1930’lu yıllarda bir Polonya kasabası olan Prochnik'in saygın baş hahamı, Samuel Shapira, kırlık bölgede insanı dinç tutan yürüyüşlere çıkmayı adet edinmişti. Sıcak, sevgi dolu ve merhametli kişiliğiyle tanınan haham yürürken karşılaştığı Yahudi olsun olmasın herkese selam vermeye dikkat ederdi. Günlük yürüyüşlerinde sürekli karşılaştığı insanlardan biri de, çiftliği kasabanın dışında olan Bay Mueller adında bir köylüydü. Haham Shapira, tarlasında harıl harıl çalışan bu çiftçinin yanından her sabah geçerdi. Haham başıyla selam verir ve güçlü bir sesle “Günaydın Bay Mueller" derdi. Haham sabah yürüyüşlerine başlama kararı alıp da Bay Mueller'i ilk kez bu şekilde selamladığında çiftçi soğuk bir bakışla arkasını dönmüştü. Bu köyde, Yahudiler ve Yahudi olmayanlar arasındaki ilişkiler iyi değildi; dostluklarsa çok nadirdi. Fakat haham yılmadı. Günlerce Bay Mueller'i içten bir merhabayla selamladı. En sonunda çiftçi, hahamın içtenliğine inanmış, onun selamlarına şapkasını eğip gülümseyerek cevap vermeye başlamıştı. Bu olay yıllarca sürüp gitti. Her sabah haham Shapira,"Günaydın Bay Mueller!" diye sesleniyor ve Bay Mueller şapkasını eğip "Günaydın Bay Haham!" diyerek karşılık veriyordu ta ki Naziler gelene kadar. Haham Shapira ve ailesi, köydeki diğer tüm Yahudilerle birlikte toplama kampına götürüldüler. Shapira sürekli bir toplama kampından diğerine sürülüyordu. En sonunda onun son durağı olacak olan Auschwitz'e getirildi. Trenden inip yere ayak bastığında seçmelerin yapıldığı sıraya girmesi emredildi. Sıranın arkasında beklerken uzakta kamp komutanının sopasıyla sağı solu işaret ettiğini gördü. Sola işaret ölüm anlamına geliyordu; sağ ise vakit kazandırıyor, hatta kurtuluş anlamına geliyordu. Kalbi hızla çarpıyordu. Sıra ilerledikçe komutana daha da yaklaşıyordu. Sıra ona gelmekteydi. Karar ne olacaktı; sağ mı, sol mu? Keyfi kararıyla onu alevlere atacak olan seçmeden sorumlu adamın yanına varmasına bir kişi kalmıştı. Bu nasıl bir adamdı? Binlerce insanı bir günde kolayca ölüme gönderebilen bu adam nasıl biriydi? Korkmasına rağmen sıra ona geldiğinde cesur bir şekilde komutanın yüzüne baktı. O anda ikisinin de bakışları birbirine kenetlendi. Haham Shapira komutana doğru yaklaştı ve yavaşça "Günaydın Bay Mueller!" Dedi. Bay Mueller’in soğuk ve hiçbir hissin okunmadığı gözleri bir an için seğirdi. O da alçak sesle, "Günaydın Bay Haham!" diye cevap verdi. Daha sonra sopasıyla işaret edip güç bela fark edilen bir baş selamıyla bağırdı: "Sağa" yani yaşama... !


Basit bir merhabanın hayat kurtarabileceğini kim düşünebilir? Bazı küçük ya da bize göre basit olan davranışlar büyük sonuçlar doğurabilir. Haham, kurtuluşunun tohumlarını, başkalarının önemsiz bir köylü dediği adama yıllarca neşeyle selam vererek atmıştı. Bir gün kaderini bu çiftçinin belirleyeceğini düşünebilir miydi? Duyguları, düşünceleri ifade etmek ve iletmek, iletilmek isteneni algılamaya her zaman açık olmak, anlamak ve etkileşim halinde olmak, sosyal yaşantımızdaki en temel ihtiyacımızdır. İnsanoğlu anlatmaya ve anlaşılmaya en az sevgi kadar ihtiyaç duyan bir varlıktır. İletebildiğimiz kadar anlaşılırız; anlayabildiğimiz kadar iletiriz. Etkileşimimizin temeli iletişimdir. Bu nedenledir ki etkileşim için yine işteş bir eylem olan iletişim ilk adımdır. İletişim nedir? İletişim nasıl kurulur? Etkili iletişim kurulabilir mi? İletişim becerisi nasıl kazanılır?

