Yaklaşık on yıldan beridir Milli Eğitim Bakanlığındaki teftiş örgütlenmesi/kadrolamasıyla ilgili yazılar yazmaktayım. Bazı yazılarım, makale olarak (eğitim temalı) ulusal dergilerde de yayınlanmıştı. Her ne hikmetse, koskoca Milli Eğitim Bakanlığının teftiş meselesi bir türlü çözüme ulaşamadı. Oysa, eğitim bakanlığı gibi bir ülkenin en temel bakanlığının teftiş alt sistemi neden çözüme kavuşamaz diye hayıflanmaktan başka elimizden bir şey gelmiyor. Kamusal meselelere ilkesel ve kurumsal bakılmadığı sürece yapılmaya çalışılan her iyileştirme yeni sorunlar yumağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bakan Ömer Dinçer beyle başlayan Milli Eğitim Bakanlığındaki değişim çalışmalarında, yapılan her değişim bir sonraki aşamanın problemi olarak kaşımıza çıktı. Önce unvanlar (denetmen/denetçi) olarak değişti, sonra iki başlılık birleştirildi ve “Eğitim Müfettişi” olarak değiştirildi. Tüm teftiş yapısı tek organda birleştirilip yıllardır süren iki başlılık sona erecek derken isimlendirme “Maarif Müfettişliği” olarak değiştirilip, yapılan ve her aşaması tartışmalı olan bir mülakatla Bakanlık bünyesine Bakanlık Maarif Müfettişi olarak 450 kişinin alımı yapıldı, geri kalanlar, 70 barajını geçmesine rağmen kadro yetersizliği bahanesiyle illerde “Şahsa Bağlı Maarif Müfettişi” olarak İl bünyesinde tutuldu ve bu süreçte(6 yıldır) bakanlığın kurumları genel anlamda sürekli/sistematik bir denetime tabi tutulmadı.  Tüm bu süreçler eğitim sistemimiz için elbette iç açıcı bir durum değildi.

          6 Temmuz 2021 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 78 Nolu Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle illerde yeniden eğitim müfettişi ve müfettiş yardımcısının istihdamı ile ilgili ilk çalışma başlatılmıştı. Devam eden süreçte 25 Ağustos 2021 tarihli Resmi Gazetede 750 eğitim müfettiş yardımcısı istihdamına dair düzenleme gündeme geldi. Buna göre, 6. Dereceden 650, 9. Dereceden 100 Eğitim Müfettişi yardımcısı alımının yapılacağı, alımlardaki derece farkından da anlaşılacağına göre, muhtemelen öğretmenler içeresinden 650, İktisat, İşletme, Kamu Yönetimi, Maliye vs. gibi bölümlerden ilk atama olarak 100 müfettiş yardımcısı alınacak.

          Konula ilgili olarak bir önceki yazımda dört soruyu gündeme getirmiştim. Bu soruları kısaca hatırlamak gerekirse;

       1-Öncelikle görüldüğü kadarıyla yine bir isim değişikliği gündeme gelmiş. Mevcut haliyle Maarif Müfettişi iken Eğitim Müfettişine yeniden mi dönüş olmaktadır?

       2-Yoksa Maarif Müfettişlerinin yanına/yerine “Eğitim Müfettişi” adı altında yeni bir kadrolama mı yapılmaktadır?

      3-e bendindeki, “çalışmalarının koordinasyonu ile rehberlik ve denetim hizmetlerinin yürütülmesinde bütünlüğü sağlamak” hedef ve ilkesine uygun olarak bir düzenleme yapıldığına göre, tüm müfettişlerin tek yönetim birimi tarafından organize edilmesi mi öngörülmekte, yoksa ilk başlarda olduğu gibi iki başlı, merkezi ve yerel birimlere bağlı iki ayrı mali ve sosyal hakları olan müfettişlik birimlerimi öngörülmektedir?

