İktisat politikası uygulayıcısı siyasi sorumlular, uyguladıkları politikanın sonuçlarından ilk haberdar olanlardır. Uyguladıkları politikanın potansiyel sonuçlarını baştan bilmemeleri, hesaplayamamaları ya da farkında olmamaları, daha da vahimi bunların sonuçları görememeleri işleri daha da kötü bir noktaya sürükleyebilir.

Türkiye’nin son birkaç yıldaki ‘altın dosyasına’ bakınca bu vahim hatalarla gelen vahim sonuçları görmemek imkânsız.

Gelin önce son 2 yılda ‘altın dosyasında’ ne olduğuna bakalım.

Altın ithalatı

Türkiye’nin son bir yıllık (Ağustos ayı verisi) altın ithalatı 20.4 milyar dolara ulaştı. Son 2 yıllık toplam ise 28.2 milyar dolar. 2020 Ağustos itibariyle son 12 aylık altın ithalatı 20.4 milyar dolarlık değerle rekor olması altın fiyatları yüzünden. Bu değere karşılık gelen ithalatın miktarı 380 ton. Oysa Nisan 2018’de son 12 aylık toplamda 18.8 milyar dolarlık değer en yüksek altın miktarını içeriyordu; 457.1 ton altınla. (Grafik 1)

Grafik 1: Külçe altın ithalatı – ugurses.net

Altın ticaretinde “bir şeyler olduğuna” ilk kez 2012 başlarında, altın ithalatının hızla yükseldiği ve bu altınların da İran’a ihraç edildiğinin, bunun da kayda değer boyuta geldiği istatistiklere yansıdığında öğrenmiştik. İran’a yapılacak ödeme için altın biriktirmeye 2011’in ilk çeyreğinde başlanmıştı. Nedeni de Türkiye’nin İran’dan satın aldığı petrol ve doğal gaz ithalatının bedelinin, ABD’nin ve AB’nin 2012 mart ayından itibaren koyduğu kısıtlamalar nedeniyle dövizle değil altınla ödemeye döndürülmesi idi. 2013 sonuna kadar bunun sürdüğü anlaşılmıştı. 2013 Aralık ayında zirveye ulaşan 15.1 milyar dolarlık altın ithalatının (337 ton) arka planında bu vardı. (Grafik 1)

ABD, bu yapılan altın transferini de engellemek için 2013 Temmuz başından itibaren İran’a altınla ödemeye kısıtlama koydu. Bununla altın ithalatı 2016’ya kadar geriledi; 2016 boyunca da ortalama 100 ton civarında kaldı.

2013 sonunda İran altınları konusu 17-25 Aralık operasyonlarıyla ortaya döküldü. Sonra da kriminal bir boyut kazandı. Bu operasyonların yöneticisi Reza Zarrab ABD’ye gittiğinde tutuklandı ve hakkında dava açılmışken tanık olarak yer değiştirip sistemi anlattı. Beyanlarıyla Halkbank yöneticisi Hakan Atilla ceza aldı.

İran’a altın transferi durunca ilginç biçimde (tutarlı olarak) Türkiye’de bankacılık sistemindeki altın hesaplarındaki gerileme de benzer biçimde gözleniyordu.

2013 sonrasında muhtemeldir ki; İran’ın enerji alacak hesabı altın olarak tutuluyor olmalı ki bankacılık sistemindeki 255 tonluk altın hesabı büyüklüğü 100 tona kadar geriledi. (Grafik 2)

Şu notu da ayrıca koymak gerekir; Merkez Bankası’nın TL zorunlu karşılık yükümlülüklerini döviz ve altınla yerine getirebilmesine olanak tanıyan uygulaması da 2011 Eylül ayında başladı.


