İki yıl aradan sonra yönetmelik yayınlandı.  En son Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumlarına Yönetici Görevlendirme Yönetmeliği 21/6/2018 tarihinde 30455 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştı. Yani çokta uzun bir süre geçmemişti aslında. Ondan bir önceki yönetmelik ise, 22/04/2017 tarihinde yayımlanmıştı. Yani o yönetmelik de halen sıcaklığını muhafaza etmekteydi. Öyle görünüyor ki, bizde göç hep yolda düzeliyor.

       Yönetmeliğin yayımlanmasından itibaren akademik çevre ve bazı sendikal örgütler, “olumlu/olumsuz, olumlu ancak yeterli değil” tarzdaki eleştirilerini hemen gündeme taşıdılar. Yönetmeliği genel çerçevede olumlu bulmakla beraber, hükümleri içerisindeki taşıdığı tartışmalı iki ana hususu hatırlatmak istedim.

       -Eğitim Yönetimi Sertifikası:

       Gördüğüm kadarıyla akademik çevrelerin(Eğitim/Yönetim) ilk tepkisi, yönetici olarak görevlendirileceklerde aranan şartlar arasında “Eğitim Yönetimi Sertifikası” nın gündeme gelmiş olmasıdır. Soru şu: bir meslek ve o mesleğe uygun formasyon/nitelik kazandırmak için kişiye verilmesi gereken eğitim, akademik süreçle mi, yoksa belli yeterliklerin geliştirilmesine yönelik daha çok kurs/seminer benzeri bir faaliyet olan sertifika programlarıyla mı sağlanmalı. Bu esaslı olarak üzerinde durulması gereken bir husus. Sertifika, kurumlar tarafından verilen belli başlı eğitimlerin başarı ile tamamlandığını gösterir belgelerdir. Sertifikaların alınma amacı ise, hem kariyerde yükselmek hem de iş bulma sürecini kolay hale getirmektir. Ayrıca, günümüz dünyasında 21. yy. becerilerini edinmek ve bu becerileri güncellemek için sertifika programları vazgeçilmez programlar olarak görülmektedir. Lakin, bu faaliyetler daha çok, yapılan görev alanlarında inovasyona katkı sağlayan faaliyetler olarak kabul edilmektedir. Sertifika programlarını, asıl niteliğin/formasyonun kazanıldığı (kuramsal/uygulama) eğitimler olan hizmet öncesi akademik eğitimin yerine koymak öncelikle bilimsel bakış açısından sıkıntılı bir uygulamadır. Temelli kuramsal(akademik) bir eğitim yerine sertifikayı öncelemek beraberinde bir takım problemleri gündeme getirecektir. Üniversitelerin ilgili bölümlerinde(Eğitim Yönetimi) lisansüstü eğitim halen verilmeye devam etmektedir. Eğitim yöneticisi olarak görevlendirileceklerde aranan şartlar arasında lisansüstü eğitim şartının konulması daha bilimsel bir yaklaşım olacaktır. Seçime yönelik değerlendirmede akademik kariyer belgelerine sadece puan vermekle yetinmek ne kadar isabetlidir? Bu cidden tartışılmalı.

       Diğer yandan Milli Eğitim Bakanlığı bu alanla ilgili olarak, 1992 yılında eğitim-öğretim, yönetim, denetim ve uzmanlık alanlarında eleman yetiştirmenin yanında bakanlık personeline de eğitim vermek; akademi, eğitim sisteminin gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla gerekli araştırma geliştirme ve incelemeleri yapmak amacıyla Milli Eğitim Akademisi'nin kurulması için bir kanun taslağı hazırlamıştı. Her ne hikmetse bu çalışma her aşamada hayata geçiriliyor derken, süreç içerisinde ortadan kalktı. Neden böyle bir şey yapıldığı ile ilgili olarak ortada hiçbir açıklama bulunmamaktadır. Yani bir ülkenin eğitim meseleleri bilimsel ve akademik bir bakış dışında nasıl çözüme ulaşabilir? Anlamak gerçekten zor.

       Bakanlığımızın üst düzey yöneticilerinden Talim Terbiye Kurulu Başkanı’ nın yeni yönetici atama yönetmeliği ile ilgili olarak, “Üniversiteleri dışlayan bir anlayışla eğitim yöneticisi yetiştirilemez” dediği internet ortamına yansımıştı. Bu ifadeler ayrıca değerlendirmeyi fazlasıyla hak etmektedir.

