Mesleğe başladığım ilk yıllardan beri, her yıl öğretmen adaylarına bir halk türküsü öğrenme mecburiyeti getiririm. Dönem sonunda herkes bu kültürel etkinliği derste herkesin gözü önünde icra etsin, derim. Bazı öğrenciler sesim güzel değil, bazı öğrenciler ise ben utanırım gibi mazeretlerle, bu planımı hep değiştirirler. Aslında birçok halk türküsünü ezbere bilmeme rağmen okurken zorlanırım ve çoğu zaman sesim detone olur. Belki de bu yüzden çok fazla öğrencilere ısrarcı olmam. Arabamda halk müziği CD’leri ile uzun yolculuk yapmak, benim için vazgeçilmezler arasında yer alır. En çok dinlediğim türkü, Oğuz Aksaç’ın okuduğu “Bir çift turna gördüm bizim ellerde…” Her nedense ne zaman bir türkü duysam, bir ağırlık çöker üzerime. Yemen’e gidip de gelmeyen Mehmet’i, Çanakkale’de parça parça olan bedeni torbaya koyulup defnedilen şehit Ali gibi binlerce vatan evladını hatırlarım. Bu duygu yoğunluğuna rağmen, hâlâ türkü dinlerim, türkü mırıldanırım.

Türküler Anadolu insanının dertlerini, aşklarını, hasretlerini ve acılarını anlatır. Türkler; türkülerle güler, türkülerle oynar, türkülerle ağlar. Türkünün, duygu yoğunluğunu anlamak için Anadolulu olmak, Yemen’e gidip de gelmeyen dedeyi hatırlamak, tarihin derinliklerindeki duygu yüklü efsaneleri bilmek gerekir. Türkü sözcüğünün kaynağı Türk sözcüğüdür. Türk sözcüğünün sonuna nispet eki ulanarak türkî elde edilmiş; bu sözcük zamanla türkü sözcüğüne dönüşmüştür. 1968 yılında Hikmet Dizdaroğlu’nun, Ahmet Kutsi Tecer’den aktardığına göre; “Varsağı, türkmani gibi türkü de eski yır’lardan yani milli musiki kaynaklarından olmuştur.

Bana türküler kadar, türkülerin hikâyeleri de çok ilginç gelir. Duyduğum bir türkünün hikâyesini öğrendiğimde, türküyü daha başka dinlerim. Türkünün sözlerinden daha fazla etkilenirim. Bu türkülerin hikâyelerini öğrencilerime anlatır, onları bazen ağlatır, bazen de güldürürüm. Türkülerin dili ile ders yaptığım zamanlar olur. Türkü, derslerimin vazgeçilmez araçları arasındadır.

Öğrencilerimle ders işlerken en çok kullandığım türkülerden birisi, Kastamonu’nun Tosya ilçesine ait “Tiridine Bandım” türküsüdür. Bu türkünün hikâyesini değil, sözlerini açıklarım.

Of oooof (Hey heeey)
Sabahleyin erken çifte giderken amman amman
Öküzüm torbadan düşmüş gördün mü amanini yandım

İlk sorum, öküz torbadan düşer mi? Öğrenciler, düşmez cevabını verirler. Kastamonu yöresinde, arpa ve saman karıştırılan torba, öküzün boynuzlarından geçirilip boynuna asılır. Bazı öküzler kafalarını salladıklarında, torba yere düşer, öküz beslenemez. Bu duruma yöresel olarak “Öküz torbadan düştü.” adı verilir. “Öküz torbadan düşmek” deyimi, torbanın içerisinden yere düşmek değil, arpa ve saman karışımı olan yiyeceklerden öküzün mahrum kalmasıdır.


Of oooof (Hey heeey)
Manda yuva yapmış söğüt dalına amman amman
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü amanini yandım

İkinci sorum, manda söğüt dalına yuva yapar mı? Öğrenciler yapamaz cevabını verirler. Kastamonu ilinde baskın olan iklim karasal iklimdir. Genellikle bataklık alan yoktur. Mandalar bataklık alanı çok sever. Çamurların içinde yuvarlanmaktan, sırtlarını kaşımaktan çok hoşlanırlar. Manda sahipleri yapay olarak oluşturdukları bataklığın içine söğüt ağacından dal keserek bataklığın içerisini kare kare örerler. Mandalar bataklığa girip, söğüt dallarının üzerinde yuvarlanıp, tepinirler. Mandanın yuva yaptığı alan, bu söğüt dallarının arasıdır. Yuva söğüt ağacının dalında değil, bataklığın içerisindedir.

