Bu çalışma "Eğitime Bakış" dergisinin 44. sayısındaki makaleden uyarlanmıştır. 

Yeni Bir Umut ve Felsefi Temelleri

          Tüm örgütlerin vazgeçilmez unsuru olan denetim yapısının doğru bir şekilde analiz edebilmesi için sisteme, özellikle de sistemin felsefi arka planına, yapısına, süreçlerine bütüncül yaklaşmak gerekir. Sistemlerin genel özellikleri, aynı zamanda o sistemleri oluşturan alt sistemlerin özelliklerini de belirler. Bir sistem alt sistemleriyle birlikte aynı rota üzerine hareket etmiyorsa, o sistem genellikle sabit bir noktada patinaj halindedir. Bütüncül olarak yapılmayan yenileşme/dönüşüm çalışmaları özellikle merkezi yapılarda farklı hedeflere yönelen otonom alt sistemler karakterine bürünmeye başlar. Bu durum eğitim sistemi için sadece şişmanlama olarak tanımlanabilir. Böyle bir sistem aslında entropi sürecine girmiştir.

          Çoktan beridir, eğitim sisteminin paradigmal dönüşümünü sağlayabilecek çapta ve bütünsel bir perspektif içeren hazırlık çalışması ve metni görülmemiştir. 2023 vizyonu incelendiğinde, belgenin, bütüncül, kapsamlı bir yol haritası; aynı zamanda manifesto niteliğinde bir belge olduğu rahatlıkla görülecektir. Vizyon metni, “Eğitimin ana öğesi ve baş öznesi insandır,” sloganıyla, eğitim sisteminin ana eksenini belirleyerek, yetiştirilmek istenilen insan profilini ortaya koymadan ve Türkiye’nin eğitimde ihtiyacı olan paradigmayı belirlemeden ruhu, istikameti, gaye ve felsefesi olan bir evrensel pedagoji yaratmanın güç olduğunu, bundan dolayı 2023 Eğitim Vizyonunun odak noktasının, insan olduğuna özellikle vurgu yapmaktadır.

          2023 Eğitim Vizyonunun, 21. yüzyıla dair eğitim önerisinin, ‘21. Yüzyıl Talim ve Terbiye Modeli’ şeklindeki çift kanatlı bir okuma olduğu, sadece beceri kazandırmanın, hayatı göğüslemeye yetmeyeceği, gerekli olan, insana ait evrensel, yerel, maddi-manevi, mesleki, etik, millî tüm değerleri kapsayan ve kuşatan bir olgunlaşma, gelişme, ilerleme ve değişimi öngördüğü anlaşılacaktır.

         Vizyon metninde, eğitim sisteminin, düşünsel/felsefi temelini, sadece ontolojik boyutunu değil, epistemolojik boyutunu da ele alma gereğini belirtir. Bilginin; teorik, pratik, ideolojik ve inançsal formlarının, parçacı bir bakış açısının, gelecek için umut vermeyeceğini belirtir. Metnin özetini şu bölümler net olarak belirtir. “Felsefi Bilgiyi, yalnızca uygulanabilirliği ve işe yaradığı ölçüde doğru kabul eden pragmatizm, varlığın birliğini parçalayarak sadece ontolojiden uzaklaşmakla kalmamakta; aynı zamanda epistemolojiyi de kısırlaştırmaktadır. Türk toplumunun bilgiyle olan pragmatik ilişkisini yeniden düşünmesi ve varlık-bilgi dengesini yeniden yapılandırması önemlidir. Aksi hâlde, varoluşu sadece maddi varlık dünyasını tecrübe yoluyla anlatmak, tek kanatla uçma çabasıdır. Epistemoloji, bilginin ve eğitimin ötesinde, irfanı ve maarifi anlamak için de gereklidir. Sözlüklerde epistemoloji sözcüğünün karşılığı olarak, marifet bilgisi/nazariyesi yazması boşa değildir. İnsan odaklı eğitim anlayışının ve felsefesinin zirve yaptığı nokta, ontoloji ile epistemoloji birlikteliğini bir ahlak telakkisiyle taçlandırmaktır. Böylelikle, eğitim düşüncesine yaklaşım, bir bakıma modern eğitim süreçlerinin kısıtlayıcı sınırlarını da aşmalıdır. Nihayetinde, modern eğitim, bizim çift kanatlı paradigmamızın, çoğunlukla tek kanadı konusunda araç, gereç ve bilgiler sağlamaktadır. Eğitim sistemimizin zemin bulamamasının en temel nedenlerinden biri, eğitimi herkesin haklılığını savunduğu bir zemin üzerinden tartışma geleneğidir. Toplumdaki her bir grubun, kendi anlayışını tüm topluma hâkim kılma girişimi, gerçeği bölme ve beşerden insana olan yolculuğun, olgun bir şekilde seyretmesini sekteye uğratır. Dolayısıyla, yaşadığımız çağın meydan okumalarına karşı gerekli tüm hazırlıklarımızda, eğitim meselesinin, ideolojik olmaktan çıkartılması ve pedagojik zemine oturtulması şarttır. “Güçlü bir Türkiye hedefi,” düşünüldüğünde, kaybedilecek zamanımızın olmadığı açıktır. Şimdi, tüm enerjimizi, eğitimde belirlediğimiz yeni yol haritasını hayata geçirmek için harcama zamanıdır.” Görüleceği üzere, 2023 vizyon metni, eğitim ve ülke kaygısı olan tüm kesimlerin kabullenebileceği nitelikte bir çalışma özelliği taşımaktadır.