       -Sözlü Sınav (Mülakat):

       Asıl gündeme gelen tartışma alanı, daha önce kamuoyuna yansıyan taslak metinde sözlü sınav (mülakat) olmamasına rağmen, yayımlanan yönetmelikte sözlü sınavın getirildiği husustur. Oldum olası mülakat işi hep can sıkan bir uygulama olmuştur. Mülakatın can sıkmasının asıl nedeni, her dönem karar süreçlerinde bulunan ve bu karar süreçlerine müdahil olma gücünü elinde bulunduran örgütlerin kararları doğrudan etkileyerek; mülakatın icabına uygun yapılmasından ziyade, kendi istedikleri kişilerin kayırılması için en uygun araç olarak görülmesi ve böyle uygulanmasıdır. Oysa, hakikaten gereği gibi yapıldığı taktirde insan ilişkileri merkezli kamu görevlerinde(Öğretmen/yönetici vs.) en doğru ve etkili seçme yöntemi mülakattır.

       Öncelikle mülakat yönteminin gereklerine/tekniklerine uygun olarak yapıldığı takdirde amaçlan sonuca ulaşılabilir. Aksi takdirde özellikle kamuda mülakatı başka bir niyetle yapmak telafisi mümkün olamayacak problemlerin nedeni olacaktır. O halde mülakat nasıl olmalı?

       Mülakatın hangi amaçla yapıldığının belirlenmesi gerek. Örneğin, yönetici seçimi için yapılması gereken mülakatın nasıl olması beklenir? Bir yöneticide aranan kişisel ve mesleki özellikler nelerdir sorusuyla işe başlamak gerekir. Alan bilgisinin yanında, kişilik formasyonunun da belirli nitelikleri(sabır, hoşgörü, özveri, iletişim, empati vs.) taşıması gerekir. Kazandığı alan bilgisinin yanında yöneticilik rolleriyle ilgili olarak teknik donanımda da olması gerekir. Tüm bu özelliklerin kişide var olup olmadığını ölçmek elbette kolay değildir. Ancak, doğru kurgulanan ve yeterli zaman ayrılarak yapılan bir mülakatta daha az hatayla sonuç alınabilir. Ana hatlarıyla bu nasıl olabilir?

       1-Öncelikle mülakat komisyonunun yeterliğinin üst düzeyde olması gerekir. Komisyonun seçim yapacak niteliklere alan/formasyon bilgisinin yanında insan/davranış bilimlerinde de yeterli olması gerekir. Yani mülakat komisyonu yönetici seçimini yapabilecek yeterliğe sahip mi?

    2-Mülakatta uygulanılan ölçme tekniklerinin(sorulacak sorular, ölçülecek özellikler vs.) alanında yetkin uzmanlarca önceden hazırlanması gerekir. Daha nesnel olması açısından özellikle sorulacak soruların yukarıda bahsettiğimiz özellikleri ölçmek için yeterli nitelikte olması gerekir. Kişinin kendini açmasına, analiz, sentez ve değerlendirme becerilerinin ortaya çıkmasına fırsat verecek şekilde düzenlenmesi, sonucun daha sağlıklı olmasını sağlayacaktır.

       3-Zaman çok önemlidir. Yine bahsettiğimiz özelliklerin ortaya çıkması için kişiye yeterli zamanın tanınması da gereklidir. Kişinin liyakatini ölçmek için fatura ödeme kuyruğundaki kadar zaman tanırsak, aslında biz layık olanın tespitini yapmıyoruz demektir. Tanınan yeterli zamanla birlikte mülakat mekânının da hesaba katılmasında fayda vardır. 

       Tüm bu süreçlerden sonra olup bitenin kayda alınması da gerekir. Kayıt sistemi, şeffaflığı ve hesap verebilirliği sağlayarak, yapılan işin sağlam, nesnel/tarafsız yapıldığının kanıtı olacaktır. Eğer yapılan iş şaibeye mahal bırakacak bir takım uygulamaları içeriyorsa, o işten fayda ummak nafile bir bekleyiştir. İnsanlarda tarafsızlığın, adaletin, hakkın hukukun olmadığında dair bir zan oluşuyorsa orada hiç kimse mutlu/huzurlu ve güvende olmayacaktır. Kamu ve özellikle eğitim işinde çalışma barışı olmazsa olmaz yani ön koşuldur. Hatırladığım kadarıyla önceki dönemlerde yüksek idari yargının almış olduğu bazı iptal kararlarından sonra mülakat süreçleri hem kayda (kamera) alınmış ve hem de mülakat dokümanları hassasiyetle saklanmıştır. Bu uygulamanın geliştirilerek devam etmesi faydalı olacaktır.

       Mevzuat düzenlemeleri genel anlamda iyidir. İşin tıkandığı yer, bu düzenleyici hükümlerin insan unsuruyla yamultulmaya başlamamasıdır. Dünyanın en mükemmel yasalarını/kurallarını, modellerini getirelim ya da kendimiz üretelim, eğer uygulayıcılar iyi niyet taşımıyorlarsa yapılan her şey boşa çıkacaktır. Öncelikle devlette yaşama yani kurallı yaşama bilincinin herkese nüfuz etmesi gerekir.

