dün dünle gitti cancağazım bugün yeni şeyler söylemek lazım…”