Kamudanhaber- Özel haber

Tıpkı, kadim Çin hikâyesindeki gibi; bizi kurtarmak adına ejderhayla savaşmaya giden yağız delikanlılarımız, ejderhaya dönüşerek tekrar bizim karşımıza çıkıyorlar. Sistemin asıl gücü de buradan geliyor. Kendini yok etmek için yola çıkanları kendine dönüştürmek. Hakkımızı arama, yoksulluğumuzu, yoksunluğumuzu bitirme, hakkı tutup ayağa kaldırma hevesiyle yola çıkanlarımız; mevkiye, makama, konformizme teslim oluyorlar. Daha da ötesi bizi yok sayanlara dönüşerek karşımıza çıkıyorlar.

Bir toplu sözleşme dönemini daha ardımızda bırakırken sendikal alanda yaşadıklarımız da bundan farklı bir şey değil. Büyük umutlarla aramızdan seçip gönderdiklerimiz, bizim Ali’lerimiz, Ramazan’larımız, canlarımız; her defasında yeni bir hayal kırıklığı, umut kırımı yaşatıyorlar. Şimdi olmadı… Bir daha ki sefere demelerimiz içimizi burkuyor, içimizde koşan atları vuruyor, ciğerimizi parçalıyor.

Sendikalar; sendika genel başkanlarının kişisel hırslarına, sınıf atlama arzularından kaynaklı komplekslerine, kariyer planlarına feda edilemeyecek kadar önemli kurumlardır… Toplu sözleşmeler de kişisel zaaflara, beklentilere feda edilebilecek bir konu değildir. Milyonlarca kamu çalışanının ve ailesinin alın teri, ekmek parası, vebalidir. Yeri geldiğinde duası yeri geldiğinde bedduasıdır.

Yine bir toplu sözleşme süreci, profesyonel kadrolu mahşeri cümbüşçülerin zılgıtları ve alkışlarıyla; ekmek, adalet, özgürlük diye inleyenlerin iniltisi arasında geldi, geçti. Profesyonel kadrolu mahşeri cümbüşçüler alkışı ve tezahüratı kesmediler. Kesmezler, çünkü kimse zaten 18.400 TL maaş alan profesyonel şube başkanlarının yoksulluk sınırının 2 bin TL altında yaşamaya çalışan 1.derecenin 4. kademesindeki memurun feryadını duymasını beklemiyor. Bu feryadı duymaları, hayatın olağan akışına da uymaz zaten. Biri Migros’tan alışveriş yaparken diğeri BİM, ŞOK ve A101’den Perşembe, Cuma indirim kataloğu takip ediyor. Biri Kiğılı’dan, D’S Damat’tan giyinirken diğeri De Facto’dan, LC Waikiki’den, semt pazarından giyiniyor. Birisi rezervasyonlu çalışan restoranlarda yemek yerken diğeri esnaf lokantasından pilav üstü kuruya hasret.

Şimdi bu 18.400 TL maaş alan benimle aynı üniversite mezunu şube başkanı, benim çalıştığım kuruma gelip pişkince nasıl sendikal mücadele verdiğini mi anlatacak bana? Bu utanmazlık değilse nedir Allah aşkına...

Kardeşim, tamam beceremediniz. Enflasyonun üzerinde bir zam alınamadı, anladık… Şimdi utanmadan, 18.400 TL maaşlarınıza bir de 900 TL’yi geçen %5 zam mı yapacaksınız. Sol sendikalarda olduğu gibi, tüm kamu sendikalarında yöneticilik yapan sendikacılar; kamudaki görevlerinden ne kadar maaş alıyorlarsa, sendikalarından da o kadar maaş alsınlar. Diğer türlüsü ne helaldir ne de kamu vicdanına sığar. Tüzük değiştirilerek "Kendin çal kendin oyna." hesabı, kamu parasıyla oluşan bütçeden gönlünce maaş alınamaz. Bunu vicdanınıza sorduğunuzda alacağınız cevap da bellidir. O yüzden, aklınıza değil vicdanınıza sesleniyoruz. O, ballı astronomik maaşları, o lüks otomobilleri hak ettiğinizi düşünmüyoruz. Henüz vakit varken bırakın. Biz, sizi bırakmadan bırakın. Bizler, öyle bir yere kaçmasın, sendikadan istifa etmesin denilerek 400 TL'lik toplu sözleşme aidatı ile başı bağlanacak bir “kitle” değiliz. İnsanız. İnsan. Yani hislerimiz var. Duygularımız var. Ailemiz var. Ev, aile geçindirmeye çalışıyoruz.

Hani aynı davaya baş koymuş kardeşlerdik. Aynı tabaktan yemek yiyip aynı kâseden su içiyorduk. Bu tavır ve umursamazlığınızla sadece kendinizi ve sendikalarımızı değil halen bu davaya inanan insanların inancını da kırıyorsunuz. Değer mi buna? Ya amatör ruhla samimi sendikacılık yapın ya da kamu görevinizde aldığınız maaş kadar maaşla sendikacılık yapın. Yüzünüze vurmuyoruz ama bıçak kemiğe dayandı. O para, o maaşlar sizin değil. Helal etmiyoruz. Lüks restoranların elit menülerinden yemek seçip ardından masayı temizleyerek, çay bardağı ve su şişesi fonuyla yaptığınız istişare toplantı selfilerinize de doyduk. Falanca müdürümüzü ziyaret ettik. Filanca abimizi şubemizde misafir ettik, istişare ettik, gündemi değerlendirdik paylaşımlarınıza da doyduk.

1.Meşrutiyet kavgasında Fuad Paşa’nın Namık Kemal için, “Onu bir ağacın dalına asıp altında ağlamak istiyorum” dediği gibi, bizler de bizi temsil eden sendikacıları gönlümüzün çınarına asıp, sonra da o çınarın altında doya doya bizi bize düşman eden makûs talihimize ağlamak istiyoruz.

2010 Anayasa Değişikliği Referandumu sonrasında gerçekleşen 6 Toplu Sözleşme Döneminin sonunda görüldü ki bu Toplu Sözleşme Görüşmelerinden memur kesiminin genel memnuniyeti sağlanamadı. 6 Toplu Sözleşme Görüşmesinin 4’ünde imza atıldı. 2’sinde ise imza atılmadı. Yine açıkça görüldü ki gerek sendikalarca imzalanan Toplu Sözleşmeler gerekse sendikaların imzalamadığı Kamu Hakem Heyeti’nin karar verdiği Toplu Sözleşmeler arasında bir fark yoktur.

O halde soruyoruz sendikalara ve bu sendikaların 35.775 TL maaşlı genel Başkanlarına, 22.539 TL maaşlı yardımcılarına ve 18.473 maaşlı şube başkanlarına NE GEREK VAR?

OLMASAYDINIZ DA OLURMUŞ…

Murat Kenan Erdem