       Bir yetkili ya da bir mülakat komisyon görevlisine şu soruları sorarak yazımızı bitirelim;

       1-Üst düzey bir yetkili olarak mülakat komisyonu üyelerine bir liste göndererek; “-bu listedekiler ya da kişiler bizim yakınlarımız/bizim düşüncemizde kişiler, bunların yönetici olmasını istiyoruz, yardımcı olunuz” dediniz mi? Eğer dediyseniz göstermiş olduğunuz bu tavırla birilerinin hakkını gasp ettiğinizi hiç düşündünüz mü? Bu tavırla oturduğumuz makama ihanet ettiğinizi ya da almış olduğunuz kararlarla tüm yaşamınızın her anını harama mahkûm ettiğinizi idrak edebildiniz mi?

       2-Siz hakikaten bir hesap gününe inanıyor musunuz? İnanıyorsanız, yapmış olduğunuz göreve bağlı aldığınız kararlarda hakkaniyetli davranabiliyor musunuz) Hak ettiği halde birinin hakkını yemek ya da size ve düşüncenize yakın birini kollamak sizin için ne ifade ediyor, bu bir kul hakkıysa hakikaten sizi bekleyen bir cennet umuyor musunuz? Eğer inancınız size (sizin gibi düşünmeyen birine) haksızlık yapabileceğinizi emrediyorsa o taşıdığınız inancı hiç sorgulamayı(araştırma) düşündünüz mü? Çünkü aynı durumda hakkı yenenle yer değiştirseniz ne düşünürsünüz? Yani mülakata tabi olundunuz, komisyon sizi kendinden bulmadı ve sizi eledi; ne düşünürsünüz?

         3-İnanmak zorunda değilsiniz…Yaptığınız iş, bir kamu/devlet görevi, eğer hakkaniyete uygun kararlar almıyorsanız, bu sizi onurlu bir insan yapabilecek mi? Görevinizi gereği gibi yapmamanız, birinin hakkına girmeniz, görevinizi suiistimal ettiğiniz anlamına gelmiyor mu? Bu sizde vicdani bir sıkıntıya yol açmıyor mu? Açmıyorsa kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

       4-Komisyondasınız, daha yukarılardan size bir liste geldi. “-Bu kişiler bize yakın ve hatta bizim adamlarımız. Bu kişilerin yönetici olmasını sağlayınız” denildi. Bu isteğe karşı ne yaparsınız. Olur mu dersiniz, yoksa; “-ben hak/hukuktan yanayım, bana verilen ölçüler neyse onu yaparım, kimsenin hakkına giremem, bu ülke herkesin, ben bir devlette yaşıyorum, devlet bana işimi yasalara uygun yapmamı emreder. Kimsenin hakkına giremem.” mi deriniz? Burada göstereceğiniz tavır aslında sizin neye inanıp inanmadığınızı, bir onur taşıyıp taşımadığınızın en somut göstergesi olacaktır.

       5-Komisyon üyeleri olarak farz edelim ki, kendi kurduğunuz/sahibi olduğunuz bir okula müdür atayacaksınız. Size yakın olan, sizin sosyolojik tabanınıza hizmet eden ya da size liste olarak gönderilen kişileri mi seçersiniz, yoksa okulunuzu her yönüyle kalkındıracak, eğitimi üst seviyeye çıkaracağına kesin kanaat getirdiğiniz birilerini mi seçersiniz. Kendi işinizdeki hassasiyeti, helalleşme imkânı hiçbir zaman olmayan kamu görevinde neden göstermiyorsunuz? Gibi sorulara olumlu cevap veremediğimiz sürece bizi hiçbir mevzuat hükmü bizi aydınlığa çıkarmayacaktır.

       Yönetmelikte olmayan bir hususu da belirtmek istedim. Yönetici atamalarıyla ilgili olarak, okul müdürlerinin personel(öğretmenler) tarafından seçimi; en azından öğretmenlerinde bir söz hakkının olması konusunda düşünce belirten yok gibi. Demokratik kültürün bünyemizde daha derine işlemesi ve işgörenin kendini anlamlı görmesi noktasında, kendi çalıştığı okula atanacak müdürün kim olacağı konularında en azından öğretmenlerin düşüncelerinin alınması neden gündeme gelmez ki….Burada okul müdürlerin sadece ve sadece  seçimle iş başına gelmesinden bahsetmiyorum. Yönetici belirleme sürecinde sistemin temel paydaşı olan çalışanların da olması ve istenirse bunun için etkili yöntemlerin bulunabileceğini hatırlatmak istedim. Tabi ki bu talep, demokratik kültüre bakış açımızı belirleyecektir. Yeni yönetmeliğin eğitim sistemimize katkı sağlaması dileğiyle… Esen kalınız.

Zafer Özer-Maarif Müfettişi