1977 yılında TRT’de “Küçük Aile“ dizisi başlamıştı. Aile reisi Mark English idi. Laura ve Melisa adında kızları vardı. Toplam altı kişilik bir aileydi ve çiftçilikle meşgul oluyorlardı. Hafta sonları kiliseye gidiyorlar, kilise dönüşü kahvaltı yapıyorlar ve kahvaltıdan sonra böğürtlenli pasta yiyorlardı. O dönemde bizim memlekette bu pastayı bizim çevremizde bilen kimse yoktu. 2005 yılında Amerika’da Michigan State Üniversitesine visiting scholar olarak gitmiştim. Üniversite bize host family buldu. Bu aile ile hafta sonları kültürel geziler yaptık ve Amerikan kültürünü tanımaya çalıştık. Bir hafta sonu onlarla birlikte kiliseye gittik ve arkadaki sıralardan birisine oturup ayini izledik. Daha sonra hep birlikte bizden sorumlu olan ailenin evine gittik. Topluca kahvaltı yaptıktan sonra filtre kahve içtik, sohbet ettik. Juanita (evin hanımı) elinde böğürtlenli pasta ile odaya girdi. O anda şok oldum. Yıllarca yemek isteyip de yiyemediğim bir pasta ile karşı karşıyaydım. Bana verilen bir dilimi hızlıca yedim. Juanita: “Bir dilim daha almak ister misin?” diye sordu. Ben teşekkür edip, almak istemediğimi belirttim. Juanita, pastayı alıp mutfağa götürdü. Ben öylece kalakaldım. Juanita’nın Türk kültüründe olduğu gibi ısrar etmesini bekliyordum. “Ye, olmaz valla, ölümü gör. Yemezsen darılırım.” gibi… Juanita bunların hiçbirisini yapmadı. Yıllarca hayal ettiğim pastayı daha fazla yiyemediğime üzüldüm. Mark’a (evin reisi) her şey için teşekkür edip ayağa kalktım. Kapıya kadar gittim. Juanita, elinde bir paketle geldi. Bana: “Necati, sen bu pastayı çok sevdin. Beden dilinden anladım. Pastayı yemek istedin ama benden ısrar bekledin. Biz Türkler gibi ısrar etmeyiz. Amerika’da bizimle yaşadığın sürece, ısrar beklemeden istemelisin.” dedi. O gün şunu fark ettim ki, kültürünü bilmediğiniz bir toplumda iletişim kurmak çok zor.

Erin Meyer’in 2015 yılında Türkçe’ye çevrilen ve Türk Hava Yolları yayınları arasında yer alan “Culture Map” kitabında, kültürleri “Yüksek Bağlamlı ve Düşük Bağlamlı” kültürler olarak ikiye ayırmaktadır. Eski kadim medeniyetlerin mirasçısı olan Türkler, Araplar, Çinliler, Japonlar yüksek bağlamlı; Avustralya, Kanada, Amerika gibi ülkeler ise düşük bağlamlı kültürel özelliğe sahip olduklarını ileri sürmektedir. Düşük bağlamlı kültürlerde, bir olaya doğrudan tepki verilirken yüksek bağlamlı kültürlerde dolaylı bir anlatım söz konusudur. Juanita ile aramızda geçen diyaloğun özünde bağlam farklılığından kaynaklanan bir durum vardı. Meyer (2015) Amerikalı bir gencin, babasının katil olduğunu öğrendiğinde, hemen polisi arayıp suç duyurusunda bulunabileceğini ancak bir Japon gencin aile bağları ve değerlerin de etkisiyle böyle bir eylemi gerçekleştirmeyeceği ileri sürmektedir. Japon gencin davranışını, yüksek bağlamlı bir kültürün özelliği ile açıklamaktadır. Bizim kültürümüzdeki “Kol kırılır, yen içinde kalır.” atasözü bu durumu ifade etmektedir.