İletişimin Latince karşılığı “communico” kelimesidir ve “paylaşma, ortaklaşma” anlamına gelmektedir. İletişim; bilgi, veri, fikir, düşünce, algı, anlayış, yaklaşım, sezgi, arzu, istek ve duyguların bir kişiden diğer(ler)ine aktarılarak karşılıklı etkileşimin sağlanması süreci olarak tanımlanabilir (Tevrüz vd.,1999). İletişim kavramını, Berko, Wolvin ve Wolvin (2001) duyguların ve fikirlerin sözel ve/veya sözel olmayan yollarla ifade edilip aktarıldığı, alındığı ve yorumlandığı bilinçli veya bilinçsiz, maksatlı veya maksatsız bir süreç olarak tanımlamaktadırlar. Bu bağlamda, iletişim sürecinin devingen ve değişken bir özelliğe sahip olduğu söylenebilir.Bir gönderici olarak hedeflediğiniz alıcı ve/veya alıcı kitlesi ile etkili iletişim kurabilmek için bazı ilkelere uymak ve süreci etkili yönetmek gerekir. Etkili iletişimi yönetirken bu sürece özel temel ilkeleri adım adım izlemek, başarılı iletişim için iyi bir yol haritası olarak kabul edilebilir.

İlk ilke, ilk izlenimi iyi yönetmenizdir:İletişim alanında uzman olan bireylerin en çok dikkat ettikleri konu, ilk intibadır. Çünkü ilk izlenim, hedef kitleyi etkileme açısından önemlidir. Dış görünümünüz ilk izleniminizin vitrinidir. Kişinin özensiz giyimi gibi detaylar, dış görünüşünüz yoluyla, ilk izleniminizi gölgeleyecektir. Temiz, bakımlı, özen gösterilmiş, derli toplu mütevazi bir görünüm, her zaman artı bir puandır. Giysinizde yemek lekesi varsa kendi kalitenizi ve hizmet kalitenizi anlatamazsınız. Bunun sebebi, ilk intibanızın dezavantajı olarak size karşı bir önyargı yaratma olasılığıdır. İlk intiba ile oluşan önyargıyı ise kolay kolay ortadan kaldıramazsınız. Einstein’e ait olduğu söylenen bir söz vardır: “Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.” diye. Dış görünümünüzden sonra,konuşmanız, üslubunuz, fikirleriniz ve inandırıcılık kapasiteniz, sizin sonraki adımda en çok etkileyici özelliğiniz olacaktır.

İkinci olarak, iletişimi tepki biçiminizin belirlediğini unutmayınız:İletişim süreci bazen beklenildiği şekilde başlamayabilir. Bireylerin öfke eşiği düşükse çok kısa zamanda çatışma ortamı oluşabilir. Böyle bir durum olduğunda sizin tepki biçiminiz olayların gelişimindebelirleyici olabilir. Bir sürücü dalgınlığından olsa gerek, tali yoldan ana yola kontrolsüz girerek bir kazadan kıl payı kurtulur. Diğer sürücü, camı açıp hakaret etmeye başlar. Dalgınlığını farkeden sürücü, hakaretleri duyunca “Bana mı?” diye sorar. Diğer sürücü “Evet, sana!”diyerek ekler. “Ehliyeti kasaptan mı aldın?” der. Dalgınlığından ayılan sürücü, el frenini çekip aşağı inmeye ve kavga etmeye karar verir. O esnada hapşırır. Diğer sürücü gayriihtiyari olarak “Abi çok yaşa!” der. Hapşıran sürücünün “Sen de gör!”demesiyle iki sürücü de birbirine bakıp gülmeye başlarlar! Birbirlerine dikkatli ve sakin olmaları konusunda gülerek önerilerde bulunup vedalaşır ve ayrılırlar. Sonuç:“Tepki biçiminiz, iletişimin yönünü, biçimini, içeriğini ve şiddetini belirler.”

Üçüncü olarak mesajları doğru yöntemleri kullanarak veriniz: Bireyler; görsel, işitsel ve dokunsal öğrenenler olarak üçe ayrılır. Mesajları hedef kitleye, sadece bir boyutu ele alarak gönderirseniz, amacınıza ulaşamayabilirsiniz. Örneğin bir öğretmen, öğrencilerine: “Kitabınızda 66. sayfayı açınız.” talimatını verdiğinde bu talimatı hangi öğrenen en kusursuz şekilde gerçekleştirebilir? Bu talimatı en kusursuz gerçekleştiren öğrenci, işitsel öğrenendir. Görsel ve dokunsal öğrenenler, bu mesaja hiçbir tepkide bulunmayabilir. Bu açıdan mesajlarınızı görsel, işitsel ve dokunsal olarak göndermeye çalışmanız gerekir. Toplantılarda da görseller kullanmanız, sunumları basılı olarak dağıtmanız, bu araçlarla birlikte görsel ve işitsel öğelere yer vermeniz, etkili iletişim kurmanızda size katkı sağlayacaktır.