Grafik 2: Bankalardaki altın hesapları – ugurses.net

İkinci dalga ithalat patlaması 2017 başından 2018’in ilk çeyreğine kadar olan dönemde oldu. 2018 Nisan ayına kadar devam eden tırmanışta, altın ithalatı son 12 aylık toplamda 457 tona ulaştı. Bu dönemde altın hesaplarında sadece 50-60 tonluk bir artış gözleniyor. (Grafik 1)

Bunun nedenlerinin başında, 2017 Mart ayında başlatılan Kredi Garanti Fonu’nun (KGF) bankalara sağladığı kefalet ile yeni bir kredi genişleme furyasının başlatılması geliyor. 2017’ye kadar olan dönemde TL kredilerdeki üç aylık hareketli toplam 30-40 milyar TL’lik dalgalarla büyürken, 2017’de KGF penceresi ile üç katına çıkıp, Haziran 2017’de 100 milyar TL’yi buluyordu. O döneme kadar yıllık yüzde 10-12 bandında artış gösteren TL krediler, hızla yüzde 20-25 artış bandına giriyordu. (Grafik 3)

Bunun getirdiği ise döviz ve altın talebinin patlaması oldu. Ocak 2017’ye yaklaşık 141 milyar dolarlık bir döviz mevduat hesabı büyüklüğü olan bankacılık sistemi, ağustos sonunda 161 milyar dolara geliyordu. Altı ayda 20 milyar dolarlık DTH artışı kayda değerdi.

Grafik 3: Kredi büyümesi – ugurses.net

Diğer bir unsur ise yine İran’a altınla enerji ödemesi için altın ithalatı yapılmış olmasıdır.

Üçüncü dalga ise son bir yılda yaşadığımız “altın coşkusu”.

TÜİK verilerine göre son 1 yılda (Ağustos 2019- Ağustos 2020) 380 ton, son 2 yılda ise 566 ton külçe altın ithal edildi.

BİST verilerinden görülüyor ki; Eylül’de BİST kanalından tescil edilen ithalat 35 ton olmuş. Böylece 9 aylık ithalat 300 tonu geçmiş görünüyor. Bu potansiyelle 2017’deki 410 tonluk rekorun geçilmesi olasılığı yüksek.

Grafik 4: Yıllık külçe altın ithalatı – ugurses.net

Son 2 yılda ne oldu?

Son iki yılda olanı biliyoruz.

Haziran 2018 Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimi sonrasında ‘Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ başladı. Ekonomi yönetimi de politikaları da belirgin biçimde değişti.

İlk şok Ağustos 2018’deki Rahip Brunson krizi oldu. Bu bir döviz krizini tetikledi. Türkiye’nin mevcut yapısal sorunlarının bir siyasi krizle tetiklenmesi ilk kez görülen bir durum değildi.

Altın hesaplarını da içeren döviz mevduat hesapları, Ağustos 2018 sonunda yaklaşık 150 milyar dolar iken altın hesaplarının payı yüzde 5’i geçmiyordu. Bu da yaklaşık 146 ton altın demekti.

Brunson krizi bir döviz krizini tetiklemiş olsa da öncesinde, kamuoyunda ‘Türkiye tipi başkanlık sistemine’ dair kaygılar giderek yükseliyordu. Özellikle döviz hesaplarının mali sistem dışında tutulması eğiliminin hızlandığı gözleniyordu. Brunson krizinin patladığı hafta bankacılık sisteminden 7.5 milyar dolar çıktığı, bunun da resmi istatistiklere yansıdığı görüldü.

15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi toplumda büyük kaygı uyandırdığı gibi, sonrasındaki olağanüstü hâl uygulamaları, siyasi alandaki otoriterleşmenin giderek katılaşması, hukukun üstünlüğünün kaybı; keyfi yönetimin her kararı alabileceği düşüncesinin toplumun hatırı sayılır bir kesiminde güçlendiğinden, tasarrufları ‘altın olarak tutma’ eğiliminin arttığı çok açık.

