Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

       İnsanlık öngörülemez gelişmelere doğru yol alırken tüm dünya vatandaşları ekran karşısına geçerek bir umut ışığı, bir müjdeli haber gelir mi diye endişeli ve şaşkın vaziyette beklemeye başladılar. Her ne kadar öngörülemez olsa da fulü bir alan içine hapsedilen insanlık kendi iç muhasebesini zorunlu olarak yapmak durumunda kaldı. Herkes bir bekleyiş içerisinde… Olup bitene bir anlam verebilmek için televizyon karşısına geçerek bilim kurullarının, tıp adamlarının konuşmaları dinlenmeye başladı. Normal zamanlarda televizyon programlarını daha çok sosyal, politik, ekonomik ve magazin/popüler konular meşgul ederken birden ilgi alanları değişti, izlenilen takip edilen her şey bıçak gibi kesildi. Virüs ile ilgili ilk haberler dolaşıma girmeye başladığı günlerde her şey şaka gibi geldi.  Yok, yok… Bunda bir bit yeniği var düşüncesi üzerinden komplo teoriler havada uçuşurken ölüm haberleri duyulmaya başlandı. Dünya ülkeleri ve hatta gelişmiş ülkelerin hükümetleri bu süreci ıskaladı, fazlaca ciddiye almadı. Hatta Birleşik Krallık başlangıçta sürü bağışıklığı ile belayı defetmeye çalıştı. Baktı ki kazın ayağı farklı, hemen geri adım atıldı.  Ve insanlık derin derin kendi sonunu düşünmeye başladı. Anlaşılan artık dünya eskisi gibi olmayacak. Peki o zaman yeni dönemde neler değişecek?

-İnsanın Kendiyle Muhasebesi:

       İnsanın doğuştan getirdiği “farklı düşünme” özelliği her daim diğerlerini tehdit olarak algılamasına neden olmuş ve kendisi gibi düşünmeyenlere husumet besleyerek beri birbirini yok etmeye çalışmıştır. İnsan aynı zamanda kültür ve değer üreten tek varlıktır. Bir yandan korku, merak ve tahakküm dürtüleriyle dünyaya çeki düzen vermeye çalışırken diğer yandan da kendi içinde sürekli varoluş sancıları çeker, kendine sığınacağı limanlar arar. Dünyaya neden geldiğini sorgular. Bu sorgulama onu bir inanca ya da kendi ürettiği değerlere yönlendirir. Bazen inanç/değerler, dünyayı ihata etmek ya da her şeye tahakküm etmenin aracı olabilir. Buna bağlı savaşlar katliamlara yönelir insan….Şimdi durup düşünmek için bir fırsat…İnsanın özellikle kendi türüyle alıp veremediği ne, neyi paylaşamıyor? İnsanlık ailesi evrensel vicdan etrafında birbirinin hukukunu koruyarak kardeşçe yaşayamaz mı? Korona virüsü kimseyi düşüncesinden dolayı ayırmıyor!

-Sosyo-Ekonomik Alana Yönelik Değişimler:

       Anlaşıldı ki, korona virüs sınıfsal, dinsel, sosyal; kısaca, hiçbir kategorik ayrım yapmıyor. Virüs kendine here yere ulaşabilen bir nitelik kazandırmış. Dünyaya yön veren güç odakları vadiler dolusu sermayelerinin oluştururken, bunu sağlamak ve hegemonyalarını kurmak için dünya ölçeğinde kargaşalar çıkartarak hem ürettikleri silahları pazarlamakta, hem de her aşamada bu güçlerini daha sürdürülebilir hale getirmekteydiler. Ürettikleri bu kargaşalardan (savaşlar, çatışmalar vs.) kendileri hiçbir zarar görmeden hayatlarına devam etmekteydiler. Oysa korona bu düzeni temelinden sarsarak hiç kimseye ayrım yapmadı ve acımadı. Diğer taraftan, sınırlı olarak var edilen gezegenin nimetlerinin hoyratça kullanılması, gelir dağılımındaki adaletsizlik,  hastalık ve açlıktan milyonlarca insanın ölmesi onlar için dert edilecek bir mesele değildi. Lakin, artık vahamet sınıfsal bir ayrım yapmamakta… Bela beklenilmedik bir zamanda kapıyı çalabilmekte… İnsanlık ilk kez müşterek bir derde düçar oldu. 

