Biliyorsunuz, kimse ile “sen-ben kavgası”na girişmek istemem..

Birisine eleştiri getirdi isem, maddi hatam olduğunda ikaz edilmeyi isterim..

Onun dışında, benim bakış açıma bir cevap var ise, “Ben bir pencereden baktım, muhatabım da başka bir pencereden bakmış” der..

Uzatmamaya çalışırım..

Önceki gün, Fatih Altaylı’nın ismini vererek, “Yine Lozan, yine bildiğiniz angutluklar!” başlığı ile bazı değerlendirmelerde bulunmuştum..

Rahatsız olmuş, Fatih Bey..

“Eee.. Fransız’ın Galatasaray Lisesi’nde okursanız.. Böyle kafa karışıklığı yaşarsınız..” dememden memnuniyetsizliğini aktarmış..

“Gavur aşığı Karahasan!” diye başlamış..

Olabilir, bu isnadı yapabilir, bir şartla: “Altını doldurmak!”

Hayır, altını pisletmek anlamında demiyorum..

Delillerini söylemek, iddiasını ispat etmek şartı ile..

İspat sadedinde neler söylüyor, muhatabımız?

“Lozan Antlaşması’nı savundum diye Akit gazetesi beni ‘Gavur aşığı olmakla’ suçlamış” diye konuya girmiş.

“Karahasanoğlu demiş ki, ‘Eee, Fransız’ın Galatasaray Lisesi’nde okursanız...’

Derim hep ‘Cahille tartışma seni de öyle zannederler’ diye.” devam etmiş.

Etmiş de..

Cahillik suçlamasını, neye dayalı olarak yapmış?

Onu da aktarayım..

Kavga etmek için değil..

Laf yetiştirmek için değil.

Eğer bir cahillik var ise, biz düzeltelim.. Vatandaş bilsin.. Yok, cahillik olmadığı halde, birileri pişkince suç bastırmaya çalışıyorsa, bu özelliği bilinsin..

Devamında diyor ki Altaylı:

“Şimdi gel de bu cahile anlat anlatabilirsen Galatasaray Lisesi’nin Fransız değil yüzde bir milyon yerli ve milli olduğunu.

Yahu okulu kuran ecdad dediğiniz Abdülaziz.

Sultan Abdülaziz.

Padişah, padişah!

Napolyon değil.”

Aldık, kabul ettik..

Haşa bizim her sözümüz, doğa üstü bir kaynaktan tescilli değil.. Haşa.. Binlerce haşa..

Biz bir şey söyledik..

Cevabını aldık: “Sultan Abdülaziz..”

O zaman, buyrun Galatasaray Lisesi’nin kendi internet sitesine gidelim..

“Sultan Abdülaziz” cevabını irdeleyelim..

Lisenin tarihçesini dörde ayırmışlar.

Önce “genel” başlığı ile bir anlatım yapmışlar..

Tarihçeyi II. Bayezid’e dayandırmışlar.

Olsun, biz o kadar eskilere gitmeyelim..

Altaylı’nın kurucu kabul ettiği Abdülaziz dönemine gelelim..

Lisenin resmi sitesinden aktarıyorum: 

“Kurum, Fransa’daki lise eğitimine denk ve aynı kalitede öğrenci yetiştirir. Ve bu öğrencilerin arasında katolik, ortodoks ve musevi öğrenciler de vardır. 9-12 yaşlarında, öğretime başlayabilen bu öğrenciler dil durumlarına göre fransızca ya da türkçe hazırlık okumaktadırlar.”

Bu ifadeler size bazı konularda uyarıcı oluyordur, sanırım.

Biz internet sitesindeki ikinci bölüm olan 1481-1868 dönemini atlayıp, 1868-1923 dönemine bakalım:

“Islahat Fermanı (1856) ilan edilir. Ancak, istenen kapsamda geliştirilecek, batılılaşma hareketinin esaslarını uygulayacak kadrolara gereksinim vardır. Bu kadroların kaynağı ise yeni düzenlemesiyle, Türkçe ve Fransızca eğitim veren Mekteb-i Sultani’dir. Fakat bu kez okul önceki dönemlerinden farklı olarak her dinden öğrenci kabul etmektedir. Bu durum ise, her dinin ruhani liderlerinin tepkisini çekmektedir.”