Yapısal Dönüşüm

          2023 Eğitim vizyonunun felsefi zemini, aynı zamanda eğitim sistemimizin de amaçlarını belirleyen hareket noktalarıdır. Her amaç, felsefi bir temel üzerine inşa edilir. Bilindiği üzere, her sistemin amaçlarının gerçekleşmesi için, bu amaçlara uygun bir yapı kurma ile mümkün olabilir. Bakanlığımızın örgütlenme yapısında, reform niteliğinde bir değişim henüz söz konusu değil. Merkeziyetçi yapısını devam ettireceğe benziyor. Ancak, merkeziyetçi yapının, bürokratik, hantal ve verimsiz özelliklerini aza indirmek amacıyla, mevcut yapı içerinde karar süreçlerinin, fonksiyonel bir nitelik kazanmasına yönelik projelerin/modellerin geliştirildiği görülmektedir. 2023 Eğitim vizyonu, bu hususta dikkat çekici bir modeli gündeme getirmiştir: “Okul Gelişim Modeli”

          Anlaşıldığı kadarıyla, eğitime dair tüm bileşenlerin eksenini, “Okul Gelişim Modeli” planı oluşturmaktadır. Okulun işlevini tanımlarken, öncelikle, onun bir yaşam alanı olduğu, çocukların, değerine değer, mutluluklarına mutluluk katan, evrensel, milli ve manevi erdemlerle birlikte, yaşam becerilerinin geliştirildiği mekân olarak düşünülmektedir. Yeni yüzyılda, zamanın ruhunu önemseyen yeni bir okul anlayışını, eğitimle ilgili tüm aktör, STK’lar, eğitim sendikaları vb. kuruluşların iş birliğiyle sağlanması, öncelik olarak belirlenmiştir.

       Okul Gelişim Planlarında belirlenen hedefler doğrultusunda; çocukların bireysel, akademik ve sosyal gelişim amaçlarına yönelik etkinliklerin izleneceği, değerlendirileceği ve desteklenerek iyileştirileceği özellikle belirtilmiştir. Asıl kritik nokta ise, gelişim modeli ile tüm kademelerde yarışma ve rekabet odaklı bir yaklaşım değil, paylaşım temelli bir anlayışın benimsenecek olmasıdır.

          Görüleceği üzere, yönetsel anlamda, 2023 vizyonunda okullara daha fazla özerklik öngörülmektedir. Bu noktada, okul gelişim modelinin eğer alt yapısı oluşturulup icraata geçirilebilirse, kendi karar süreçlerini işletebilen yapısal bir değişim olacağı açıktır. 