       Hoyratça üretim/tüketim ve eşit dağılımı öngörmeme üzerine kurulu kapitalist üretim modeli artık tartışmaya açılacak. Böyle gitmemeli… Her insan eşit haklarla dünyaya adım atmakta. Dünya kimsenin tekelinde ve istediği gibi yönetebileceği bir gezegen değil artık. Daha insani modeller üzerinde kafa yorma zamanı zorunlu olarak gündeme taşındı.

-Politik/Yönetsel Alana Dönük Değişimler:

       Değer, erdem, ahlak ile güç paralel giden kavramlar hiç olmamıştır. İnsan türü yerleşik hayata geçip, mülk edinme kaygısı/davranışı geliştirdikten sonra birlikte yaşamanın zorunlu sonucu olarak organize olma becerisini de geliştirmiştir. Ve tahakküm, mülk, kenz, erk kavramları insanın yaşamına girerek mücadele/çatışma alanlarının fitilini ateşlemiştir. İnsanlık kendi ürettiği tüm olumsuzluklara rağmen kendi refahı ve güvencesi için bir yandan da erdem ve ahlak geliştirme çabası içinde olmuştur. Yönetsel evrimin son merhalesi olarak kabul edilen “demokrasi” kavramı, her ne kadar yönetim erkinin nasıl ve kimler eliyle olacağının karar verilmesi süreci olarak tanımlansa da madalyonun öteki yüzünde hak/hukuk, insan hakları ve özgürlük gibi kavramları gündeme taşımıştır.  Bu kavramlar teorik olarak oldukça makul mantıklı ve doğru şeylerdir. Ve bu kavramları üreten toplumlar sınırlı olarak, belli kategorilerde kendi içinde (bireyin doğuştan getirdiği insan hakları ve sosyal adalet gibi) pratik modelleri göstermelerine rağmen, bu kazanımların tüm dünya halklarınca eşit ve adil şekilde dağıtılması ne yazık ki sağlanamamıştır. Bir şekilde olup mücadeleler, biten güçlü ile güçsüz arasındaki meydana gelen sınıfsal çatışmalar şeklinde devam etmiş; genellikle gücün işlevi güçsüze tahakküm etmek şeklinde olmuştur.  İnsanın kendi adına ürettiği kavramların fayda alanı herkese eşit şekilde yansıtılmamıştır.

       Umut edilir ki virüs sürecinden sonraki dönemde, “gezegende yaşayan her canlının bir değeri vardır, biz bir geminin içindeyiz, gelin gezegenimizi daha yaşanabilir bir hale elbirliğiyle getirelim” düşüncesi ve bu düşünceye uygun politik modeller üretilir.

-Uzaktan/Evde Eğitim ve Okulun Misyonu:

       Bu konu başlığı, akademik düzlemde daha derin bir şekilde analiz edilmelidir. Bir türlü çözülemeyen eğitimin niteliği problemi yeni bir boyuta taşındı. Okul, esas itibariyle sanayi sonrası dönemin ve daha çokta kapitalist üretim tarzının ihtiyaç duyduğu insan modelini üretmek için ortaya çıkan bir kavramdır. Modern ve post modern dönemlerde ve bu dönemlere paralel karşıt(anarşist) felsefi düşüncelerde okul olgusu hep tartışılır hale gelmesine rağmen pratik karşılığı olan yeni bir model sunulamamıştır. Şu an uzaktan eğitim olarak yapılan faaliyetler, içerik olarak bir farklılık göstermemektedir. Öncelikle insanın hangi niteliklere dönük inşa edileceği sorusunun cevap bulması ve bulunan cevap sonrasında okulun tartışılması gerekecektir. Yani, eğitim okul ile ihata edilebilecek bir şey midir? Sorusunun cevaplanması gerekir.

