Kökleri, İspanyol Saferad Yahudilerine dayanan Avrupalı göçmen ve de yoksul bir ailenin çocuğu… Aile, Güney Amerika’ya gidince orada Katolik Hıristiyan dinine geçiyor. Şimdilerde ise iktisat ve siyaset (Batılıların söylemiyle eco-politic yani economi and politic) denkleminde "madara" edilmeye çalışılan bir adam..

Kamyon şoförlüğü yaparken sendikal eylemlere ve çalışmalara katılıyor. Yeteneği sayesinde sendika içinde yükseliyor. Sonrasında katıldığı seçimi kazanarak, sendika başkanı oluyor. Buradan siyaset kulvarına atlayarak, Chavez hükümetinde bakanlık yapıyor. Bu görevde iken -başta Chavez olmak üzere- hükümet üyelerinin ve özellikle geniş ve dahi yoksul halk kesimlerinin sevgisini (sempaty) kazanmak suretiyle kısa sürede Chavez’in sağ kolu durumuna geliyor. Chavez tarafından da “halef” ilân edilince devlet başkanı seçiliyor. Bu yükselişte ve seçilmede yoksul kesimlere yapılan devlet yardımlarının payı da göz ardı edilmemeli bu arada. Ki bu yardımlarda kantarın topuzunun kaçtığını, “Hazıra, dağ dayanmaz.” Türk atasözünü anımsatır bir durumun ortaya çıktığını söyleyenler de az değil.

Siyonist Yahudilere göre Maduro bir hain.. ABD’lilere göre ise İran dostu.. Ve Venezuela; dünyadaki en büyük neft kaynaklarına (petrol rezervleri) sahip ülke.. Adı “Küçük Venedik” demek olan ülkenin başkenti, Karakas.. İspanyolcada, “Garagaş” olarak telaffuz edilen ve bileşik sözcük olan “Karakas”ın Azteklere, Mayalara, İnkalara kadar giden bir geçmişe sahip olduğu da söylenmekte..  Ülke, Güney Amerika’nın efsane kişiliklerinden olan Simon Bolivar’ın ülkesi aynı zamanda. Öyle ki Türkiye için Atatürk ne demekse, Venezuela için de Bolivar o demek!.. Venezuela ayrıca tarihin en iğrenç iftiralarından, yalanlarından biri olan -sözde- Ermeni soykırımı safsatasını millî meclisinde (parlamento) onaylayan ülkeler arasında yer alıyor.

Peki, ama Venezuela’da işler nasıl bu hale geldi? İran, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Venezuela 1960 yılında “Petrol İhracatçısı Ülkeler Organizasyonu (OPEC)” adlı örgütü kurdu. O dönemde de Venezuela, neft (petrol) üretiminde açık ara öndeydi. Özellikle Arap-İsrail savaşı ve sonrasında Batılı ülkelerin, İsrail yanlısı bir tutum takınmaları üzerine Araplardan gelen petrol ambargosu sonrası Venezuela’ya gün doğdu. İş başına gelen Perez hükümeti (ve devamında gelen hükümetler) -şimdilerde Putin’in yaptığı/yapmaya çalıştığı gibi- nefti (petrol) stratejik silah olarak kullanmayı düşündü. Dahası ülkedeki kamu harcamaları da iki katına çıktı. Öyle ya, ülke neft (petrol) denizi üzerinde yüzüyordu. Sonrasında İran darbesi ve nefte (petrol) bağlı iktisadî buhranlar (economic crises) ve bunları kaşıyan ya da kullanan askerî darbelerle dünyadaki neft (petrol) fiyatları durmadan dalgalandı. Haliyle neftten (petrol) başka bir geliri olmayan ve kazandığı paraları da çarçur eden Venezuela “varlık içinde yokluk çeken” bir ülke durumuna düştü. Perez hükümeti, Caldera hükümeti, ve “Sosyalizm sosuna batırılmış” Chavez hükümeti.. Her ne kadar ülkeyi Maduro yönetiyor gibi görünse de ülkenin üzerinde Chavez’in ruhunun dolaştığı da bir gerçek.. Bir başka gerçek ise Venezuela’nın içinde bulunduğu durumun tıpkı Türkiye’nin yakın dönemini andırıyor olması. Zira Türkiye’de de “Müslüman Kardeşler” romantizmi ile hareket eden/ettiği söylenen bir hükümet iş başında ve ülkenin sahip olduğu değerleri satıp-savmasının ceremesi olarak "sıfırı tüketme" tehlikesiyle (risk) karşı karşıya…

Emperyalist Batı’nın “madara” etmeye çalıştığı bu adamın şanssızlığı, ülkesinin sürüden ayrılmış kuzu gibi durması… Venezuela bir Asya ülkesi olsaydı, ABD çakalına karşı eli çok daha güçlü olabilirdi. ABD ile olası bir savaş durumunda silah ve lojistiğe en başta da gıda akışına, yardımına gereksinim duyacak. Ve bunları komşu ve/veya yakın çevresindeki ülkelerden sağlaması mümkün görünmüyor. Çünkü bu ülkeler ABD’nin arka bahçesi konumunda..  ABD, askerî darbeler ve faşist diktatörler eliyle bu ülkelerin birçoğunu istediği şekle sokmuş (dizayn etmiş) durumda.. Brezilya, Küba gibi ülkeler dirense daha doğrusu direnmeye çalışsa da Latin kültürünün hegemonyasında olması nedeniyle "Latin Amerika" olarak da adlandırılan Güney Amerika’nın genelinde mahallenin kabadayısı yani ABD ile takışmama üzerine bir dış siyaset yürütülüyor. Aslına bakarsanız Amerika kıtalarında orta vadede Kanada, uzun vadede Brezilya dışında ABD’yi dengeleyebilecek bir güç de bulunmuyor. Zira Kanada’nın nüfus birikimi, Brezilya’nın iktisadî (economic) durumu -şimdilik- ABD’yi rakipsiz bırakıyor.