Üçüncü sorum, manda yavrusunu sinek kapabilir mi? Öğrenciler kapamaz, cevabını verirler. Kastamonu yöresinde “kapmak” sözcüğü “ısırmak” anlamına gelir. Manda yavrusunu sinek kapmış ifadesi “sinek ısırmış” anlamında kullanılır. Benzer şekilde “köpek kapmış”, “köpek ısırmış” anlamındadır. Derste öğrencilerin dikkati dağıldığında bu şekilde bir türkü sözünü açıklamak, dağılan dikkatin yeniden toparlanmasında etkili rol oynar. Aynı zamanda Türk kültürünün, kültürel motifleri hakkında bilgi vermek, öğrencilerin milli değerleri benimsemelerinde etkili rol oynar.

Türkülerin hikâyelerini öğrencilere anlatmak da, sınıfta dikkat çekmede etkili olur. 2010 yılında Muğla iline bir konferans için gitmiştim. Yetkililer gezi amaçlı beni “Belen Köyüne” götürdüler. Orada Belen kahvesinde çay içtik ve “Ormancı” türküsünün hikâyesini dinledik. Hikâye çok üzücü geldi bana:

Mustafa 1922 yılında dünyaya gelmiş bir ağa çocuğudur. El bebek gül bebek yetiştirilmiş, güçlü kuvvetli bir yiğit delikanlıdır ve en yakın arkadaşı da köy muhtarlığı yapan Tevfik Bey’dir. Bu iki arkadaş köy kahvesinde buluşurlar ve en sevdikleri oyun olan dama oynarlar ama iddiasız da oynamayı pek sevmezler. Yine bir temmuz sıcağında Mustafa ve Muhtar Tevfik iddialı bir dama müsabakası yaparlar. Oyun çevredekiler tarafından da ilgiyle izlenirken köyde orman muhafaza memurluğu yapan Sarı Memet lakaplı kişi sarhoş bir vaziyette kahveye gelir. 1946 seçimleri de o dönemde yeni yapılmış, seçim evrakları da köy bekçisi tarafından götürülmesi gerektiği için, seçim sonuçlarının ilçeye gönderilmesi söz konusudur. Sarhoş vaziyetteki ormancı ise komşu köyde birkaç gün önce meydana gelen yangın tutanaklarını bekçi ile ilçeye göndermesi için muhtara ricada bulunur ama muhtar seçim sonuçlarının daha önemli olduğunu, öncelikle seçim sonuçlarının ilçeye gitmesi gerektiğini söyleyerek ormancının teklifini kabul etmez ve aralarında tartışma başlar.

Ormancı kızar ve dama tahtasına yumruk atar. Mustafa bu duruma çok kızar ormancıya bir tokat atar. Olayın büyümemesi için köylüler ormancıyı kahvenin arka tarafına götürürler ama ormancı bağırıp çağırıp, küfürler savurmaya başlayınca Mustafa bu duruma tahammül edemez yerinden kalkarak ormancının üzerine doğru yürür. Ormancı da kendisini savunmak için bıçağını çıkararak Mustafa’yı kolundan yaralar. Mustafa, sarhoş vaziyetle ne yaptığını bilmez hareketler yapan ormancıyı korkutmak amacıyla belindeki silahını çıkarır yere doğru birkaç kez ateş eder. Muhtar da olayın büyümesinden şüphe duyarak ve ormancının Mustafa’yı bıçaklamaması için elinden tutar, ormancı iyice efelenmeye başlar, Mustafa da canı yandığı için kendini bilmez bir vaziyette tabancanın tetiğine basar. Kör kurşun, Mustafa’nın en çok sevdiği arkadaşı Muhtar Tevfik’e isabet eder. Muhtar yere yıkılır kalır. Durumu gören Ormancı Mehmet korkusundan kaçmaya başlar. Mustafa kaçmakta olan ormancıya da ateş etmeye başlar, ormancı da yere düşer, ancak arka cebinde bulunan tütün tabakası onu ölümden kurtarır. Fakat Muhtar Tevfik kanlar içinde yerde yatmaktadır. O dönemin şartlarında Muhtar Tevfik tahta bir sedye ile köyden 23 kilometre uzakta bulunan Muğla Devlet Hastanesine yetiştirilir, ancak muhtar çok kan kaybetmiştir. Mustafa, doktora arkadaşını iyileştirmesi için yalvarır. Ancak doktor, yapacak fazla bir şey olmadığını söyleyince herkes yıkılır. Öleceğini bilen muhtar, Mustafa’yı el işaretiyle yanına çağırarak “Ben ölüyorum, hakkını bana helal et.” der ve son nefesini verir. Mustafa dört yıl cezaevinde kabus dolu geceler geçirir ve sürekli rüyasında Muhtar Tevfik’i görür. Ormancı o bölgede fazla barınamaz tayinini başka bir beldeye ister ve gider. Muhtar Tevfik geride bir eş üç tane de çocuk bırakmıştır. Karısı Pembe de 25 yaşındadır. Eşinin acısına dayanamayan Pembe, olaydan birkaç yıl sonra akli dengesini yitirir.