       Bu sürecin en azından faydalı değerlendirilmesi için, çocuklarımızın kendi öğrenme stratejileri belirleme, kendilerini daha iyi tanıyabilme, meraklı oldukları alanları belirleme ve bu yönde araştırmalar yapmaları için iyi bir fırsat olarak görülebilir.

-Hurafe ve Din Anlayışı:

       Bu alan oldukça netameli bir alan. Bu alanın akademik(teoloji/akait) olarak araştırılması ve topluma daha net, sahici, hurafeden uzak bir din anlayışının öğretilmesi gerekir desek de; bu alana bir çok sebepten dolayı pek yanaşılmamaktadır. Buna rağmen bu yönde ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Müslüman toplum olarak bizim mütalaamız İslam inanç sistemi üzerine olacaktır.  Kısaca şu denilebilir; genelde İslam toplumları özelde Türk toplumu olarak iki ana düşünce ve onun türevleri üzerinde bir din anlayışı mevcuttur. Geleneksel din anlayışı ve bu anlayışın ürettiği kabuller üzerine kurulu inanç sistemi her geçen gün tartışılır hale gelmektedir. Zaman içerisinde özellikle politik sebeplerle dinin ana esaslarıyla alakası olmayan suni/uydurma müdahalelerin olduğu ilahiyat çevrelerince ifade edilmektedir. Buna genel olarak hurafe (ya da çok geniş kapsamı olması yanında) diğer din ve kültürlerden gelen rivayetlerinde karıştırılması olarak tanımlanan israiliyat da denilmektedir. Bu konumuzu aşan bir konu ancak şu söylenebilir ki, varlık ya da kozmik yapı belli bir formda, belli formüller ve ilkelerle yaratılmıştır. Yaradan kendi yarattığı formül ve ilkelere muhalif, çelişik buyrukta bulunmaz. İnsan kainatta müstesna bir tür olarak yaratılmış ve sınamaya tabi tutarak dünyayı keşfetme ve imar etme misyonu yüklemiştir. İnsanın keşlfetme çabasını yaratmış olduğu formül ve ilkeleri ekseninde yapabileceğini öğütlemiştir. Bu islami literatürde sünnetullah olarak tanımlanır. 

       Yaratılışın ana formülü, aslında nedenselliktir. Nedensellik ilkesinin fark edilişi genellikle belalarla baş etmede çaresiz kalınca anlaşılmaktadır. Kur’ an temel referans kaynağı olarak kabul edilip, düşünme araştırmaya yönelik tavsiyeleri başat olarak kabul edildiği taktirde mesele çözülecek.  İslam dini, aklı kullanmayı, inceleme ve araştırmayı, kâinatın gizemini bulmayı öğütler. Ancak din üzerinden hayali cennet tacirliği yapan kurumsal yapılar her zaman olmuştur. Bu yapılar İslam dininin genetik yapısını ezoterik/batıni bir düşünce formuna dönüştürerek, toplumu her daim belli çıkarların ve güç odaklarının isteği doğrultusunda maniple etmişlerdir. İyi düşünüldüğünde İslam dini öncelikle özgür olmayı, düşünerek tercihte bulunmayı, kesinlikle tercihte zorlamamayı kısaca rasyonel düşünmeyi esas alır. Bu durum toplumca fark edilmeye başlandı… Ancak bu fark ediş genellikle musibetlerin sayesinde olmaktadır. Aynı şekilde koronavirüs, dünün hurafeleriyle şekillenen ve insanı mankurtlaştıran cemaat/cenahların telkinlerinden kurtulmak için de bir vesile olarak görülebilir.  Yeni dönemde din ve dindarlık farklı bir içerik ve formda gündeme gelecek gibi… Özetle şu denebilir, yeni nesil öncelikle inanç noktasında ikna olmak isteyecektir. Umarız korona sonrası ülkemiz ve dünyamız daha güzel günlere kapı aralar.  Vesselam.

Zafer Özer-Maarif Müfettişi