2019’daki yerel seçimleri kaybeden siyasi iktidarın “oyunu kuralları içinde kabullenmemesine” karşın yenilenen İstanbul seçiminde büyük bir farkla kaybetmesi ertesinde ekonomi politikası da daha ‘maceracı” bir yola girdi.

Yenilenen seçimden hemen sonra Merkez Bankası Başkanı görevden alındı; ertesinde yeni atanan başkan ve ekibi faizleri hızla düşürmeye başladı. Kamu bankaları kredi genişlemesine hız verirken, bir taraftan da bu uygulamalarla beslenen döviz talebini kesmek için döviz kurlarına “arka kapılı” müdahaleler yapılıyordu. Merkez Bankası’nın rezervlerinden aktarılan dövizler kamu bankaları eliyle ‘piyasa kendi halinde normal biçimde oluşuyormuş’ görüntüsü altında satılıyor, kurlar tutulmaya çalışılıyordu.

Tüm bu döviz operasyonları Merkez Bankası bilançosunda saklansa da uzmanlar farkında idi. Ayrıca rezerv kaybını saklamayı akıl edenler, muhtemelen yayınlandığını bile bilmedikleri için olsa gerek bankanın ayda bir açıkladığı “Uluslararası rezervler” tablosu yayımlandığında, saklananların açığa çıkacağını akıl edememişlerdi.

Bu tür manevralar güveni sarsıp, “rezerv kaygılarını” yükselteceği için ters tepecekti; öyle de oldu. Hane halkı ve şirketlerden oluşan yerleşikler de, Türkiye’de yatırımı olan yabancılar da döviz almaya koştu.

Ankara’da bir matbaada dolar basmıyorsanız bunun sürdürülebilir olmadığını da bilmek gerekirdi.

Ekonomi yönetimi tüm bu sorunları ‘halı altına süpürüp’, ortaya çıkan semptomlara günü birlik ‘şal’ örtmeye çalışırken Mart 2020’den itibaren Covid-19 pandemisi tüm dünyayı vurduğu gibi Türkiye’yi de vurdu.

Bu tür krizlerde her alacaklı ve borçlunun yaptığı hesap, sonunun nereye varacağı ve potansiyel sonuçlarının ne olacağı üzerinedir. Basit hesap, mallarımıza dış talebin azalacağı, turist gelişlerinin kesileceği ve finansal alanda da borç verenlerin likidite tercihlerinin artacağıdır. Bunun da ödemeler dengesi ve kur üzerine getireceği etkinin olumsuz olacağı da çok açıktı. Nitekim öyle oldu. Döviz talebi ve kurlar yükseldi.

Ankara ise bu krize planlanmış bir çerçeve yerine genel ve devasa bir kredi genişlemesi ile yanıt vermeyi tercih etti. Merkez Bankası ise Temmuz 2019’den beri siyasi direktifle faizleri enflasyonun altına çoktan çekmişti. Reel faiz çoktan negatife getirilmiş iken devasa bir kredi büyümesine tanık olundu.

Pandemi öncesinde bile geçmiştekinden yüksek bir düzeye, Şubat’ta son 3 aylık TL kredi büyümesi yaklaşık 100 milyar TL’ye çıkmışken, Temmuz başında 326 milyara vuruyordu. (Grafik 3)

Ağustos 2019’da bankalardaki altın mevduatının seviyesi yaklaşık 200 ton karşılığı iken, 2020 Ağustos sonunda 525 tona çıkıyordu. Müşterisine bir yılda 325 ton altın hesabı açan bir bankanın, hesaba fiziksel olarak ya da mali varlık olarak tevdi edilen altın yoksa yani altın satışı yaparak açıyorsa bunun karşılığında bir altın varlığı satın alıp bilançosuna koyduğu çok açık.

Sadece bu değil, mali sistem içindeki diğer hesaplarda da altın tutuluyor: Yatırım fonları ve Bireysel Emeklilik Sistemi içinde yer alan fonların bir bölümü altın ya da altın içeren fonlardan oluşuyor.

