Fatih Sultan Mehmet 30 Mart 1432’de Edirne’de dünyaya geldi. Babası II. Murad’ın dördüncü oğluydu, annesi ise Hüma Hatun’dur. II. Murat, şehzadelerin eğitimine büyük önem gösteren bir hükümdardı. Devrin en meşhur âlimlerinden Molla Gürani, Molla Hüsrev, Akşemseddin, Molla Hayreddin gibi isimlerin yanı sıra Bizanslı ve İtalyan hocalar da II. Mehmet’in iyi yetişmesinde pay sahibidir.

Sultan Mehmet Arapça ve Farsçanın yanı sıra Rumca, Latince ve Slavca biliyordu.1443 yılının bahar aylarında lalası Kassabzade Mahmut ve Nişancı İbrahim Abdullah Bey’le Manisa’ya vali olarak gönderildi. Aynı yılın sonlarında ağabeyi Amasya Valisi Şehzade Alaeddin Ali Çelebi’nin vefatı, onu tahtın yegâne vârisi konumuna getirdi. 1444 yılının bahar aylarında, tahtını bırakmayı planlayan II. Murat’ın çağrısı üzerine babasının yanına Edirne’ye gitti. Macar kralı, Sırp despotu ve Hunyadi Yanoş’un elçileriyle barış antlaşması imzalanmasına tanıklık etti. Ardından II. Murat tahtı oğluna bıraktı. İmparatorluğun 12 yaşında olan tecrübesiz bir gencin yönetimine bırakılması içeride ve dışarıda büyük sıkıntılara neden oldu. Balkanlar’da ve Anadolu’da II. Murat döneminde alınan yerler terk edildi. Edirne’de paşalar arasında rekabet ve çekişme baş gösterdi. Gösteriler, 22 Eylül 1444’teki Hurufi ayaklanması ve şehirde çıkan yangın büyük zarara neden oldu. Aynı tarihlerde Papalık önderliğinde Macar, Leh, Eflak ve çeşitli Balkan milletlerinden oluşan Haçlı ordusu Tuna Irmağı’nı geçti.

Haçlı ordusuyla savaşmak üzere Sultan II. Murat Varna’ya gitti. Mehmet’le Veziriazam Çandarlı Halil Paşa Edirne’de kaldılar. Sultan Murad Varna’da Haçlılara karşı büyük bir zafer kazandı. Çandarlı Halil Paşa tahta tekrar çıkmasını istese de II. Murat oğlunu tahttan indirmek istemedi ve Manisa’ya çekildi. Vezir Şehabeddin Şahin, Lala Nişancı İbrahim ve Zağanos Paşalar, II. Mehmet’in hükümdarlığından yanaydılar. Özellikle Zağanos Paşa fetih politikalarını savunuyordu ve genç sultanı bu yönde teşvik ediyordu. Barış yanlısı bir politika izlenmesinden yana olan Çandarlı Halil Paşa ise II. Murad’ı tekrar başa getirebilmek için faaliyetlerine hız verdi.

Fatih’in Önemli Fetihleri

Anadolu
İstanbul (1453), Amasra (1459), Sinop (1460), Trabzon (1461), Konya, Karaman (1466) Doğu Anadolu (1473 Otlukbeli Savaşı).

Balkanlar
Belgrad hariç Sırbistan (1459), Mora Yarımadası (1460), Eflak (1462), Bosna (1463) Hersek (1483), Boğdan (1476), Arnavutluk (1478).

Denizler
Ege Adaları (Limni 1456, Eğriboz 1470, Taşoz 1457, Semadirek 1457, Gökçeada 1456, Midilli 1462), Yunan Adaları (Kefalonya 1479, Lefkada 1479, Zakintos 1479), Kırım (1475).