          Okul gelişiminin değerlendirilmesindeki temel ilkenin, okulun gelişmeye yönelik mutlak bir ölçüte ulaşarak, başarılı olarak etiketlenmesi, sınıflanması ve diğer okullarla karşılaştırılması, okul gelişimindeki başarının; her bir okulun, var olan imkânlarını göz önüne alarak yapacağı planla, kendi hedefleri doğrultusunda, bulunduğu yerden kat ettiği mesafe ile değerlendirileceği, bu çerçevede, tüm okulların gelişimlerinin tüm kademelerde yapılandırılacak olan, Okul Profili Değerlendirme Modeliyle izleneceği, değerlendirileceği ve destekleneceği özellikle vurgulanmıştır. Bu noktada, okulların gelişiminin izlenmesi ve desteklenmesi sürecinde il ve ilçe teşkilatlarının yapısı, rol ve sorumlulukları yeniden yapılandırılacağı, okulun geçirdiği bütün süreçlerin izleneceği 2023 vizyon metininde belirtilmiştir.

          Görüleceği üzere, bakanlığımız öngörülen hedeflere ulaşmak için, öncelikle yapısal değişimi gerçekleştirip, ardından sürecin her aşamasını izlemeyi, ortaya çıkan veriler ışığında durumu değerlendirmeyi ve ihtiyaç duyulan alanlarda desteklemeyi, bir yöntem olarak belirlemiştir. Sürecin değerlendirilmesi gündeme gelince, doğal olarak “teftiş/denetim” kavramları da gündeme gelir. Sistemler için kritik öneme sahip süreç ve yazımızın ana teması olan denetim meselemizi ele alalım.

 Denetim ve Denetimde Yapısal Dönüşüm Serüvenimiz

         Bakanlığımızın denetim yapısıyla ilgili problemler, bir türlü sona ermedi. Reform ya da iyileştirme adında yapılan değişimler, problemi çözemediği gibi, yeni krizlerin kapısını da araladı. Osmanlıya kadar uzanan geçmişiyle, müfettişlik mesleğinin, eğitim sistemi açısından önemi bilinmesine rağmen, bir türlü olması gereken değer, fonksiyon ve kurumsal yapıya ulaştırılamaması eğitim sistemimiz adına üzücü bir durum. Özellikle, 2010 yılından itibaren, Bakanlığımızın teftiş yapısıyla ilgili değişiklikleri kısaca özetlemek gerekirse; 2010 öncesinde direkt olarak bakanlığa bağlı olarak çalışan bakanlık müfettişleri ile il millî eğitim müdürlükleri bünyesinde il müdürüne bağlı çalışan ilköğretim müfettişleri, denetim elemanı olarak görev yapmaktaydılar. Denetimde iki başlılık meselesi, özellikle son 30 yılda sürekli bürokratik ve akademik camianın tartışma konusu haline gelmişti. Bu durumun düzeltilmesi için, 2010 yılından sonra, seri bir değişim süreci başladı. İlk olarak 5984 sayılı Kanunla, “ilköğretim müfettişliği” unvanı “eğitim müfettişliği” olarak değiştirildi. İl millî eğitim müdürlükleri emrinde görev yapan müfettişlerin ek göstergeleri 3600’e yükseltildi. İllerde görev yapan müfettişlerin yetkileri artırılarak, rehberlik, iş başında yetiştirme, teftiş, denetim, değerlendirme, inceleme, araştırma ve soruşturma yetkileri, lise ve dengi okulları da kapsar hale getirildi.

          Bir diğer aşamada ise, 2011’de 652 sayılı KHK ile Teftiş Kurulu Başkanlığı kapatılıp, yerine ‘Rehberlik ve Denetim Başkanlığı’ birimi oluşturuldu. “Bakanlık müfettişi” ve “eğitim müfettişi” unvanları yerine, “bakanlık denetçisi” ve “il eğitim denetmeni” unvanları getirildi. Görüleceği üzere iki başlı denetime çözüm bulunup, yeni bir teftiş anlayışına geçileceği yerde, mevcut iki başlı yapı daha belirgin hale geldi. 2014’te, 6528 sayılı Kanun ile Bakanlık merkez teşkilatında ve illerde görev yapan denetim elemanları “maarif müfettişi” unvanı adı altında birleştirildi. Yapılan bu düzenleme ile Millî Eğitim Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatlarında farklı statülerde görev yapan müfettişlerin yetki ve statüleri eşitlendi. Bu süreçte bakanlık merkez teşkilatında görev yapan yaklaşık 300 bakanlık müfettişinin kadrosu, önce Ankara İl Millî Eğitim Müdürlüğü’ne, daha sonra da isteğe göre diğer illere atamaları yapıldı. Bu değişimin pratikte bir faydası görülmemiştir. Her ne kadar müfettişler aynı ad altında birleşmiş olsalar da aralarında, özlük hakları konusunda eşitliği sağlayacak bir düzenleme yapılmamıştır. 