Kültürel farklılaşmanın iletişimdeki olumlu ve olumsuz etkisinin diğer yansıması da duygu ve düşüncelerin transferinde ortaya çıkar. Bir akademisyen, TV’deki söyleşisinde, Amerika’da kaldığı dönemde yaşanan bir durumu anlatmıştı. Amerika’da kantine girer ve Amerikalı bir kadın öğrenci Türk akademisyenin yanına gelir ve ona şu soruyu sorar: “Türkiye’den gelen ve senin arkadaşın olan Ali manyak mı? Anormal hareketleri var.” der. Türk akademisyen: “Hayır, oldukça zeki bir kişidir. Zorlu sınavlardan geçerek buraya geldi.” cevabını verir. Neden bu kanıya vardığını sorar. Kadın: “Ne bileyim, bana bakıp bakıp gülüyor. Göz kırpıyor.“ cevabını verir. Türk akademisyen: “O sana kur yapıyor. Senden hoşlanmış.” cevabını verir. Amerikalı kadın: “Madem benden hoşlanmış neden gelip benimle konuşmuyor, o zaman?” diye sorar. Türk akademisyen: “Biz Türkler, hoşlandığımız kadın ya da erkeğe uzaktan bakar, tebessüm eder, göz kırpar, biraz da yılışık hareketler yaparız. Kadın ya da erkek de bizden hoşlanıyorsa, o da gülerek, olumlu mesajlar verir. Bu olumlu ya da olumsuz mesaja göre gelip konuşma, açılma, duyguları ifade etme durumu yaşanır.” cevabını verir. Ali’nin düştüğü durum, kültürel farklılaşmanın iletişimi ne kadar çok etkilediği ve yanlış anlaşılmalara ne kadar sebep olduğuyla ilgili bir duruma örnektir.

Eastlansing’de kütüphanede çalışırken bir dosyayı bilgisayara indirmedim. Oradaki bir bayandan yardım istedim. Yaklaşık yarım saat uğraştı ve çözdü. Ben de bu zahmetinin karşılığı olarak ona kahve ikram etmek istedim. Teklifimi kabul etmedi. Hafta sonu Detroit’e maça giderken, bizi maça götüren ve uzun yıllar Amerika’da kalan Türk arkadaşıma konuyu anlattım. Kabul etmemesi normal, dedi. Çünkü Amerikalı bir kadına kahve ikram etmek, çıkma teklif etmek gibi bir şeydir. Kahveyi kabul etmesi, flörte evet demektir. Eğer o kadın sizin sınıf arkadaşınız ya da mesai arkadaşınız olsaydı, kahve teklifinizi kabul edebilirdi. O zaman yanlış anlaşılma olmaz, dedi. Bir ülkede yaşamak, başka kültürlerle sağlıklı iletişim kurmak istiyorsanız, iletişim dilinden önce, kültürel özelliklerini öğrenmek doğru bir başlangıç olacaktır.

Arkadaşlarımla birlikte İtalya’ya yapılan bir haftalık gezi programına katıldım. Roma’da, İspanyol merdivenlerine yakın bir yerde 1748 yılında Yunanlıların açtığı ve hâlen hizmet veren bir kahvehaneye gittik. İki arkadaşım karşımda oturuyordu. Arkalarında ise 19 yaşlarında tabiri uygunsa, “metroseksüel” bir genç kahve içiyordu. Arkadaşlarıma, bu gence sert sert bakacağım, tepkisi ne olacak merak ediyorum, dedim ve sert sert bakmaya başladım. Genç kısa bir süre sonra bana “öpücük” attı. Gençle tanıştık ve mevzuyu ona anlattık. İtalya’da iki erkeğin bakışmasının, “duygusallık!” olarak algılandığını belirtti. Türkiye’de bir kahvehanede 19 yaşındaki bir gence sert sert baksanız size nasıl bir tepki verir? Ne bakıyorsun hemşehrim. Bir durum mu var? der ve kavga pozisyonuna geçer. Kültürel tepkiler boşlukta oluşmaz. Çok güçlü geçmiş yaşantıları vardır.

Düşük bağlamlı kültürlerde gitmek istediğiniz bir yeri sorduğunuzda, size en ince ayrıntısına kadar yol tarifi yaparlar. Ancak yüksek bağlamlı kültürlerde bu durum pek yaşanmaz. Van ili Erciş ilçesine üniversite sınavında görevli olarak gittim. Öğretmenevinin nerede olduğunu sordum. Vatandaş parmağı ile gösterip “Aha orda.” dedi. Parmağının gösterdiği yerde beş tane yol ayrımı vardı. Parmağın gösterdiği noktaya hareket ettik, gittik ve öğretmenevini bulamadık. Yüksek bağlamlı kültüre sahip bireylerin en önemli özelliği, herkesin, bireyin zihnindeki şablona, kendisi gibi sahip olduğuna dair yanılgı içinde olmalarıdır.