1446’da Edirne’deki büyük bir yeniçeri ayaklanması patlak verdi. İsyancılar, Bizans’ın elinde bulunan Orhan Çelebi’ye
taraftarlıklarını ilan ettiler. Yeniçeri ayaklanması güçlükle bastırıldı. Çandarlı’nın ve diğer bazı devlet erkânının yardımıyla
II. Murad gizlice Manisa’dan getirtildi ve tahta geçmesi sağlandı. Ağustos 1446’da Manisa’ya gönderilen genç sultanın iki yıllık iktidarı da son bulmuş oldu.

II. Mehmet Aralık 1450’de Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı Sitti Hatun ile Edirne’de görkemli bir düğünle evlendi. Babasının 2 Şubat 1451’de vefatı üzerine 18 Şubat 1451’de on dokuz yaşında ikinci defa Osmanlı tahtına çıktı. Sultan Mehmet’in tahta geçmesiyle İstanbul’u fetih fikirleri de tekrar canlandı. Genç Mehmet’in aklında Anadolu ve Rumeli arasında bölünmüş Osmanlı ülkesini İstanbul’u fethederek birleştirmek ve sağlam bir devlet kurma düşüncesi yatıyordu. İstanbul alındığında mevcut konumunu kaybedeceğini, fethe kalkışılıp başarılı olunmaması durumunda devletin zarar göreceğini düşünen Çandarlı Halil Paşa fethe karşı çıkıyordu. Bundan dolayı bu işe girişilmemesi için çok çaba sarf etti.

İstanbul’un Fethi

Padişah, Veziriazam Halil Paşa’ya Anadolu Hisarı’nın karşısına bir hisar yapılmasını emretti. Dört ay süren inşaat sonunda 1452’nin Ağustos ayında tamamlanan Rumeli Hisarı (Boğazkesen) sayesinde, Karadeniz’den gelecek yardımların kesilmesi, Anadolu-Rumeli arasında donanmaların geçişini güvence altına alınması ve gerektiğinde kuşatma ordusuna üs hizmeti görmesi hedefleniyordu. Hisarın kumandanlığına Firuz Ağa’ya teslim eden ve emrine 400 yeniçeri veren Sultan Mehmet, Edirne’ye dönerek Mimar Muslihiddin, Sarıca Sekban ve Bizans’tan kaçıp Osmanlı’ya sığınan Macar Urban’a büyük toplar döktürdü. Bizans’ın, Osmanlı topraklarının ortasında bulunmasının devlet için yarattığı tehlikelerin farkında olan genç hükümdar bir gün Edirne’de vezirlerini, devlet büyüklerini ve ulemayı çağırarak büyük bir toplantı yaptı, onların görüşlerini öğrendi. Sonunda İstanbul’la ilgili aklındaki düşünceyi söyledi: “Sözün özü, bu şehri devletimize katmayı isterim. Bunu başaramazsam, devleti de bunun için kaybetmeyi üstün tutarım.” Bizans İmparatoru Konstantin, hisarın yapımına başlanmasıyla beraber İstanbul’un savunması için her yerden yardım istedi. Kuşatma sırasında savunma ordusu 8-9 bin kişiden oluşuyordu, bu sayının üç bini Venedik, Ceneviz, Girit ve Sakız Adaları ile İspanya ve Provans’tan gelen yardımcı kuvvetlerden müteşekkildi. Osmanlı ordusunun asker sayısınınsa 100-150 bin olduğu tahmin edilmektedir. Bunların ne kadarının ordu mensubu, ne kadarının yağma için gelen gönüllüler olduğu konusunda net bir bilgi yoktur. Sultan Mehmet, 23 Mart 1453’te Edirne’den hareket etti. Keşan’da durarak Çanakkale Boğazı’ndan geçen Anadolu kuvvetlerini yanına aldı ve 5 Nisan 1453’te İstanbul surları önüne geldi. 6 Nisan’da başlatılan kuşatma harekâtı beş günde
tamamlandı.

