Kamudanhaber- Özel haber

Devletler/iktidarlar yalnızca yönetici sınıfın egemenliğini koruyan değil, aynı zamanda yönetimi altındakilerinin de etkin rızasını kazanabildiği birçok faaliyete başvurur. Her dönemde, iktidarların kendi meşruiyetlerini ve sürekliliklerini sağlamak adına zihinleri yönlendirmek ve kamuoyunu manipüle etmek suretiyle hegemonya ve rıza üretimi çabası taşıdıkları Paulo Freire, Edward Louis Bernays ve Walter Lippmann gibi sosyologların çalışmalarında da yer almıştır.

Walter Lippmann’a göre demokraside “rıza üretimi” bir sanattır. Rıza üretimiyle halkın seçenekleri ve tutumları onlara söylenildiği, aktarıldığı şekilde inşa edilmektedir. İktidarların belirli konularda kendi meşruiyet gerekçelerinin kabul edilebilirliği noktasında toplumu ikna edebilmesi için meşruiyetini sürekli yeniden üretmesi gerekmektedir. Rıza üretimi, bilinç inşası ya da ideolojik inşa olarak da tanımlayabileceğimiz meşruiyetin yeniden üretimi de eğitim-öğretim, bilim, kültür, aydınlar, kanaat önderleri, kitle iletişim araçları, sivil toplum örgütleri, meslek odaları, sendikalar aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Toplumsal bilinç bu şekilde inşa edilmeye çalışılır.

Ahmet İnam'a göre denileni yapan, vergisini veren, boynunu bükerek itaat eden vatandaş tipi “makbul vatandaş”tır. Bu vatandaş tipi bir şekilde iktidarın sürmesine katkı sağlayan veya buna hizmet eden vatandaştır. Her siyasal iktidar ya da devlet, hâkimiyetini sürdürmek ve bu hâkimiyeti yeniden üretmek için makbul vatandaşlara veya makbul kurumlara/organizasyonlara ihtiyaç duyar. Bunu yaparken bazı araçlar ya da “aygıt”lar kullanır...

Althusser ‘devletin ideolojik aygıtları’, Gramsci de ‘hegemonya’ kavramıyla gücün iktidar kurabilmesi ya da iktidarını sürdürebilmesi sürecinde ideolojik olarak toplumsal rıza üretim yöntem ve aygıtlarına değinmişlerdir. “İdeolojik aygıt”lar en önemli yeniden üretim araçlarıdır. Emekçi kesimde “makbul çalışan” üretimi/temini konusunda devletlerin en etkin ideolojik aygıtları “makbul sendikalar”dır. Makbul sendikalar, devletin/iktidarın akredite sendikalarıdır. “Makbul sendika”lardan beklenen ulusal/millî ekonomiye tehdit oluşturmamalarıdır. Makbul sendikalar, işveren ve kamu çalışanları arasındaki ilişkinin kontrolü/denetimi noktasında sistemin sigortalarıdır, aynı zamanda…

Sınıf gerçekliğini ve bilincini köreltip baskılamak için kimlik siyasetinden dini motiflere ve millî manevi değerlere kadar birçok argümanı ustalıkla kullanabilen makbul sendikaların yöneticileri, bu hizmetlerinin karşılığını kimi zaman siyasette kimi zaman da bürokraside mevki/makam sahibi olarak almaktalar. Sendikal hayatları devam ederken de kamu desteğiyle temsil ettikleri kitlelerin çok çok üzerinde bir hayat standardında/konforunda yaşamaktalar. İşveren-çalışan ilişkileri gerilip, çalışan kesimin sigortası atmaya yüz tuttuğunda makbul sendikalar devreye girerler. Makbul sendikalar, ilişkilerin gerildiği toplu sözleşme dönemlerinde; ekonomiye köstek olmayacak şekilde, sisteme zarar vermeyecek doğruları uygun frekanslarda dillendirme ayinleri düzenleyerek çalışan kesimin gazını alma görevini yerine getiriler. Düzenlenen bu toplu açık hava ayinlerinde; bireyin kitle içinde eritilmesinin ve itaatinin sağlanmasının ön koşulu olan üniformaların giyildiği -sendikalarda buna eylem önlüğü deniliyor- toplumsal gaz alma seanslarında, yumruklar sıkılı vaziyette, hamaset yüklü sloganlarla kitlesel rahatlamanın ritüelleri yerine getirilir. Çalışan kesim tepkisini göstermiş olmanın, sendikacılar da kendilerine yüklenen misyonun gereğini yerine getirmenin gönül rahatlığıyla evlerine dönerler. Böylece çalışan kesimin, devletin ekonomi politikalarına ve millî gelirden paylarına uygun görülen hisselerine rızaları gerçekleştirilmiş olur.

Çalışan kesim; sendikaların, devletin değil de çalışan kesimin makbul sendikası olmasını bekler durur ama nafile bir bekleyiş…

Gökten üç elma düşer… Ne büyük tesadüftür ki üçü de makbul sendikacıların başına düşürülür…

Murat Kenan Erdem