SPK verilerine göre; yatırım ve emeklilik fonlarında tutulan toplam altın miktarı yaklaşık 90 ton. Burada da belirgin bir altına kayış gözleniyor. 2018 sonunda toplam 36 ton olan varlıklar, 2019 sonunda 58 tona, 10 ayda ise 31 tonluk artışla 89.7 tona ulaşmış.

Her iki tipteki fonlarda tutulan altın miktarındaki son 1 yıllık artış 35 ton.

Darphane

Fiziksel altın talebinin iyi bir göstergesi de Darphane tarafından basılan altın sikke ve ziynet miktarındaki artış. Bu yılın 8 ayında Darphane tarafından üretilen Cumhuriyet altını gibi altın sikke ve ziynet para miktarı 62 tonu bulurken (Grafik 5), ağustos ayı itibariyle son 1 yıllık dönemde ise 81 tonu buldu. Geçen yılının tamamında 39.8 ton altın para basılırken, Ağustos 2018-2019 döneminde de bu sayı 30 tona yakında. Bu 1.2 milyar dolara karşılık gelirken, bu yılki değer 4.4 milyar ediyor.

Grafik 5: Darphane baskısı sikke ve ziynet miktarı – ugurses.net

İhracata üretilen mücevher miktarı ise son bir yılda 45 ton olurken, önceki yıl aynı dönem 86 tondu.

Fonlardan ilave 35 ton, Darphane üretimi için 81 ton, mücevher ihracatına 45 ton derken, üç kalemin toplamı 131 ton ediyor. Aynı dönemde ithal edilen altının üçte biri demek.

Ya gerisi? Gerisinin ise iç pazarda mücevher, külçe ve diğer imalat talebine gittiği açık. Ayrıca Merkez Bankası’nın da bir altın talepçisi olduğunu not düşmek gerekiyor. Buna yazının sonunda değiniyorum.

İthalat dışında ne var?

Altın talebini karşılayan en büyük kalem ithalat olsa da altın varlık arz eden iki ana oyuncu var.

Biri Türkiye’de altın üreten şirketlerin üretimi, diğeri ise Hazine.

Borsa İstanbul verilerine göre altın madeni üreticilerinin toplam üretimi yıllık 37 ton (Temmuz verisi) olmuş.

Peki Hazine nasıl arz sağlıyor?

Hazine ise altın tahvili ve altın kira sertifikaları ihraç ederek altın talep eden fon ve bankaların ihtiyacını görüyor. Tek bir sorun var; Türk parasını koruma konusunda düzenleme görevi olan Hazine’nin son birkaç yılda, bizatihi yurttaşlara ve yurtiçi kurumlara altın ve döviz cinsi tahvil satışını hızlandırması.

Öyle görünüyor ki yatırım fonlarının tuttuğu altın varlıklarının yüzde 30’ı, emeklilik fonlarının tuttuğu altın varlıklarının yüzde 68’i Hazine’nin ihraç ettiği altın tahvili ve altın kira sertifikalarından oluşuyor.

Denilebilir ki; Hazine’nin altın tahvil ya da sertifika çıkarması Türkiye’nin döviz ödeyerek yurtdışından yaptığı altın ithalatını azaltıyor. Burası doğru. Ancak soru şurada; bizatihi altın tahvil ya da kira sertifikası ihraç etmesi “altına yatırım” konusunu gündemde tutuyor, kamuoyunu teşvik ediyor. Asıl herkesi ilgilendiren tarafı da bu çıkarılan altın cinsi menkul kıymetlerin Hazine’de olmaması. Yani Hazine “açığa satış” yapıyor.