Bu arada bölgede Tahir Usta adında bir değirmenci vardır. Mustafa’nın da anne tarafından akrabasıdır. Değirmenci Tahir Usta, Ormancı, Mustafa Şahbudak ve Muhtar Tevfik arasındaki olayı besteler. Türkünün adı da Ormancı’dır. Düğünlerde söylenir hale gelir. Mustafa Şahbudak bir gün türküyü radyoda duyar ve çok hüzünlenir radyoyu kapatır. Bu türkünün hikâyesini öğrendikten sonra, yöresel sanatçı Mehmet Topçuoğlu’ndan da türküyü tarafımdan dinlemek çok anlamlı olmuştu.

Türkülerle değer, ahlâk anlatmak mümkündür. “Uyan Sunam” türküsü, yalan ve iftiranın ne tür sonuçlar üreteceğinin en önemli göstergesidir. Bu türkünün hikâyesini dinletip, öğrencilerin yapılandırmacı anlayışa göre ana fikrini çıkartmalarının istenmesi, türküleri sadece dinlenen bir öğe olmadan çıkartır bir eğitim materyali haline dönüştürür. “Uyan Sunam” türküsünde, Suna, Fahri Kayahan’ın eşidir. Huzurlu, mutlu bir evlilikleri vardır. O dönem Malatya’da kadınların en büyük eğlencesi hamam sefasıdır. Suna komşularıyla birlikte hamama gider. En yakın arkadaşı olan Neriman Hanım, Suna’nın sırtındaki ben’i görür. Akşam eve geldiğinde sohbet sırasında kocası Mustafa’ya, Suna’nın sırtında ben var, der.

Fahri Kayahan, mahalle kahvesinde Mustafa adındaki komşusu ile sohbet esnasında kavga eder. Kavgada Mustafa, Fahri Kayahan’ı üzmek için “Ben senin eşinin sırtındaki ben’i bile bilirim…” der. Fahri Kayahan orada yıkılır. Suna’nın kendisine ihanet ettiğini düşünür ve bir türlü Suna’ya inanmaz, ikna olmaz. Suna bu iftiraya dayanamaz ve intihar eder. “Uyan Sunam” türküsü Fahri Kayahan tarafından yazılır ve bestelenir. “Uyan Sunam” türküsünü öğrencilere dinletip, hikâyesini anlattıktan sonra onlarca değer, ahlâk öğesi kazandırılabilir mi?

Türküler, toplumun yaşadığı dönemleri, çektiği acıları, sürgünleri, maruz kaldıkları zulümleri anlatma açısından son derece önemlidir. Türkülerle sosyoloji, türkülerle psikoloji, türkülerle tarih, türkülerle ekonomi, türkülerle yönetimi anlatmak mümkündür. Öğretmenin kültürel rezervi, bu tür bir dersin etkinliklerini, çeşitliliğini artırır. “Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman. Senin gibi cahile, ben efendim diyemem aman.” türküsü sadece bir türkü değildir. İkinci Dünya savaşından sonra aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke Amerika’dan Marshall yardımı almıştır. O zamanlar margarin yağlarının tüketimini artırmak, zeytinyağı tüketimini azaltmak amacıyla uydurulmuş, toplum mühendisliği yapan, gizli bir amacı içeren türküdür. Türkülerle bilinçaltına girme, türkülerle duyguları etkileme, yönlendirme yapılır. Basma, dokuma elbiseler yerine naylon giyecekler de bu dönemde Türkiye’ye gelmiştir.