“Sultan bu sultan.. Napolyon değil” diyordu ya Altaylı..

Ben cevaben bir şey demeyeyim, Altaylı’nın mezun olduğu Galatasaray Lisesi’nin internet sitesi, ona cevap versin:

“(...) Hahambaşı da okul müdürünün Fransız olması bahanesiyle musevilerin okula gitmesini onaylamadığını açıklar. Bütün bunlar peş peşe gelişirken Şeyhülislam da hıristiyanlar ile müslümanların bir arada bulunmasının sakıncalı olduğunu ve okulun derhal kapatılması gerektiğini söyler.”

Ben bir şey demiyorum.. Abdülaziz’in kurduğu okulun resmi internet sitesinde yazılı, tüm bunlar..

Bunlar yeterli değil, daha başka somut bilgiler mi istiyorsunuz? Buyrun, bire bir alıntılamaya devam ediyorum:

“Bunca tepkiye rağmen okul açılır ve o dönemde henüz Fransa’da bile uygulamaya geçmemiş olan, dini eğitimin esas alınmadığı laik sistemde eğitim başlar.”

Haaa..

Neymiş demek ki?

Bizim inancımızda, örfümüzde olmayan bir sistem ile kurulan bir okul imiş..

Bunu överek anlatırken söylüyor, Galatasaray Lisesi’nin resmi sitesi..

Bize fazla bir şey söylemek, düşmez..

Peki “İlk müdür kim” diye merak ediyor musunuz?

Yorum yapmayalım, alıntılayalım:

“İlk müdür Mösyö De Salve’nin de çabalarıyla okula ders araç ve gereçlerinden, karyolalara kadar birçok eşya Fransa’dan getirtilerek öğrencilere seçkin bir ortam sunulmuş oluyordu.”

Bu bilgiler yeterli olmalı ama..

Hepsi Osmanlı döneminden.. 

Biz Osmanlı döneminde, bizim açımızdan da her şeyin dört dörtlük olmadığını söylüyoruz da..

Muhataplarımız bunu bir türlü kabullenmiyorlar..

O zaman, bir de okulun “Cumhuriyet dönemi” başlıklı anlatımını okuyalım:

“Tevhid-i Tedrisat Kanunu uyarınca eğitimde birlik sağlanması için sübyan mektepleri, medreseler ve azınlık okulları arasında dini eğitim verenler kapatılırken Galatasaray Lisesi, 1868’den bu yana sürdürdüğü laik kimliği sayesinde bazı değişikliklerle ayakta kalmaya devam eder.”

Demek ki ne imiş?

“Ordan mezun olursanız, Fransız gibi düşünürsünüz” dediğimiz Galatasaray Lisesi, Tevhid-i Tedrisat’tan bile muaf tutulan bir okul imiş.. Anlarsınız ya.. Lozan, özel okul, azınlık vesair muhabbetleri.. 

Diyeceksiniz ki, tüm bunlara rağmen, lisedeki öğretmen kadrosu nasıl?

Buyrun bugünden vereyim:

Ders Nazırı Philippe Wolf

Fransızca öğretmenlerinin Evelyne Munch, Sophie Gallego Şarbat, Dominic Pidolle, Helene Basse, Charlotte Cordon, Nathalie Loffredo, İlona Mouandza olmasını es geçelim..

Fransızca öğretiyorlar, sonuçta.. Biz de yiyoruz..

Peki matematik dersine kim giriyor? Padişah Abdülaziz’in yeğenleri mi? Bir bakın, belki siz tanırsınız: Amedee Erard, Samuel Gault, Florian Artaud.

Neyse ki, Fizik-Kimya’ya, Abdülmecid padişahımız, hanım tarafından yeğenleri çağırmış: Guy Dufaut, Yohann Nyırumulınga, Eric Collard De Mcquerh.

Diyeceğim şu ki, bu okulu da bize, Abdülaziz’in kurduğu, yerli ve milli bir okul olarak tanıtıyorlar ya..

Kimbilir, bize bunu dikte etmeye çalışanlar, yazılarında daha başka neleri, neler olarak yutturuyorlardır, siz düşünün..