II. Mehmet, İslami ananeye uygun olarak Mahmut Paşa’yı imparatora göndererek kan dökülmeden şehrin teslim etmesi çağrısında bulundu. XI. Konstantin, şehri müdafaa edeceğine yemin etmiş olduğunu ancak vergi vermeye hazır olduğunu beyan ederek teklifi reddetti. 12 Nisan’dan itibaren büyük topların atışlarına başlandı. Aynı gün donanma İstanbul limanı önlerine geldi. İlk taarruz altı gün sürdü. Bizanslılar, Haliç önüne kalın zincirler gererek, donanmanın Haliç’e girmesini engellediler. İlk taarruzun başarısız olmasının ardından Halil Paşa, imparatorun yılda 70 bin duka altın vergi vermesi şartıyla kuşatmanın kaldırılmasını teklif etti. Bu öneri Sultan Mehmet ve komutanları tarafından kabul görmedi.

20 Nisan’da kaptan Flantanellas’ın komuta ettiği bir Bizans ve üç Ceneviz kalyonundan oluşan yardım filosu İstanbul’a
yaklaştı. II. Mehmet, Baltaoğlu Süleyman Bey’i 18 gemi ile yardım filosunun üstüne gönderdi. Rüzgârı arkasına alan yardım filosu daha hızlı ilerlemekteydi ve Osmanlı gemileri bir türlü yanaşamamaktaydı. Günümüzde Yeşilköy adını taşıyan bölgenin açıklarında rüzgâr kesilince dört kalyon hareketsiz kaldı; Osmanlı gemileri kürek çekerek kalyonlara yetişti. Çarpışmaların uzaması sebebiyle arkadan gelen Osmanlı gemileri de yetişti ve dört gemiden oluşan Ceneviz-Bizans filosunun etrafını yaklaşık 150 Osmanlı gemisi sardı. Ancak kalyonların Osmanlı kadırgalarından daha yüksek olması, en öndeki Osmanlı gemilerindeki tayfaların acemiliği sebebiyle üstünlük kurulamadı. Ağır kayıp verildiğini gören Baltaoğlu Süleyman Bey, donanmaya geri çekilme emri verdi. Hâkim bir tepeden yenilgiyi gören II. Mehmet sinirlendi ve atını denize sürerek Baltaoğlu Süleyman’a emirlerini duyurmaya çalıştı.

Ancak Osmanlı donanması yenilmişti, yardım filosu yoluna devam etti ve karanlık bastırınca Haliç’i kapatan zincirin
gevşetilmesiyle iki Venedik gemisinin eşliğinde limana sığınarak Konstantinopolis’e yardımını başarıyla ulaştırdı. Ertesi gün
II. Mehmet, on bin atlıyla beraber yenilginin hesabını sormak için donanma komutanlığına gitti. Baltaoğlu Süleyman Bey’i
idam etmek isteyen öfkeli padişah, diğer devlet adamlarının yalvarması sonucu idamdan vazgeçti ancak Baltaoğlu’nu topuzuyla döverek azletti; boşalan kaptanıderyalığa Çalıbeyoğlu Hamza Bey getirildi. Donanma olmadan fethin başarılı olamayacağını düşünen Sultan Mehmet, bir gecede (21-22 Nisan) 70 kadar gemiyi Dolmabahçe-Kasımpaşa arasında düzenlenen yoldan kızaklar vasıtasıyla yürüterek Haliç’e indirtti. Surlara karşı her gün top ateşi devam ediyordu. 6 ve 12 Mayıs tarihlerinde iki büyük saldırı daha gerçekleştirildi. Ancak neticeye ulaşılamadı. Mayıs’ın dördüncü haftasında Macarların ve bir Haçlı donanmasının harekete geçtiği haberi orduda yayıldı. Padişahın şehri barışla teslim alma girişimleri ordu içinde kaygılara yol açıyordu.