Dördüncüsü, muhatabınızın ilgi alanları hakkında konuşunuz: İletişimde ilk hareketi başlatan, devam ettiren ve etkili hale getiren ilk mesajı gönderendir. İletişimin devam etmesini sağlamak yine göndericiye bağlıdır. İletişim kuracağınız kişiler hakkında araştırma yapınız. Ne tür müzik dinliyorlar? Hangi spor dalları ile ilgileniyorlar? Hobileri neler? Fobileri var mı? Gelecekle ilgili planları neler? Bu ve benzeri sorularla ilgili yapacağınız ön hazırlık, iletişim sürecinde size pek çok kapıyı açabilir. Bireyler, ilgi alanları birbirine benzer olanlarla daha kolay iletişim kurarlar.

Beşincisi, hatayı genellemeyiniz: Bireylerin pek çok davranışları vardır. Bu davranışların bazıları birbirine benzer, bazıları ise birbirinden bağımsızdır. Bazı davranışlar doğru olduğu gibi, bazıları da hatalıdır. Hatalı bir davranışa bakarak bireyler hakkında yargıya varmak, onları yargılamak doğru değildir. Davranışlar tek tek ele alınmalı, iyi ya da kötü olanlar birbirinden ayırt edilmelidir. Örgütünüzün demirbaş defterinde seksen tane sandalye olduğunu farz edin. İki tanesi kırıksa demirbaştan iki tanesini düşersiniz. Hepsini düşürmezsiniz. Bireylerin davranışları da böyledir. Hatalı olan davranışlar tanımlanmalı ve ifade edilmelidir. İyi ya da kötü olan bireyler değil, davranışlarıdır.

Altıncısı, en kısa zamanda “Hayır!” demeyi öğreniniz! Batı toplumlarında yetişen bireyler “hayır” demeyi doğal bir eylem olarak kabul edip günlük davranış haline getirirken bizim kültürümüzde “hayır” ifadesi, farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Hatta hayır cevabını veren kişi; anti sosyal, vefasız ve nankör gibi sıfatlarla da tanımlanabilmektedir. Oysa hayır demek, oldukça doğal olan ve bireyin öz varlığını, değerlerini ve ruh sağlığını korumak için ortaya koyduğu bir duruş, bir seçenektir. 2006 yılında, bir dershane patronunun odasında yurtdışında makale yazma konusunda sohbet ediyorduk. Günlerden cumartesiydi ve ortam oldukça kalabalıktı. Uluslararası bir dergi için yazdığım makale çalışmam için anadili İngilizce olan bir kişi arıyordum ve üç gün içerisinde düzeltmeleri yaptırarak dergiye göndermeyi planlıyordum. Odada bulunanlara bu konuyu anlattım. Dershanenin yöneticisi bana yardım edebileceğini, Avustralyalı bir İngilizce öğretmeninin olduğunu, makaleyi ona vereceklerini, aynı günün gecesi ve ertesi günü çalışarak bana teslim edebileceğini söyledi. Benim umutsuzca bekleyişim bu teklif karşısında kayboldu.Yönetici, İngilizce öğretmenini odasına çağırdı ve şahsıma ait olan makaleyi alıp düzeltmesini ve pazartesi sabahı en geç saat 09.00’a kadar teslim etmesini istedi. Öğretmen ise net bir “Hayır!” ile bunu yapamayacağını söyledi. Hafta sonu eşi ve çocuklarıyla Abant’a gezmeye gideceklerini, pazar akşamı geç vakitlerde döneceklerini ve böyle bir sorumluluğu alamayacağını ifade etti. Patronu bu olaya çok kızdı ve ona tepki gösterdi. Ben konuya müdahale ederek: “Bu hanımefendi, bir Türk olsaydı ve hafta sonu ailesiyle birlikte Abant’a gitmek için plan yapsaydı ve siz de ona iş verseydiniz muhtemelen sizin verdiğiniz işi kabul ederdi. İşi aldıktan sonra ya tatili iptal eder ya da makaleyi tatil yerine götürürdü. Bir taraftan öfke seline kapıldığı için tatilden haz alamaz, öbür taraftan eşine ve çocuklarına saldırıp kavga ettiği için onların tatillerini de burunlarından getirirdi.”dedim. Patronu ise bu açıklamamı haklı buldu ve birlikte Avustralyalı öğretmene iyi tatiller ve iyi eğlenceler diledik. Sonuç, ilk “Hayır!” sözü tepkiyle karşılanabilir. “Hayır” ifadesine çevrenizdeki kişileri alıştırın ve birlikte yaşadığınız kişilerin de özel alanlarına girdiğiniz zaman “Hayır’’ demelerini isteyin ve bunu olumlu karşılayın.