Aslanın yanında yönünde dolaşarak onun artıkları ile beslenen sırtlanların durumuna benzer bir görüntü sergileyen -özellikle- Batı Avrupa ülkelerinin bu durumları da acınacak ve bir o kadar da ibret alınacak bir hâl almış bulunmakta.. Öyle ya, 2. Dünya Savaşı’nın diyeti ne zaman bitecek?!. Avrupa ne zaman ABD’nin güdümünden kurtulacak?

Gelelim madalyonun öteki yüzüne… Sosyalizm hayalleri ile başa gelen Chavez’i içtenlikle (samimiyet) destekleyen ve bu sayede onun halefi olan Maduro artık ülkesinde de kimileri tarafından eleştirilen bir siyasetçi.. Eleştirenlerden biri de 2007’de Chavez tarafından atanan, 2014’de seçim kazanarak görev süresini 7 yıl daha uzatan Luisa Ortega ve bu kişi ülkenin başsavcısı… Maduro’nun emrine girmiş gibi duran yüksek yargının, ülke meclisinin yetkilerini kısıtlaması üzerine Ortega, açıktan Maduro’yu eleştirmiş ve karşılığında mal varlığı dondurulup, yurt dışına çıkış yasağı ile cezalandırılmıştı. Burada entelektüel sosyalistlerin işçi kökenli Maduro’yu beğenmemeleri, küçük görmeleri de söz konusu olabilir. Peki, ama Maduro ya gerçekten de tek adamlığa daha açık bir ifadeyle diktatörlüğe evrilmişse?!. Luisa Ortega gibiler eleştirilerinde haklıysa?!.

Maduro’dan yeni bir Castro çıkar mı?!. Biz, bu konuda çok da iyimser değiliz açıkçası. Çünkü küresel (macro) siyaset, soğuk savaş yıllarında olduğundan farklı olarak icra ediliyor. Millî ve/veya sömürge ülkelerden devşirilen ordularının yerini, dev ölçekli şirketler alıyor. Geçmişte sermayeler silaha hizmet ederken, günümüzde silahlar sermayeye hizmet eder hale geliyor. Böyle olunca da ulusal orduların yerini vekâlet savaşları yapan terör örgütleri alıyor filan. Böyle bir yeryüzü siyasetinde (geo-politic) Maduro, madara olmaktan nasıl kurtulabilir? Türkiye, Rusya, Çin gibi ülkeler Maduro’ya güçlü bir şekilde arka çıkarlarsa, ABD’nin saldırganlığı dengelenebilir. Başta Devlet Başkanı Maduro olmak üzere Venezuela halkı da rahat bir soluk alır.

Ülkesindeki önemli mevkilere generalleri getirerek, kendini güvence altına almaya çalışan Maduro’nun devrimci yahut demokrat olması Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren konular değil.. Askerlerden aynı zamanda iyi birer iktisatçı (economist) olmalarını beklemenin ne kadar akıllıca ve ne kadar gerçekçi olduğu tartışılır olsa da bu konular, Maduro’yu başkan seçen Venezuela’nın iç meselesidir sonuçta. Peki, bu meselede Türkiye’yi ilgilendiren, ilgilendirmesi gereken asıl önemli husus nedir? Olası bir savaş durumunda neft (petrol) fiyatlarının aşırı yükselme olasılığıdır elbette. Çünkü câri açığı ve dış borcu günden güne artan Türkiye, neft (petrol) merkezli bir küresel buhranı (macro crisis) kaldırmakta zorlanabilir. Kaldı ki, kan kokusu almış sırtlanlar gibi neft (petrol) peşinde koşan ABD’nin, Venezuela’ya ayar çekmesinin yahut askerî müdahalede bulunmasının uluslararası hukuk açısından hiç bir haklı gerekçesinin olmadığı da ortada.. Güney Amerika ülkelerine gelince?.. ABD’nin, yeni “sarı öküz” olarak hedefe oturttuğu Maduro’nun madara olması, Güney Amerika ülkeleri için de bir bekâ sorunu.. Haliyle bu ülkeler de artık ABD’nin arka bahçesi olmamak için ortak irade sergilemeli, -gerekirse- güç birliğine gitmeli.. Öyle ya, Turan halklarını derleyip-toparlayan efsane büyüğümüz Oğuz Kağan’ın da dediği gibi “Birlikten, güç doğar!.”

Aziz Dolu Atabey

Serik-07.02.2019

https://azizdolu.wordpress.com/