Otlukbeli Savaşı
Osmanlı ve Akkoyunlu hanedanları arasındaki düşmanlık, Yıldırım Bayezid ve Kara Yölük Osman zamanına dek uzanıyordu. Osmanlılar Karakoyunlularla müttefikken Akkoyunlular da Timur’u desteklemişlerdi. Uzun Hasan, 1458’de Trabzon İmparatoru IV. Yuhannes’in kızı Katerina Despina (Theodora Megale Komnena) ile evlenmiştir. Uzun Hasan, yeğeni Murat’ı İstanbul’a gönderdi. Osmanlı Sultanı II. Mehmet’ten, Trabzon İmparatorluğu vergisinin affedilmesinden başka, Katerina Despina’ya çeyiz olarak verilmiş olan Kayseri bölgesini ve önceki hediyeleri istedi. Fatih, vergi işini bölgeye gelerek bizzat halledeceğini bildirdi. Fatih, Uzun Hasan ve müttefiki Trabzon Rum İmparatorluğu ile Gürcülere karşı 1461’de harekete geçti. Uzun Hasan’ın, 1459’da zapt ettiği Koyulhisar’ı aldı. Akkoyunlu ordusu Erzincan’daki Munzur Dağlarında Osmanlılara yenildi. Uzun Hasan, annesini Fatih’e gönderip, antlaşma sağlandı. Uzun Hasan tarafsız kaldı ve Fatih, 26 Ekim 1461’de Trabzon’u fethedip, bölgedeki Rum hâkimiyetine son verdi. 1466’dan itibaren Osmanlı kuvvetleri Orta Anadolu’ya girerek Karamanoğullarını takibe başladı. Karamanoğlu kuvvetleri doğuya kaçarken Akkoyunlular sınırı geçti ve 1472’de Osmanlı birlikleriyle çatışmalar yaşandı. Ertesi yıl II. Mehmet, bizzat ordunun başına geçerek doğuya yürüdü. Uzun Hasan’ın ordusu Karamanoğullarından arda kalanlarla takviye edilmişti. Ordu kalabalık fakat düzensiz bir Türkmen ordusuydu. Asıl gücünü hafif süvariler ve mızraklı piyadeler oluşturuyordu. Uzun Hasan’ın amacı Osmanlı sipahilerini mızraklı yayalarla devirmek ve süvarileriyle de kıskaca sarıp yok etmekti. Osmanlı ordusunun sipahileri de Uzun Hasan’ınkiler gibi Türkmen’di.

Ancak Osmanlı piyadesi olan yeniçeriler çok daha profesyonel askerlerdi. II. Mehmet, İstanbul’un fethi sırasında
gücünü ispatlayan topların meydan savaşında da kullanılmasını istiyordu. Bu amaçla ilk kez hafif havan topları üretildi ve bunlar doğu seferine götürüldü. Osmanlı ordusu Doğu Karadeniz dağları arasında ilerlerken Uzun Hasan’ın birlikleri gizlice yaklaştı. Hasan dağlarda baskın yapmayı planlamıştı. Osmanlı keşif birlikleri çok yakına sokulan düşmanı son anda fark etti ve II. Mehmet derhal savaş düzeni alınmasını emretti. İki ordunun karşılaştığı arazi akarsu tarafından yarılmış bir vadiydi ve savaşa hiç müsait değildi. Kayalıklar ve engebe yüzünden atların kullanımı çok zordu. Osmanlı beyleri geri çekilip ova bulmayı önerdiyse de düşman bu kadar yakındayken geri çekilme manevrasının tehlikeli olacağını düşünen II. Mehmet savaşa girmeye karar verdi.