Yedincisi, ilişki değil, iletişim kurunuz: Çevrenizdeki kişilerin özel alanınıza girmelerine müsaade ederseniz, siz de onların özel alanlarına girerseniz; esas işlevlerinin yerine bireyleri farklı işlevlerde kullanırsanız, ilişki kurmuş olursunuz. İlişki yüz göz olmak, amaç dışı iş ve eylemlere yönelmek anlamına gelmektedir. İşyerinize sürekli hediyelerle gelip daha sonra da özel taleplerde bulunan kişiler de size aslında: “Benimle iletişim kurmayın, ilişki kurun.” demektedir. İletişim sürecinde ise amaç, görevler, sınırlar ve kullanılacak dil bellidir. Bireyler birbirlerine buna göre mesajlar gönderir.

Sekizincisi, geribildirimleri doğru veriniz:Geribildirim çoğu zaman yanlış iletişimin adresini oluşturur. Geri bildirim verirken onaylanan yerleri vurgulamak, onaylanmayan yerlere dikkat çekmek ve düzeltilmesi gereken kısımların nasıl düzeltileceğini belirtmek gerekir. Aksi takdirde geribildirim amaca hizmet etmeyebilir. Tanıdığım bir öğretim üyesi, doktora tez öğrencisine, tezin giriş kısmını yeniden yazması gerektiği konusunda önerilerde bulunmuştu. Bu konuya öncelikle tezin giriş bölümündeki güçlü yönleri anlatarak işe başladı sonra da esas noktaya, tezde düzeltilmesi gereken zayıf noktalara geldi.Tez öğrencisi, danışmanının yorumlarını anlamış gibi görünüyordu. Tez öğrencisi, üç hafta sonra ufak tefek değişikliklerle yeniden tez danışmanının yanına geldi. Tezin giriş kısmında, asıl düzeltilmesi gereken kısımlar düzeltilmemiş bir şekilde duruyordu. Danışman, yapılan düzeltmeden memnun olmadığını söylediğinde, tez öğrencisi danışmanını, kendisini yanlış yönlendirmekle suçladı: “Bana tezin giriş kısmının iyi olduğunu söylemiştiniz…” dedi. Bu örnek olaydaki iletişimde yaşanan asıl sorun, öğrenci ile danışmanın iletişime dayalı varsayımlarının farklı olmasıdır. Danışman, hatayı açıkça söylemenin doğru olmadığını düşünüyordu. Öğrenci ise danışmanın ilk söylediklerinin önemli olduğunu, daha sonra söylenen sözlerin ise, tali işlevi olabileceğini düşünüyordu.Burada yaşanan iletişim sorununu çözmenin yolu, muhatapların, iletişim sürecindeki varsayımlarını açıkça birbirine bildirmesidir.

Dokuzuncusu, doğrudan iletişim kurunuz:Genellikle üst düzey yöneticilerin, astlarıyla doğrudan iletişim kurdukları, kadınların ve astların üstleriyle dolaylı iletişim kurduğu ifade edilir. “Hangi iletişim tarzı daha iyidir?” sorusunun cevabı kültüre, kişiye, ortama ve koşullara göre farklılaşmaktadır. Eğer hedef kitle sizin kişiliğinizi ve davranışlarınızı biliyorsa dolaylı iletişim kurmanızda bir sakınca yoktur. Siz, dolaylı iletişim kursanız bile, hedef kitle, sizin mesajlarınızı doğru algılayabilir. Astlar, üstleriyle iletişim kurarken doğrudan iletişim kurmalarının yanlış anlaşılmalara neden olacağı korkusundan dolaylı iletişimi daha çok kullanmaktadırlar. Mesela Amerikalı yöneticiler doğrudan iletişimi tercih ederler. Ben de doğrudan iletişimin daha sağlıklı olduğunu düşünürüm. Bilgileri, verileri, kaygıları ve felaketleri dolaylı söylemek, amaçtan uzaklaşmaya, güç ve zaman kaybetmeye neden olabilir.

