MEB’ DE TEFTİŞ MESELESİ HALEN ÇÖZÜM BEKLİYOR

Abone Ol

          Yeni bakanımızın göreve başlamasıyla birlikte, eğitim sisteminin problemlerinin bilimsel zeminde, ehliyet ve liyakata önem verilerek çözüleceği inancı, tüm kamu oyunda oluşmaya başlamış ve süreç içinde atılan ilk adımlar(vizyon metni, içerik ve yapısal düzenlemeler) ümitlerin devam etmesini sağlamıştı. Elbette eğitim işi kısa vadede düzeltilebilecek bir alan değil; ancak çözülebilecek durumda olup da bekletilen bazı problemler, doğal olarak çalışanları ve kamuoyunu endişeye sürüklemektedir. Bakanımızdan daha önceki dönemlerde, eğitim sisteminde “reform” adı altında birçok değişim yapılmaya çalışıldı. Her bakan değişiminde yapılış gerekçesi pekte anlaşılamayan uygulamalar gündeme geldi ve her değişim sürecinde sistem ve kamuoyunun beklentileri hayal kırıklığı ile neticelendi. Bu tespit, alanında uzman/yetkili/akademisyenlerce de sürekli dillendirildi. Eğitim sisteminin ana unsurlarından olan “Eğitimde Teftiş/Maarif Müfettişi” meselesi halen askıda beklemeye devam ediyor. Sistemin vazgeçilmez unsurlarıyla ilgili ortada duran problemler çözüme kavuşturulmadan sistemin iyileşmesini/gelişmesini beklememek, sahici bir yaklaşım olmasa gerek. Çözümü belli olduğu halde, geciktirilen problemler, sistemin diğer hayati unsurlarının sekteye uğramasına katkı sağlar. Hep söylenilen domino etkisi metaforunu hatırlamakta fayda var.

         Eğitim sisteminin ayırt edici özelliği informal yapılar olmasıdır.  İnformal yapıların yönetimi daha bir profesyonellik, hassasiyet ve yüksek kaygı gerektirir. Yani, insanı ve insan ilişkilerini çok iyi bilip, anlayıp ona göre yönetebilmek gerekir. Nitelikli bir eğitim ortamının ön koşulu,  tüm çalışanların birbirine güvenmesi, saygı duyması ve iş birliği içinde çalışmasıdır. Yapı içerisinde adil bir çalışma ortamının olduğu inancı hâkim olmalıdır. Temel kavramlar üzerinde bir şaibe/tartışma oluştu ise, doğal olarak çalışma barışı bozulacaktır. Çalışma barışının bozulduğu hiçbir sistem amacına ulaşamaz. Özellikle eğitim sistemi….Meseleye, teftiş/denetim yapısı noktasında bakarsak; mevcut denetim sisteminin yapısal sorunları devam etmektedir. Nasıl bir denetim usulü/modelinin benimsenmesi meselesi işin özünü oluşturması gerekirken, görev tanımı, rol ve hiyerarşik yapıyla alakalı değişiklikler daha çok gündeme gelmektedir. Ancak, örgütlenmeye dair yapılan değişiklikle bir mağduriyeti ya da hukuksal problemleri gündeme getiriyor ise, denetim modelini konuşmak pekte sahici olamamaktadır. Zira, çalışma barışını bozan her müdahale sisteme olan güveni sarsacaktır. Bu eğitim adına fayda değil, sıkıntı üreten bir durumdur.

         Örneğin, teftiş yapısıyla ilgili yapılan değişiklikler neticesinde, rol, görev, yetki ve özlük hakları olarak; göreve atanma şekli, aynı olmasına karşın, üç tür özlük hakkı olan müfettiş kategorisi oluşmuş durumda. Bakanlığa alınan Bakanlık maarif müfettişleri ile illerde bırakılan maarif müfettişlerinin özlük hakları konusunda ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Daha önce bakanlık müfettişi olup da illerde bırakılan maarif müfettişleri özlük haklarını devam ettirmektedir. Yani üç farklı kategori, iki farklı özlük hakkı bulunmaktadır. Bu durum, denetim sistemi açısından tanımlanması zor bir uygulamadır. Bunun böyle olması, müfettiş meslek grubunun, sistemi benimseyip güven duyup ve çalışma barışını içinde yaşamasına engel olan bir uygulamadır. Yeni süreçte çalışma barışını olumsuz etkileyen uygulamalardan vazgeçileceği vizyon belgesinde belirtilmiştir. Ancak, vizyon belgesinde belirtilen genel ilke/çerçevelerin hayata geçirilmesi hususunda somut adımlar halen beklenilmektedir.

