- Hocam merhaba…

     - Merhaba Üstadım…

     - Bakıyorumda artık sendika işleriyle uğraşıyorsun, neden böyle bir alana yöneldin?

     - Ne yapalım üstadım, bilirsin davamızın bir cephesi de sendikal alan. Buraları boş bırakmamalıyız.

    -Neyin davası bu, devlet işinde özellikle eğitim sisteminde dava, belirlenen yasalar ve devletin eğitim adına belirlediği amaçlardır. Bunun dışında kendimize ve kendi tercihlerimize ait hedefler koymak, temelli bir çelişkiyi ve karmaşayı gündeme getirmez mi? Devlette çalışanların davası yasalardır. Bunun dışına çıkmak, kendimiz gibi düşünmeyenleri dışlamak olmaz mı, herkes kendi tercihlerini kamusal alanda dava olarak görmeye başlarsa bu işin sonu nereye varır? Herkes bizim gibi düşünmek zorunda mı, böyle bir zorunluluğu ima etmek hem yasal olarak ve hem de ahlaki olarak yanlış bir davranış değil mi?

   - Yani, seni anlamakta zorlanıyorum, dün sen de bizim gibiydin…Şimdi değişmişsin, sürekli sorular soruyorsun, sen anladın ne demek istediğimi…

   - Sendikal hareket kapsamında neler yapıyorsunuz? Biliyorsun bu alan daha çok çatışmacı bir alan, üstelik kamu sektörü ile sendikal hareket ontolojik anlamda birbiriyle çelişir, devletin görevlisi, devletle çatışmaya girmez, bu ancak liberal üretim ilişkilerinde işçi işveren arasındaki savaş alanı…Devletle, kendi adına çalışan memur arasında bu minvalde bir çatışma olmaz ki, buna zaten izin de verilmez…Yani örneğin grev hakkı verilmesi durumunda devletin kendiyle mücadele etmesi gibi mantıksız bir durum oluşur. Bundan dolayı kamu sendikalarında grev hakkı yok. Grev hakkının olmadığı sendika, sendika sayılır mı?

    - Ya üstad dedim ya maksadımız davaya hizmet etmek. Fazla teknik konulara giriyorsun…

    - Tamamda, üstelik kamuda sendikal faaliyet ötekileştirme ve ayrışma ve dolayısıyla çalışma barışını bozan bir faaliyet olarak ortaya çıkıyor. Mesela sen müdürsün, himayen altındakiler senin sendikanda olmaz ise kendilerini nasıl güvende hissedecekler. Bilirsin personel/öğretmen arasındaki iletişim ve güveni önce algılar oluştur, sen ne kadar iyi olursan ol, böyle bir algı öncelikle iletişimi ve akabinde çalışma barışını bozmaz mı?
     - Üstadım, neden öyle düşünüyorsun… bak, ne güzel işler yapıyoruz. Mesleki ve demokratik kazanımlar noktasında çok mücadeleler verdik. Ve kazandık…

    -Neyi kazandınız? Mesela eğitimin niteliğinin artması, mesleki kazanımlar olarak neler yaptınız?- Çok şeyler yaptık, al bak, broşürümüzde her şey yazıyor.

   -Üstelik sen sendika yönetimindeymişsin… Ciddi bir sorumluluğun var. Takip ettiğim kadarıyla yönetici atamalarında etkili de oluyormuşsunuz. Atamalarda ehliyet ve liyakata dikkat ediyor musunuz, daha doğrusu sendikaların yönetici atamalarında atama işlerine müdahil olmak gibi bir görevi var mı, yasa böyle bir görev tanımı yapmış mı?
    -İyi de sende biliyorsun, bizler ne sıkıntılar çektik. Bizden kimseyi yönetici yapmadılar. Şimdi onlara fırsat mı verelim?

    - Dava derken bu davada hak, hukuk ve adalet esas alınmalı, böyle bir hassasiyet gösteriyorsunuzdur her halde…Yoksa, sizden olmadığını düşündüğünüz liyakatlı kimselerin de hakkını hukukunu koruyor musunuz?

    -Şey…ama onlara güven olmaz ki, onların manevi hassasiyetleri yok.

   -O zaman dava olarak benimsediğiniz inanç sisteminde kendinden olmayanın hakkı yok mu diyorsun? Üstelik kişilerin neye inanıp neye inanmadığını ya da ne derece inandığını nereden bileceksin? Diğer yandan, devlet bizi bu göreve bu tür ayırımları yapmak için mi görevli kıldı?

   - Ya hocam, dava işinde sen bizden daha iyiydin… Çok değişmişsin… İnan üzüldüm, sen yoldan çıkmışsın. Gerçi sen dünde hep canımızı sıkardın. Düşünmesen olmaz mı?
- …..

Zafer Özer