Onuncusu; kişisel değil, örgütsel iletişim kurunuz: İşgörenler, hizmet sundukları bireylerle iletişim kurarken genellikle kişisel iletişime odaklaşırlar. Kişisel iletişim, kısa ve uzun vadede hiçbir şey kazandırmaz; bilakis kaybettirir. İşgörenler, işlerini yaptıkları sürece örgütsel iletişim kurmalıdır. 2009 yılında trenle yaptığım bir seyahat esnasında, tren,raylardaki bir çalışma nedeniyle yarım saate yakın bekledi. Kompartımandaki görevliye neden beklediğimizi sinirli bir şekilde sordum. Görevli, “Sayın bakanımız, siz değerli vatandaşlarımıza daha hızlı, daha güvenli ve daha ucuz tren yolu hizmeti sunabilmek amacıyla, tren raylarında ve garlarda yenileme çalışmaları başlatmıştır. Siz değerli vatandaşlarımıza verdiğimiz geçici rahatsızlıktan dolayı özür dileriz.”dedi. Ben de kompartıman görevlisine:“Bırakın kardeşim bu lafları! Milleti aptal yerine koyuyorsunuz, resmen zulüm yapıyorsunuz!”diyerek yüksek sesle cevap verdim. Beni sabırla dinleyen görevli: “Vallahi beyefendi haklısınız. Biz de vatandaşlarla kavga etmekten, papaz olmaktan bıktık usandık.”dedi. Kompartıman görevlisi, benimle ilk önce örgütsel iletişim kurdu ve örgütü, örgütün icraatlarını, politikalarını anlattı. Ben sabırsız bir davranış sergilemeye devam edince kişisel iletişime geçerek benimle birlikte örgütü ve yönetimin politikalarını eleştirmeye başladı. Kişisel iletişim, sizi bazı saldırılardan korur gibi görünse de örgütünüze kısa ve uzun vadede zarar verebilir.

Onbirincisi, “sen” dili yerine “ben” dilini kullanınız:İletişim sürecinde genellikle en yaygın kullanılan dil “sen” dilidir. “Sen” dili: itici, yargılayıcı ve suçlayıcıdır. “Ben” dili ise, bireyin olaydan nasıl etkilendiğini gösteren, muhatabıyla paylaştığı bir iletişim biçimidir. Örneğin:

“Sen” Dili: “Burada sağır yok. Seni uyarıyorum, bağırarak konuşma!”

“Ben” Dili: “Sen yüksek sesle konuştuğun zaman, ben olumsuz yönde etkileniyorum.”

Yukarıdaki iki ifadeden hangisini duymayı tercih ederdiniz?

On ikincisi, işgörenlerin öz saygısını geliştiriniz: İşgörenler, özsaygılarını yitirdiklerinde kendilerini önemsiz ve değersiz hissedebilirler. Onlara önemli ve değerli olduklarını hissettirmenin yolu, öz saygılarını geliştirici yönde iletişim kurmaktır.

Öz saygıyı yok eden dil: “Bu işyerine geldin geleli çalışmadın. Kağnı gibisin!”

Öz saygıyı geliştiren dil:“Kendini motive etme konusunda, sanki biraz sıkıntıların var gibi. Sana nasıl yardımcı olabiliriz?”

Siz bu ifadelere muhatap olsaydınız, hangi ifadede kendinizde değişime gönüllü hale gelirdiniz? Emir cümleleri tepkiye; yol gösterici ve öneri geliştirici cümleler ise uzlaşmaya davet eder.

On üçüncüsü, rica ediniz: Genellikle yöneticiler, astlarıyla konuşurken emrederler:

“İzine gidecekseniz üç gün önceden izin yazınızı müdüriyete teslim ediniz.”

Bu emir cümlesi, hedef kitlede olumsuz bir algı yaratır. Bu cümlelerin yerine daha yapıcı, daha olumlu mesajlar göndermeniz gerekir:

“Müdür bey henüz gelmedi. Bekler misiniz? Yoksa daha sonra tekrar gelmeyi mi tercih edersiniz? İzin yazılarınızı, izin tarihinden önce verirseniz, zamanında izine çıkmanız mümkün olur.”

