Rahmetli dedem Ahmet Bilgin Bayburt'ta pek çok köyde görev yapmış bir öğretmendi. Köy Enstitüsü'nden mezun olduktan sonra hiç okulu olmayan birçok köye okul inşa etmiş, aynı anda pek çok sınıfın öğretmenliğini yapmıştı. Bu o dönemin öğretmenlerinin birçoğunun ortak hikayesiydi.

Türkiye köylerine tek katlı okul binaları bile yapmakta zorlanan bir ülkeydi. Bu nedenle de böyle şartlarda görev yapan öğretmenlerin toplum nezdindeki saygınlığı da itibarı da yüksekti. O çoğu köylü ve okuma-yazma oranın çok düşük olduğu ülkenin insanları ilmin, âlimin, muallimin öneminin farkındaydı.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye'de devlet tarafından eğitime yapılan yatırımlar düzenli artırıldı ve çeşitlendi. Son dönemde, Türkiye'nin gelişmesi, kalkınması aynı zamanda kentleşmesini ve eğitimin yaygınlaşmasını da beraberinde getirdi. Türkiye'nin, en ücra köşelerine bile eğitim hizmetini ücretsiz bir şekilde götürebilmesi az bir iş değildi. Hem öğrencilerin eğitim şartlarında hem de öğretmenlerin çalışma şartlarında çok mühim ilerlemeler kaydedildi. Üstelik eğitimin içinde şiddete varabilecek bütün uygulamalar yakın zamanda kesin olarak reddedildi ve daha pedagojik bir eğitimin temelleri atıldı.

DEĞİŞEN ÇOCUK YETİŞTİRME HALLERİ

Türkiye'nin toplumsal değişiminin, gelişmesinin izlerini pek çok yerde olduğu gibi günümüz eğitim ve aile hayatı ile kentleşme süreçlerinde de görmek mümkün. Ama pek çok olumlu gelişmenin beraberinde maalesef bazı olumsuzluklara da rastlanmıyor değil.

Son yıllarda geleneksel çocuk yetiştirme kültürümüzün ortadan kalktığını ve yerini çocuğun her istediğini yerine getirmeye çalışan çocuk merkezli bir yetiştirme tarzının aldığını görüyoruz. Çocuğun her isteğine adeta bir kutsallık atfeden bu 'modern ebeveynlik' gittikçe yaygınlaşıyor. Elbette, çocuklara aşırı otoriter davranmayı, çocuğu yok saymayı içeren olumsuz çocuk yetiştirme tarzının değişmesi gerekiyordu ama anlaşılan kantarın topuzu biraz kaçtı.

Bazı anne-babaların hayat boyu içlerinde kalan, en başta tüketim kültürü olmak üzere eksikliklerini yaşadığı ne kadar şey varsa bunu çocuklar üzerinden tatmin etmeye çalışmaları yalnızca bir görgüsüzlük hâli olarak ortaya çıkmıyor. Bu aynı zamanda çocuğu uzun vadede olumsuz etkileyen ve dahası eğitim hayatına da zarar veren bir hâle bürünüyor.

ÖĞRETMENİN İTİBARI VE OTORİTESİ

Artık öğretmenlerin gereken saygıyı görmediği, derslerde olması gereken asgari otoritenin bile kurulmakta zorlandığı ve bunda bazı velilerin çocukları olumsuz yönde teşvik edici tavırlarının payı olduğuna dair bir kanaat yer yer oluşmuş durumda. Öğretmenleri şikayet etmekle tehdit eden öğrenciler ve her gün her saat bazı veliler tarafından aranarak adeta hesap sorulan öğretmenlerimiz var. Ama maalesef bu durum, sadece öğretmenlerin değil tüm toplumun eğitim hayatını olumsuz etkileyecek unsurlardan biri olarak karşımızda duruyor.

Öğretmen-öğrenci ilişkilerinin düzenlenmesi, modern demokrasilere uygun bir pedagojinin gerektirdiği, şiddetten arındırılmış bir noktaya gelmesi tartışmasız önemli bir ilerleme ve zorunluluktu. Ancak bu durum asla öğretmen otoritesinin yok sayılması anlamına gelmemeliydi.

Eğitim kaliteleriyle bilinen pek çok Kuzey Avrupa ülkesinde öğretmenin otoritesi yukarıda bahsedilen örneklerle kıyaslanmayacak şekilde güçlü devam ediyor. 'Modernlik' iddiasındaki bazı yeni-kentli, yeni-zengin orta sınıflarımızın bu örneklerden haberdar olmaları, öğretmenlerimize gerekli saygıyı göstermeleri, çocuklarının da aynı saygıyı göstermelerini sağlamaları önemli.

Yeni eğitim yılına başlamışken şunu unutmayalım: Dünyanın en iyi okullarını da yapsanız, en iyi müfredatını da hazırlasanız, en iyi eğitim sistemini de kursanız iyi bir aile eğitiminden geçmemiş çocuklara hiçbir eğitim sistemi fayda etmez. İyi aile eğitimi içinse en başta hem geleneği hem de modernliği kültürel anlamda içine sindirebilmiş ebeveynler gerekiyor.

Oğuzhan Bilgin

AKŞAM