       4- 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 327 nci maddesine eklenen, “Eğitim müfettişi ve eğitim müfettiş yardımcısı, mali ve sosyal hak ve yardımlar ile diğer özlük haklan bakımından 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 30 uncu maddesi uyarınca maarif müfettişi ve maarif müfettiş yardımcısına denktir.” Hükmü tam olarak hangi müfettiş grubunu ifade etmektedir. Zira mevcut haliyle illerde bulunan Maarif Müfettişi kadrolarında çalışan müfettişlerin “mali ve sosyal hak ve yardımlar ile diğer özlük haklan” eşit olmayıp, özellikle mali açıdan ciddi oranda farklılıklar bulunmaktadır. Daha önce bakanlık müfettişi olup da illerde kalan maarif müfettişleri eski mali ve özlük haklarını devam ettirmektedirler. Yani Eğitim müfettişi ve eğitim müfettiş yardımcısı kadrolarına alınan müfettişler, illerde istihdam edilen müfettişlerin hangisinin mali ve sosyal haklarına sahip olabilecek?

          Sanırım sadece ikinci soru kısmen cevaplanmış durumda. Bununla beraber sistemsel anlamda bekleyen bazı temel problemler bulunmakta. Bu problemlere öncelikle çözüm getirilmesi gerekir.

          09.10.2017 tarihinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kararı ile Bakanlık Maarif Müfettişi alım kılavuzunun yürütmesinin durdurulduğu, Danıştay 2.Dairesinin esastan verdiği, kılavuzun hukuka uygun olduğu yönündeki kararının temyiz edilmesi üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 13.12.2018 tarihli Kararı ile kılavuzun hukuka aykırı olduğuna hükmederek kararı bozduğu, bozma üzerine, Danıştay 2. Dairesi 2019/958 E. kararı ile kılavuzun iptal edildiği, davalı idarenin temyiz etmesi üzerine de; 2020/1870 Esas nolu kararı ile onama kararı ile tamamen iptal edilmişti. Yüksek mahkemenin iptal ettiği bir istihdam durumunun hakkında yorum/analiz yapmak hukuki bir durum değildir. Ortada net bir karar durmakta.

           Bir idari işlemin yetkili yargı organlarınca iptal edilmesi bu işlemin yasaca öngörülen koşulları taşımadığının saptanması demektir. Eğer işlem yasada öngörülen koşulları taşımıyorsa işlemin sakatlığı saptanır. İdari işlemdeki hukuka aykırılığın yargı organınca saptanması halinde verilen karar; işlemin iptalidir. Danıştay içtihatlarıyla ortaya konduğu üzere iptal kararlarının iki önemli sonucu vardır. Biri, kararın idari işlemi tesis edildiği andan itibaren ortadan kaldırması, işlem hiç yapılmamış gibi bir sonuç doğurmasıdır. Diğeri ise kararın iptal edilen işlem yerine geçmemesi ve idarenin karar gereğince yeni bir işlem yapmak zorunda kalmasıdır. İdare Hukukunun genel ilkelerine göre idare yargı merciinin vermiş olduğu iptal kararı, idari işlemin yerine geçmez, onu tesis edildiği tarihten itibaren ortadan kaldırır, hukuken yok eder ama hâsıl olan boşluğa kendisi geçip oturamaz. Aksi halde yargı organı idarenin yerine geçmiş olur ki bu da kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı düşer. Hüküm vermek yargının, bu hüküm doğrultusunda işlem tesis etmek idarenin görev ve işlevidir. Ancak idare, işlemini tamamen yargı kararına uygun tesis etmek zorundadır. Yargı organının işlemdeki sakatlığı tespitinin yaptırımı olan iptal kararı ile işlem, sakatlığın ortaya çıktığı andan itibaren ortadan kalkmış olur. Mahkeme bir kararı iptal ettiğinde iptal keyfiyeti geçmişe yürür. Karar mahkemece iptal edildiği andan değil, idarece alındığı andan itibaren bozulmuş olur.

          Bakanlığımız muhtemelen öncelikle bu hususta ne yapılması gerektiği ile ilgili bir çözüm yoluna gidecektir. Zira burada oluşan hukuksuz durumun tetiklediği ve telafisi neredeyse mümkün olmayacak ekstra mağduriyetlerin neler olduğu zaten hep dillendirilmekte. Kurumsal anlamda hukuki dayanağı olmayan yapının eylemleri ile bu süreç sonunda aynı şartları taşımasına rağmen bir tarafın mali/sosyal yönden avantaj sağlamasının ortaya koyduğu problemlerin neler olacağı zaten düşünülüyordur.  Umarız yeni oluşum sonrasında, dünkü oluşumlar sonrası söylenenleri söyleme gereği duymayız. Sayın bakanımız elbette bu problemlere çözüm getirecektir. Selam ile…

Zafer Özer