         Diğer yandan, yapılan bu değişikliklerin hukuki olmadığı yüksek mahkeme tarafından teyit edilmesi apayrı bir sıkıntının kaynağını da oluşturmaktadır. Devletin en temel özelliği yaptığı iş ve eylemlerini hukuk zemininde icra etmesidir. Bu yapılmıyorsa diye bir önerme kurmak bile abesle iştigaldir. Hele hele eğitim işiyle uğraşan bir bakanlığın hukukun gereğini yerine getirmesi, genç nesillere örnek/tutarlı olma açılarından hayati öneme sahiptir. Yargı kararı sonrası oluşan iptal durumları hukuksal anlamda hükümsüzlüğü gündeme getirecektir. Böyle bir durumda yapılan idari eylemlerin hepsi sakatlanacaktır. Örneğin, yasal yetkisi elinden alınan müfettişin soruşturma yapması neticesinde getirilen idari/disiplin/mali teklifler sonrasında gidilen idari yargı mercilerince iptal edilmesi durumunda, telafisi imkânsız sıkıntıları gündeme taşınacaktır. Zira aynı şekilde yargı sonrası iptal edilen kadroların halen soruşturma ya da denetim işlerine devam etmesi akabinde yine telafisi mümkün olmayan hukuksal sakatlıkları gündeme getirecektir. İnanıyoruz ki, gereken hassasiyet elbette gösterilmektedir. Bu alanla ilgili olarak, olması gereken düzenlemelerden sonra denetim işiyle ilgili modelin ne olacağı öncelikle masaya yatırılması gerekir. Zira yapısal düzenlemeler, içeriğin doğru yürütülmesi amacıyla yapılırlar. Bu noktada nasıl bir teftiş ve mesleki rehberlik modeli gerekli sorusunun cevabı aranır.

         Mevcut haliyle (bir önceki dönem) denetim faaliyetlerinde uygulanan yöntem ve kurum/öğretmen değerlendirmesine yönelik ölçüm kriterlerinin statik kurallar içermesidir. Standart oluşturma, yapılan faaliyetlerin ölçümü için gerekli olabilir. Ölçülemeyen başarı, başarı değildir. Ancak, standart kendi içinde durağanlığı da barındırır. Özellikle eğitim faaliyetlerini belirli standart kalıplar içerisine hapsederek, yapılan değerlemeyi de bu standartlara ne kadar uyuldu olarak (yapıldı/yapılmadı, var/yok çeteleleri) yapılan değerlendirmeler, gelişimden ziyade, kendi doğal sürecinde bile olabilecek yaratıcılıklara engel olur. Belki standart kavramına yüklenen anlamın açıklığa kavuşması, alanının genişletilmesi sorunun çözüme katkı sağlayabilir. Denetim adına yapılan faaliyetlerin, rutinin yapılıp yapılmadığını kontrol etmek gibi statik eylemlerin, verimliliğe ne derece katkı sağladığının da ayrıca analiz edilmesi gerekir. Güvenirliliği ve geçerliliği test edilmiş esnek ve fonksiyonel ölçeklerin geliştirilmesi gerekir.

         Ayrıca eğitim kurumları ve öğretmenlerin her yıl yapılan rutin rehberlik ve denetim çalışmalarının etkinliğini de masaya yatırmak gerekir. Ya da eğitim kurumlarının özerk bir kurum olduğu anlayışıyla; eğitim öğretime yönelik faaliyetlerin başarısının kurum yönetimince yapılması, belki ihtiyaç duyulması halinde teknik destek anlamında dış gözlem ve değerlendirme amacıyla denetim elemanının çağrılması yönünde de model önerileri gündeme getirilebilir. Halen uygulamada olan ve öğretmen değerlendirmesi için kullanılan ölçeklerin bilimsel olmadığının yanında, bu ölçeklerin daha çok sürecin değerlendirilmesi için yeterli olmadığı hususlarının da göz ardı edilmemesi gerekir. Üstelik bu denetim faaliyetlerinin kısmi zaman diliminde yapılması ve değerlendirilmesi her zaman tartışma konusu olmuştur. Sınırlı (ya da ölçülüp değerlendirilmek için yeteri kadar zaman tanınmaması) zaman içerisindeki gözlemlerle, yüz dereceleme üzerinden verilen puanların isabetliliği bilimsel olmaktan uzaktır. Süreç değerlendirme için, dış denetim faaliyetlerinin ne derece gerçekçi ve etkili olabileceği tartışmaya açıktır.

          Yine hep söylendiği gibi, eğitim meseleleri belli bir düşünce ve tercihlerin ya da daha alt düzeyde politik tartışmaların konusu olmaktan çıkarılması gerekir. Ve sistemin geliştirilip düzeltilmesi, kesinlikle yetkili birkaç kişinin çabasıyla olabilecek bir iş değil. Bu noktada tüm kesimleri kuşatan müşterek akıl/bilinç ile “eğitim doğruları” üzerinde uzlaşarak ve devlet politikası ile iyi bir noktaya varılabilir. Zaten bu hususta sayın bakanımızın iyi niyet, çaba ve yetkinliğinden kimsenin kuşkusu bulunmamaktadır. Bu minvalde aslında çözümü belli olan yapısal problemlere yönelik kararların eyleme geçirilmesi gerekmektedir.

Zafer Özer-Maarif Müfettişi