Savaş öncesinde Rumeli Beylerbeyi Murat Paşa Uğurlu Mehmet Bey’in tuzağına düştü ve Fırat Nehri’nde boğuldu. Bu asker içinde büyük üzüntüye neden olduysa da asıl muharebeler Tercan Ovası’nda Otlukbeli’de yapıldı. Öncü birliklerle yapılan muharebede Davut Paşa galip gelip Akkoyunlu öncü birliklerini yenilgiye uğrattı. Sonra Akkoyunlu sağ cenah komutanı Zeynel Mirza’nın Davut Paşa’ya hücuma geçmesi üzerine Osmanlı sol cenah komutanı Karaman Valisi Şehzade Mustafa Akkoyunlu sağ cenahını bozguna uğratıp Zeynel Mirza’yı azapların içine çekip onu öldürdü. Böylece Akkoyunlu sağ cenahı bozguna uğrayıp dağıldı. Bu sırada Osmanlı sağ cenah komutanı Amasya Valisi Şehzade Bayezid önce Uğurlu Mehmet Bey’e saldırıp onun savaş alanından kaçmasına neden oldu. Uğurlu Mehmet Bey çekildikten sonra Akkoyunlu sol cenahını Mehmet Bakır komuta ediyordu. Şehzade Bayezid onun üzerine saldırıp Akkoyunlu sol cenahını bozguna uğratıp kendisini esir aldıktan sonra Uzun Hasan’a saldırdı. Hem Şehzade Mustafa, hem de Şehzade Bayezid’in hücumlarına karşı koyamayan Uzun Hasan yerine kendisine benzeyen bir askerini bırakıp savaş alanından kaçtı.Zaferden sonra beyler düşmanı takibi önerse II. Mehmet ileri gitmedi. Arazi pusu kurmaya elverişliydi, keşif birliklerinin düşmanı fark etmede geç kalmasını da göz önünde bulunduran II. Mehmet düşmanın gitmesine göz yumdu.

Ya Ben Şehri Alırım..

Genel bir taarruzun şart olduğunu düşünen Mehmet, 23 veya 24 Mayıs’ta son bir kez şehri sulh yoluyla teslim etmesi için
imparatora İsfendiyaroğlu Kasım Bey’i elçi olarak gönderdi. İmparator, Kasım Bey’e şehri terk etmeyeceklerini ancak vergi
vermeye ve daha başka ödünlere hazır oldukları cevabını verdi. Haberi duyan sultanın “Buradan gitmekliğim kabil değildir.
Ya ben şehri alırım yahut şehir beni ölü veya diri zapt eder” dediği anlatılır. 28 Mayıs gecesi başlayıp sabaha yakın saate
kadar devam eden iki hücumdan sonra, 29 Mayıs salı günü genel saldırı başladı. Elli dört gün süren ve 18 Nisan, 6, 12 ve 29 Mayıs’ta yapılan dört büyük hücumdan sonra Doğu Roma İmparatorluğu’nun 1125 senelik başkenti Kostantiniyye, Haçlı
ordusu yardıma gelemeden 29 Mayıs 1453 salı günü fethedildi. Yirmi bir yaşındaki Sultan Mehmet’in tarihte ‘Fatih’
diye anılmasını sağlayan İstanbul’un fethi, Osmanlı İmparatorluğu’nun kesin kuruluşu olarak nitelendirilir. Bizans İmparatorluğu tarihten silinmesine neden olan bu tarihi gelişme, Osmanlı’nın sonraki büyük fetihlerine de olanak sağladı.