Yüksek bağlamlı kültürün dolaylı anlatım geleneği, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla.” atasözünde yattığı gibidir. Ben lacivert takım elbiseyi çok severim. Genellikle lacivertin değişik tonlarında 4-5 tane takım elbisem vardır ve her bayrama memlekete giderken bunlardan bir ikisini götürürüm. Geçmiş bayramların birisinde annem bana şu soruyu sordu: “Necati oğlum, bu takım elbiseleri size üniversiteden mi veriyorlar?” Ben de: “Hayır ben alıyorum.” dedim. Bir müddet sonra neden bu soruyu sorduğunu merak ettiğimi söyledim. Annem: “Eğer fazla verirlerse bir tane de babana getir.” diyecektim dedi ve gülmeye başladı. O zaman anladım ki, annem bana her bayramda aynı renk elbise ile geliyorsun. Farklı renk ve modellerde elbise giysen iyi olur, demek istiyordu. Yüksek bağlamlı kültürlerde bu şekilde dolaylı anlatım çok yaygın olarak kullanılır.

Sonuç olarak iletişim tarzımızı içerisinde yetiştiğimiz kültürel dinamikler belirler. Kültüre ne kadar hâkim olursak, iletişim tarzına da o kadar yatkın oluruz. Kültürel dinamiklere uygun olmayan iletişim tarzı, giyinme biçimi yadırganır ve tepkiyle karşılaşır. 1970’li yıllarda Almanya’ya giden işçiler dönüşlerinde büyük bir radyo ya da teyp ile gelip anormal çizgili kıyafetlerle görüldüğünde şaşkınlık yaratmıştı. Bir Karadeniz fıkrasında bu acayiplik şu şekilde vurgulanmaktadır: Temel Almanya’ya gider, biraz para kazanır, kazandığı parayla anormal kıyafetler alır ve kırlara doğru koşmaya başlar. Kırda otlayan eşeği sağına, ineği soluna alır ve fotoğraf çektirip babasına gönderir. Fotoğrafın arkasında bir not yazılıdır: “Babacuğum, ortadaki benum.” Babası da bir müddet sonra fotoğrafın arkasına bir not yazarak oğluna gönderir. Temel, oğlum, iyi ki yazmışsın aksi taktirde seni tanıyamayacağdum…

Yüksek bağlamlı kültürlerde yanlış anlaşılma, tam anlaşılmama ya da farklı anlaşılma her zaman olasıdır. Bir kurumdan alacağım vardı. Üç ay geçmesine rağmen ödenmedi. İlgili şahsı arayıp ödeme yapmadıklarını, niçin ödemeyi geciktirdiklerini sordum. Yetkili, çok işleri olduğunu, fırsat bulamadıklarını söyledi ve özür diledi. Ardından da ekledi. “En kısa sürede ödeyeceğim.” dedi. Ben de: “Tamam. Neyse sorun değil, deyip telefonu kapattım.” Sanıyorum 5 ay geçti yine ödeme yapılmadı. Ben de yetkiliyi tekrar aradım ve neden ödeme yapılmadığını sordum. Yetkili: “Hocam, son konuştuğumuzda bana, neyse sorun değil, demediniz mi?” dedi. Ben de: “Evet öyle söyledim.” Yetkili: “Biz de madem sorun değil, beklesin, dedik.” Söyleyecek bir şey bulamadım, yutkundum. Söyleyeceğim sözleri, öfkemi kontrol ettim… Yüksek bağlamlı kültürlerde olayı tasvir ederken, tepki verirken dikkat etmek, daha sonra sizi bağlayacak sözcükleri kurmamaya özen göstermek, olası sorunların ortaya çıkmadan çözülmesinde etkili rol oynayacaktır.

Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU

Kaynakça

Meyer, E. (2015). Culture Map.(Pınar Şenözer, Çev.) İstanbul: Türk Hava Yolları Yayınları.