          Değişim adına yapılmaya çalışılan bir diğer ve tartışmalı uygulama ise, 2016 yılında 6764 sayılı Kanun’la gündeme gelmiştir. Bu kanunla, Teftiş Kurulu Başkanlığı yeniden açılmıştır. Merkez teşkilatında, ülke çapında denetim yetkisini haiz, 750 bakanlık maarif müfettişi ve müfettiş yardımcısı kadrosu ihdas edildi. İl Milli Eğitim Müdürlükleri bünyesinde bulunan Maarif Müfettişleri başkanlıkları kapatıldı. İl Milli Eğitim Müdürlüklerine bağlı çalışan maarif müfettişlerinin yasal yetkileri azaltılarak, üstelik kadroları da ellerinden alınıp, şahsa bağlı kadro olarak atamaları yapıldı. Şahsa bağlı kadro unvanına dahil edilen Maarif Müfettişlerinin, soruşturma ve denetim yetkileri de ellerinden alınmış oldu.

       2017 yılı ocak ayında 2.304 maarif müfettişi arasından 500 kişilik bakanlık maarif müfettişliği kadrosuna atama yapılmak üzere mülakat yapılmış ve sadece 431 maarif müfettişinin ataması gerçekleştirilmiştir. Mülakatta başarılı olan birçok maarif müfettişi, kadro yetersizliği gerekçesiyle bakanlık maarif müfettişliğine atanmamıştır. Söz konusu mülakatın, hukuki ve bilimsellik ilkesi açılarından birçok problemi barındırması, beraberinde kamuoyuna da yansıyan tartışmaları gündeme getirmiştir. Öncelikle, mülakata başvuru süreci, mülakat zamanı vb. hususlar, tartışma konusu olmuştur. Mülakat komisyon üyelerinin de (statü, görev ve rol açılarından) aynı statüde olmaları hem hukuki hem de bürokratik teamül açısından problem barındırması ve mülakat sürecinin nesnel/şeffaf/objektif olarak yürütülmemesi yönünde oluşan algılar, tartışmaları daha derin bir hale getirmiştir. Bu tartışmalar, doğal olarak yargı sürecine de taşınmıştır. Yargıya taşınan mülakat süreci ile ilgili olarak problem noktası görülen asıl gerekçe, mülakatın nesnel ölçütler olmadan, objektif ve adil yapılmadığı hususudur. Bu süreçte yerel mahkemeler itiraz gerekçelerini haklı görerek işlemlerin hukuka uygun olmadığına karar verdiler. Bunun yanında mülakat süreci, üst mahkeme olan Danıştay’a taşındı. Danıştay da mülakat sürecinin yürütmesini durdurma kararı vererek, işlemin hukuksuzluğunu teyit etmiştir. 

         Bakanlığımızın şu ana kadarki dönüşüm çalışmalarında neyi hedeflediği pek anlaşılamamıştır. Bu düzenlemenin denetim yapısına ve genel anlamda eğitim sistemine bir katkısının olmadığı, uygulamanın yargı tarafından da adil ve nesnel olmadığının teyit edilmesi nedeniyle, çalışanların olumsuz düşünceler geliştirmesine, dolayısıyla sisteme yönelik güven tesisinde sıkıntılara neden olmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı, milletin çocukları için uğraşı vermektedir. İnsan eğitimiyle uğraşan bakanlıktaki hukuksal, beşerî ilişkiler, değer algısı ve moral/motivasyona yönelik hassasiyetlerin, elbette daha farklı olması gerekir. Sayın Bakanımız; “Öğretmenin huzuru, mutluluğu ve niteliği her şeyden önemlidir,” derken, tüm eğitim çalışanlarını da kast ederek, insan unsurunun varoluşsal özellikleri ıskalanarak eğitimde dönüşümün mümkün olmayacağını özellikle belirtmektedir. (Devam edecek)

Zafer Özer- Eğitimci