On dördüncüsü, “KÖH” trenine bininiz: KÖH kelimesi “Kabul et”, “Özür dile” ve “Harekete geç” ifadelerinin ilk harflerinden oluşur. İnsanlar herhangi bir konuda şikâyetçi olduklarında, onlara isteklerinin neden olmadığını anlatmaya çalıştığınızda, sizi anlayıp affedebileceklerini düşünebilirsiniz. Siz ne kadar mazeret ve gerekçe üretirseniz, muhatabınız da o ölçüde sinirlenir. Çünkü kendisinin bu sözlerle avutulduğunu düşünür. Hatta açıklama yapmaya çalışmanız, onun gözünde sizin sorumluluk üstlenmediğinizi gösterir. Bu durum, muhatabınızı daha da öfkelendirir. (Horn, 2004: 77) Bu aşamada, bireyin mağduriyetini kabul edin, gecikmeden dolayı özür dileyin. Daha sonra: “Lütfen, bana 10 dakika müsaade edin. Sorununuzu çözmeye çalışayım.” ifadesini kullanın. Mesela 2010 yılında kendime bir mont almıştım. Eve geldiğimde montun düğmelerinden birisinin olmadığını gördüm. Satıcıya gidip düğmenin eksikliğini söylediğimde bana: “Bu ayıplı malı size sattığımız için özür dileriz. Lütfen, farklı bir mont seçiniz.”dedi. Lacivert mont aradığımı söylediğimde, lacivert montun olmadığını ancak diğer mağazalara bakacağını söyledi. Başka bir mağazada bulduklarını yaklaşık 35 dakika içerisinde mağazadan montun geleceğini, bu zaman diliminde, alışveriş merkezi içerisinde bulunan pastanede ikramlarını kabul etmemi rica ettiler.33 dakika sonra mont geldi. Ben alışkın olmadığım bu durum karşısında bir hayli şaşırmıştım. Sanıyorum satıcı “KÖH”treninden haberdardı.

On beşincisi, sözel iletişimde tonlamalara dikkat ediniz: Sözel iletişimde ses tonunuzu değiştirirseniz, sözün anlamı da değişir (Kiely, 1993, s. 194; Akt. Robbins ve Judge, 2013, s. 349).

Vurgu: Neden ben bu akşam seni yemeğe davet etmiyorum?

Anlamı: Bir başkasını davet edecektim.

Vurgu: Neden ben bu akşam seni yemeğe davet etmiyorum?

Anlamı: Gideceğin kişi yerine benimle gelebilir misin?

Vurgu: Neden ben bu akşam seni yemeğe davet etmiyorum?

Anlamı: Seni davet etmemem için neden bulamıyorum.

Vurgu:Neden ben bu akşam seni yemeğe davet etmiyorum?

Anlamı: Benimle bir sorunun mu var?

Vurgu: Neden ben bu akşam seni yemeğe davet etmiyorum?

Anlamı: Tek başına gitmek yerine benimle yemek yer misin?

Vurgu: Neden ben bu akşam seni yemeğe davet etmiyorum?

Anlamı: Yarın öğle yemeği yerine akşam yemeğine gidelim mi?

Vurgu: Neden ben bu akşamseni yemeğe davet etmiyorum?

Anlamı: Yarın akşam değil.

Gördüğünüz gibi bir soru cümlesinden, vurgulama yardımı ile yedi anlam birden elde etmek mümkündür.

On altıncısı, iletişimde “tost” tekniğini kullanınız: Herhangi bir kişiyi eleştirirken doğrudan olumsuz ifadeyi kullanırsanız sizin haksızlık yaptığınızı, olumlu ve güzel yönlerini göremediğinizi düşünür. Sizin eleştirileriniz yerine kendisine yapıldığını düşündüğü haksızlık üzerine odaklaşır. Bu sorunu yaşamamak için öncelikle bireyin olumlu bir yönünü ifade ettikten sonra, eleştirdiğiniz yönünü de öneri şeklinde sunmanız ve tekrar bir olumlu yönünü daha ona hatırlatarak konuşmanızı bitirmeniz, size sağlıklı bir iletişim ortamı sağlayacaktır. Bu durumu iki ayrı örnekle açıklayalım:

Olumsuz örnek: “İşe zamanında gelmiyorsun, sürekli geç kalıyorsun. Dikkatli ol!”

Olumlu örnek:“Kayıtları inceledim en az siz izin almışsınız. Mesai giriş-çıkış saatlerine de dikkat ederseniz, çok daha iyi olacak. Sizinle ilgili olarak müşterilerden de çok güzel dönütler alıyoruz.”

Olumsuz örnek: “Yemeğe fazla tuz atıyorsun. İğrenç bir hal alıyor. Yemeği yemek mümkün değil!’’

Olumlu örnek: “Üç çocuk bir de ben, hepimize koşturuyorsun ve çok fazla yoruluyorsun. Ayrıca bizim sağlıklı ve dengeli beslenmemiz için çaba sarf ediyorsun. Bir de yemek yaparken yemeğe az tuz atsan emin ol fevkalade iyi olacak. Emeğin ve ilgin için sana çok teşekkür etmek istiyorum.”