Ölümü

Fatih Sultan Mehmet, hasta olmasına rağmen yeni bir sefer için Üsküdar’a geçti. Nereyi hedef aldığı bilinmiyordu. Kimi
kaynaklarda Memlukler üzerine sefere çıktığı iddia edilir. Bazılarına göre gizli tutulan hedef İtalya’dır. Üsküdar’la Gebze arasında Hünkarçayırı denilen yerde 3 Mayıs 1481’de 49 yaşında vefat etti. Ölümü gut hastalığına bağlandı. Sonradan zehirlenerek öldüğü yolundaki iddialar da ortaya atıldı. Venediklilerin, Yahudi asıllı, İtalya doğumlu hekim Yakup Paşa’ya rüşvet vererek Fatih’i zehirlettiği öne sürüldü. Yeniçerilerin sevmediği fakat halk kitlelerinin, medreseler ve tarikat ehlinin gözdesi Bayezid’in adamlarının bu işi yaptırdığı iddia edildi. Ölümü bir süre gizli tutuldu. Naaşı İstanbul’a getirilerek 22 Mayıs 1481 Salı günü Fatih Camii avlusunda bulunan türbesine defnedildi. Tahta oğlu II. Bayezid geçti. Fatih’in hayatta iki oğlu vardı. 34 yaşındaki büyük oğlu Bayezid Amasya’da, 23 yaşındaki küçük oğlu Cem Konya’da valiydi. Veziriazam derhal iki şehzadeye de ulaklar göndererek babalarının vefat ettiğini ve acele İstanbul’a gelmeleri gerektiğini haber verdi. İstanbul’a erken gelen şehzade tahta çıkacaktı. Fatih’in cesedi vakit kaybettirilmeden İstanbul’a geçirildi ve Topkapı Sarayı’nda ıssız, ışıksız bir mekâna âdeta terk edildi. Evlatları taht için birbirlerini yerken, Fatih’in cesedi çürümeye terk edilmişti.

Topkapı Sarayı’nda, sıcak Mayıs günlerinde elbiseleri içinde bırakıldığı için sultanın cesedi kokmaya başladı. Ceset tamamen çürümeden Baltacılar Kethüdası Kasım ve iki hekim elbiseleri soyduktan sonra iç organlarını çıkarttılar ve daha sonra cesedi ilaçlayarak kefenledikten sonra defnettiler. Şehzade Bayezid, padişah ilan edildikten hemen sonra, yani Fatih’in ölümünden 19 gün sonra cenazeyi Fatih Sultan Mehmet kendi adına yaptırdığı camiinin avlusuna defnetti. Portresini Yaptıran İlk Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet portresini ilk yaptıran Osmanlı padişahıdır. Rönesans döneminin Venedikli ünlü ressamı Gentile Bellini (1429-1507), 16 yıl süren Osmanlı-Venedik Savaşı’nın ardından Sultan Mehmet’in davetiyle 1479’da İstanbul’a gelmiştir.

Bir müddet sarayda yaşayan farklı insanların portrelerini çizen Bellini’nin Fatih Sultan Mehmet portresi en önemli eserleri
arasında yer alır. Tablosunun sağ alt köşesinde, Latin harfleriyle 25 Kasım 1480 tarihi yazılıdır. Aynı dönemde Osmanlı minyatür sanatının önemli isimlerinden Nakkaş Sinan Bey eğitim için İtalya’ya gönderildi.

Burada resim sanatı üzerine çalışmalarda bulunan Sinan Bey’in İstanbul’a dönüşünde yaptığı ‘Gül Koklayan’ portresi Rönesans resim sanatının izlerini taşır. Fatih Sultan Mehmet, Halil İnalcık’ın ifadesiyle “Osmanlı padişahları içinde en büyük devlet adamı”dır. Devlet adamlığı ve kumandanlığının yanında, açtığı medreselerde dönemin akli ilimlerine büyük önem verdi. Gazali ve İbni Rüşd arasındaki tarihi din-felsefe tartışmasını, Osmanlı ulaması arasında yeniden canlandırmak istedi. Adnan Adıvar, “Osmanlı Türklerinde İlim” adlı eserinde, “Fatih’in tahta çıkmasıyla felsefi ilmi düşüncenin Osmanlı Türklerinde geliştiğine ahit olmaya başlıyoruz” diye yazmaktadır.

Papa’nın Hristiyanlığa Daveti Papa II. Pius 1463’te, İstanbul’un fethinden sonra Roma imparatorlarının kullandığı ‘Kayzer’ sıfatını kendisine yakıştıran Fatih Sultan Mehmet’i Hristiyanlığa davet eden bir mektup kaleme almıştır. Mektubun gönderilip gönderilmediği hâlâ tartışmalıdır. Mektup, Papa’nın ölümünden sonra Fatih hayattayken Treviso’da 1475’te basıldı.