“Asker yolu beklerim.” türküsündeki “Pilav pişirdim yavan, içine kıydım soğan.” sözleri, fakirliği işler. Pilav yanında başka bir yemek olmadığında yavandır. Anadolu’nun birçok yerinde pilavın yavan yenmemesi için yanına bir baş soğan kıyılır. Soğan, ekmek ve pilav katık yapılarak yenir. Tiridine bandım türküsünde de, adı geçen yemek zengin yemeğidir. Dar gelirli aileler, kurumuş ve küflenmek üzere olan ekmekleri, dilimleyerek, sıcak suda haşlar, üzerine yağ, soğan ve salça ilave ederek tirit yapılır. Zengin yemeği olan tiritin darhane versiyonudur. “Pir Sultan Abdal’ım “Ey Hızır Paşa, yazılan geliyor sağ olan başa.” şeklinde devam eden türküsün de, Hızır Paşa’nın zulümleri dile getirilmiştir. Yemen Türküsü’nde ise, Yemen’in Türk askerleri için bir kıyım yeri olduğu, Yemen’e gidenin bir daha geri gelmeyeceği teması işlenmiştir. Ayrıca “Kara çadır is mi tutar?” türküsünde “Zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir.” sözleri ile askerlerin genellikle dar gelirlilerden seçildiği, adaletli bir sistemin olmadığı vurgusu yapılır.

Öğretmen sosyal bilgiler dersinde, ilin ekonomik yapısı konusunu işlerken, ilde bazı evlerde bulunan kilim dokuma tezgâhlarının küçük ve orta ölçekli sanayinin gelişmesine, istihdam ve aile ekonomisine katkısı konusunu işler. Bu aşamada Fatih Kısaparmak’ın okuduğu, “Sevdiğine sözü olan bir kilim dokur, kilimin dilinden ancak anlayan okur..” türküsünü söyletir ya da dinletir. Çanakkale Savaşı, Çanakkale türküsü olmadan nasıl işlenir? Kurtuluş savaşı ve düşmanların 9 Eylül 1922’de denize dökülüşü, “İzmir Marşı” söylenmeden o duygu seli nasıl verilebilir?

Sonuç olarak türküler Anadolu kadar saf, Anadolu kadar temiz, Anadolu kadar Türk’tür. Eğitim, yetişmiş kuşağın, yetişmekte olan kuşağa genel kültürünü aktarma süreci, olarak tanımlanabilir. Liseden, üniversiteden mezun olmuş ancak bir halk türküsü bilmeyen, bir halk oyunu oynayamayan bir kişinin, Türk milletini var eden değerleri anlaması ve ilişkilendirmesi zorlaşır. İçinde yaşadığı topluma yabancılaşmadan, yerel değerleri içselleştirmek, evrensel değerleri anlamak mümkündür. Yanık bir Anadolu türküsünde yüzlerce sayfa yazılabilecek bir dram vardır. “Bodrum Hakimi” türküsünde “Mefaret Hanım”ın hayatı ele alınır. Olay basit bir intihar olayı olmaktan çıkar, toplumsal bir ağıta, öğrenme sürecine dönüşür. Tarih kitapları kronolojik sırayla tarihi anlatır ancak o tarihle ilgili yazılmış, söylenmiş bir türkü, tarihin başka bir şekilde anlaşılmasını, hissedilmesini sağlar. Bazen bir türkünün hikâyesinde işlenen bir tema, dürüst ve ahlâklı olmanın önemine vurgu yapar. “Uyan Sunam” türküsünün hikâyesinde olduğu gibi. Türküler bir müziğin ötesinde farklı anlamlara ve öğretilere sahiptir. Bu sebeple çok güçlü eğitim ve öğretim materyali özelliği taşır. Türküleri bilen, türküleri dersine taşıyan, türküleri ve arkasındaki gerçekleri öğrencilerine öğretip, öğrenme sürecini pekiştiren her öğretmen başarılı olur. Aynı zamanda türkülerle ders işlemek dersi hem eğlenceli hale getirir hem de kalıcı öğrenmeyi sağlar. Bir enstrüman çalma, bu enstrüman ile kültürel motifleri dile getirme becerisi eğitim kurumlarında öğrencilere kazandırıldığında; Yunus Emre’den Karacaoğlan’a, Köroğlu’ndan Aşık Veysel’e kadar bir köprü kurulur ve kültürel dinamikler, toplumsal uzlaşma, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılır.

Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU

Kaynakça

Dizdaroğlu, H. (1968). Türkü. Türk Dili Dergisi. (207), s. 257-270.

Ormancı Türküsünün Hikâyesi. https://www.sha.com.tr/kahve-molasi/ormanci-turkusunun-hikayesi-h24919.htmlSilivri haber Ajansı. (Erişim tarihi: 21 Mayıs 2020)
 

http://blog.milliyet.com.tr/-uyan-sunam--turkusunun-oykusu/Blog/?BlogNo=604017 (Erişim tarihi: 21 Mayıs 2020)

https://listelist.com/zeytinyagli-yiyemem-aman-turkusunun-hikayesi/ (Erişim tarihi: 22 Mayıs 2020)