On yedincisi, hedef kitlenin ego durumlarını fark ediniz: Benlik durumları, birbirine benzer duygu, düşünce ve davranışlardan oluşmuş bir bütündür. Transaksiyonel analizde, üç tip benlik durumu vardır. Davranışlarımızı bu üç ego durumuna göre belirleriz (Chalvin, 1996, s. 23):

Ebeveyn ego durumu: Ebeveyn benlik; emir verme, yargılama, suçlama, koruma, yardım etme davranışlarıyla gözlemlenebilir. Örneğin:“Bir hafta içerisinde bu proje hazır olsun.”;“İstediğin zaman ben yardıma hazırım.”

Ebeveyn ego durumu, yol gösterici ebeveyn (+), yardım eden ebeveyn (+); suçlayıcı ebeveyn (-) ve aşırı koruyucu ebeveyn (-) davranışlarından oluşur.

Yetişkin ego durumu: Yetişkin ego durumu; tarafsızlık, etkinlik içinde olma, bilgi arayışı, karar verme gibi davranışlarda kendini ortaya koyar. Örneğin:“Araştırmalar, bu yılki otomobil satış oranlarının %8 civarında düşme gösterdiğine işaret ediyor.”, “Meteorolojiden alınan hava tahmin raporlarına göre, yarın Ankara’da hava sıcaklığı 18 derece olacak…”ifadeleri yetişkin ego durumu ifadeleridir.

Çocuk ego durumu: Çocuk benlik; doğal hareketler, canlılık, duyguların dışa vurumu, otoriteye boyun eğme ve başkaldırma gibi davranışlarla kendini gösterir. “Oh be! Nihayet yemekler geldi.”, “Siz nasıl arzu ederseniz, ben öyle çizerim.”,“Ben bal gibi yaparım.”, “Kimsenin yardımına ihtiyacım yok.” bu duruma örnek olabilecek ifadelerdir.

Çocuk ego durumu; uyumlu çocuk (+), asi çocuk (-), boyun eğen çocuk (-) ve özgür çocuk (+) (-) davranışlarından oluşur.

En çok tavsiye edilen ego durumu, “yetişkin-yetişkin ego” durumudur. Liderlerin liderlik stilleri, ego durumlarının belirlenmesinde etkili rol oynar. İşlemci liderler, izleyenleriyle,“çocuk ego” durumunda iletişim kurarlar. Dönüşümcü liderler ise“ebeveyn ego” durumunun olumlu yönlerinden hareket eden, hedef kitlenin “çocuk ego” durumuna hoşgörüyle yaklaşan, aynı zamanda “yetişkin-yetişkin ego” durumunu da kullanan bir yönü kullanırlar. Liderlerin karar sürecinde, “yetişkin-yetişkin ego durumunun”, çözüm seçeneklerinin saptanmasında “çocuk-çocuk ego durumu” etkililiği artırabilir. Beyin fırtınasında “çocuk ego” durumu etkili iken, seçeneklerin gözden geçirilmesinde “yetişkin-yetişkin ego durumu” daha etkilidir. Çatışma yönetiminde tarafsızlık açısından “yetişkin-yetişkin ego durumu” tercih edilir. Çünkü nesnelliği sağlar. Örgütsel değerlerin açıklığa kavuşturulması esnasında “ebeveyn-ebeveyn ego durumu”, duyguların paylaşımında ise “çocuk-çocuk ego durumu” kalıcılığı ve etkiyi artırır. Ayrıca, gizli bir çatışmanın ortaya çıkmasını da önlemiş olur (Paussard, 2014).

On sekizincisi, yeterli bilgi sahibi olmadan yorum yapmayınız: Bir konu hakkında yeterli düzeyde bilgi sahibi olmadan yorum yapmayın ve yargılamayın. İletişim sorunu yaşayanların genellikle bu hataya düştükleri görülür. Bir seçim sürecinde, birlikte çalıştığımız arkadaşlarda gözlediğim en önemli özellik buydu. En küçük bir olayda, herkes yorum yapmaya başlıyordu. Gelinen nokta, amaçtan tamamen sapma noktasıydı ve yanlış çözüm yöntemlerinin ortaya atılmasına neden oluyordu. Liderler, öncelikli olarak doğru bilgiye ulaşmaya çalışmalı ve doğru bilgiden hareket ederek yorum yapmalı ya da seçenekleri bulmaya çalışmalıdır.

On dokuzuncusu, “ama” yerine “ve” kullanınız: Horn (1997, ss. 100-111), “Bir kişi ile anlaşmazlık yaşadığınızda, muhtemelen her ikinizde ‘ama’ sözcüğünü kullanıyorsunuzdur. ‘Ama’ çatışmayı kışkırtır ve önler. ‘Ama’ öfkelendirir ve yatıştırır. Bundan böyle söylenenleri birleştirmek için ‘ve’yi kullanın. O zaman, karşıt fikirlerinizi konuşmayı münazaraya çevirmeden tartışabilirsiniz.”der. Aşağıdaki örnekler bu durumu çok daha iyi açıklayacaktır:

A: “Denize gitmeyi sevmediğini biliyorum, ama ben seviyorum.”