Hazine son bir yılda (Ekim itibariyle) 161 ton altın tahvil ya da kira sertifikası ihraç etti. Hazine’nin son 2 iki buçuk yılda ihraç ettiği miktar ise 200 ton altın karşılığı. (Tablo 1)

Tablo 1: Hazine’nin altın cinsi yaptığı borçlanmaları – ugurses.net

Vadesi gelenler düşülürse Hazine’nin net altın borcu 181 ton.

Hazine’nin Merkez Bankası’nda tuttuğu altınları ise sadece 60 ton.

Yani özetle Hazine 121 ton altını açığa satmış durumda. Borçlandığı tarihlerdeki ons fiyatı baz alınırsa 121 ton altının maliyeti 1605 dolar.

Bugünkü 1910 dolarlık piyasa fiyatı esas alınırsa kilo başına 9.808 dolar zarar var.

Toplamda ise 1.2 milyar dolar ediyor. Bu da kabaca 20 ton altın yapıyor. 121 ton altın için maliyet bu. Kur farkını hiç dikkate almadan.

Yani özetle; açığa altın satarak yapılan borçlanma ile yüzde 17’lik bir faize karşılık gelen bir maliyet ortaya çıkıyor.

“Efendim yapmasaydık da yurtdışından altın getirterek döviz mi harcasaydık?” diyebilecek olanlara, neden TL’yi değersiz kılan politikalar izlendiğini, neden altın yatırımlarını teşvik edildiğini sormak ve 1.2 milyar dolarlık faturayı hatırlatmak gerekiyor.

Özet

Tablo 2: Altın arz ve talep yapısı – ugurses.net

Geçmişte altında büyük bir oranda fiziksel talep varken, son birkaç yılda bu talep mali kesimde mali araç olarak da kendini gösteriyor. Örneğin, mali kesimde yatırım ve emeklilik fonlarının altın yatırımlarındaki artış ile bankalardaki altın mevduatındaki yıllık toplam artış çok çarpıcı; bu iki kalemde 2019’daki artış 118 ton olurken, 2020’nin ilk 9 ayında 297 ton olmuş. 2020’deki patlayan bu 297 ton, 2020’deki toplam arzın yüzde 74’üne karşılık geliyor.

Merkez Bankası ise para politikasında çoktan rotayı kaybettiğinden, döviz rezerv kaybını telafi etmek için döviz ve altın cinsi zorunlu karşılık ‘icad’ etti. Bankanın altını bir karşılık unsuru olarak kabul etmeye başlaması, mali sistem için bir cazibe kapısı oldu. Zira yüzde 10-15’lik bir çıplak maliyetle tuttuğu TL rezervlerinin yerine yüzde 1’i geçmeyen faizlerle borçlanılan altınları karşılık olarak yatırmak bankalara avantaj yaratıyordu.

Son dönemde de altın swaplarına da başlaması bu tabloyu katmerlendirdi.

Bu konuda güçlü bir altın talep eden kurum olarak piyasaya çıkan Merkez Bankası, mali sistemin de altın kapasitesinin genişlemesini teşvik etmiş oldu.

Özetle, Türkiye’de epeydir süregelen politik kriz, uygulanan ekonomi politikası ve bunun yürütülmesindeki hata ve yanlışlar Türkiye’de “Altına hücum” tablosunun izlerini ortaya çıkardı.

Tam da cari denge konusunda başta turizm gibi bir büyük hasarın ortaya çıktığı ve ülkeden sermaye çıkışının derinleştiği bir dönemde altın talebini patlatan ekonomi politikasının “doğru yolda” olduğu söylenebilir mi?

“Neden altına talep arttı?” diye sorulan soruların yanıtı, son 10 yılda küresel istikrarsızlıkların altın fiyatlarını yukarı itmesi, bunun da getiri için tasarrufçulara cazip gelmesi gibi etkenler yanında, Türkiye’ye özel olarak ortamı yaratan nedenler büyük ölçüde yukarıdaki satırlarımda yer alıyor.

Uğur Gürses