A: “Denize gitmekten hoşlanmadığının farkındayım veben buna önem veriyorum.”

B: “Dediğini anlıyorum, ama bu konuda niçin böyle inat ettiğini anlamıyorum.”

B: “Ne hissettiğini anlıyorum ve sanıyorum bu işi endişelerini boşa çıkaracak şekilde yürütebiliriz.”

Yirminci ve son ilke ise iletişimin hayatın kendisi olduğudur: İletişim, bireyin dünyaya açılan penceresidir. Bu sebeple etkili iletişim kurmada dikkat edilmesi gereken hususlara ek olarak ruh sağlığınız, değerleriniz ve hayata bakış açınızda önemli rol oynar. Bu konuda genç bir çiftin yaşadığı bir örnek olay etkili iletişim kurmamızda bizlere rehberlik yapabilir: Genç bir çift, yeni taşındıkları evin mutfağında sabah kahvaltısı yaparken komşuları da çamaşırları asıyormuş. Kadın kocasına: “Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor.” demiş. Kocası ona bakmış, hiçbir şey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş. Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş. Bir ay kadar sonra bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış: “Bak” demiş kocasına “çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba?”Kocası ise cevaplamış:“Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim!” …

Sonuç olarak bizim bakış açımız, değerlendirme biçimimiz, algılarımız bizi yanıltıyor olmasın! Bingaman’ın dediği gibi: “Etkili iletişim iki yönlü bir süreçtir, bir verici ile bir alıcı arasındaki düşünce alışverişidir.Her bir tarafın bu sürece katılımı geçmiş deneyler, değerler, ihtiyaçlar ve duygulardan çıkan kişisel algılamalara dayanır.”Etkili iletişim kurmak istiyorsak bakış açımızı, yargılarımızı ve normlarımızı bir kez daha gözden geçirmemiz, gerekirse değiştirmemiz ve bunu ihtiyaç hissettikçe de sürekli yapmamız gerekir. Genel olarak iletişimin, bu makalede ifade edilen yirmi maddeden daha fazla anlam içerdiğini ve daha geniş özelliklere sahip olduğunu kabul etmemiz gerekir. İletişimde sizin sosyal beceriniz, öfke kontrolünüz, iletişime açık ya da kapalı olmanız önemli rol oynar. İletişim, domino taşlarına benzer. Sizin olumlu yönde etkilediğiniz birey başkalarını da olumlu yönde etkilediği gibi, olumsuz yönde etkilediğiniz birey de başkalarını olumsuz yönde etkileyebilir. Kısa ve öz konuşmak, duru anlatımı tercih etmek ve mesajları muhatabınızla çok açık ve tartışmaya mahal bırakmaksızın paylaşmak, kısa ve uzun vadede sizlere önemli kazanımlar sağlayabilir. İletişim bir sanattır, iletişim kuran da bir sanatçı… Sanatın güzelliği sanatçının maharetinde gizlidir…

Kaynaklar

Basit bir selam vermek. http://www.sosyalbilgiler.biz/forum/b170/iletisim-konusunda-okunabilecek-guzel-hikâyeler/ sayfasından erişilmiştir.

Berko, R.M., Wolvin, A. D., & Wolvin D.R., (2001). Communicating a social and career focus. Boston: Houghton Mifflin Company.

Chalvin, D. (1996). Lesoutils de base de l’analyse transactionnelle. Paris: ESF.

Horn, S. (1997). Tongue Fu. (Çev. Zülfü Dicleli). İstanbul: Boyner.

Horn, S. (2004). Okul hayatında Tong Fu. (Çev. Gülden Şen). İstanbul: Boyner.

Paussard, J. (2014). Transaksiyonel analiz ve yönetim liderinin benliği.http://ta.org.tr/wp-content/uploads/2014/03/TA_ve_Yonetim.pdfsayfasından erişilmiştir.

Robbins, A. (2005). Leadership Academy manual. https://www.tonyrobbins.com/ events/leadership-academy/sayfasından erişilmiştir.

Robbins, S.,& Judge, T. (2013). Örgütsel davranış (Çev.Ed. İnci Erdem). Ankara: Nobel.

Tevrüz, S., Artan, İ., & Bozkurt, T. (1999). Davranışlarımızdan seçmeler (Örgütsel yaklaşım). İstanbul: Beta.