Her ülkenin, toplumun abide şahsiyetleri, onur duyduğu kişileri, zaferleri ve bu zaferleri o topluma yaşatan kahramanları vardır. Toplumun moral değerleri, bu abide şahsiyetlerin yaşantıları, başarıları ve efsane olmuş kazanımlarıyla genç kuşaklara aktarılır. Dünyada ilk defa düzenli orduyu kuran Mete Han, dünyanın ilk haritasını yapan Piri Reis, ilk tıp kitabını yazan İbn-i Sina, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet ile aynı soydan gelmek, aynı kültürün, aynı inancın ve aynı değerlerin bireyi olmak önemli bir ayrıcalık ve önemli bir motivasyon kaynağıdır. Her ülkenin eğitim müfredatını hazırlayanlar, bu abide şahsiyetleri, eserlerini, hizmetlerini anlatarak, eğitim kurumlarında öğrencilere kavratarak, geleceğin başarılı ve uyumlu bireylerini yetiştirmeye çalışırlar. Bu süreçte başarılı olanlar uyumu ve istikrarı sağlarken, başarısız olanlar ise kuşaklar arası çatışmaya bir alan daha açıp, gereksiz bir kısır döngünün taraftarlarını yaratırlar.

Bir ülke düşünün yeni kurulmuş, yolu, suyu, hastanesi, doktoru eczanesi yok. Halk sıtmadan, veremden, belsoğukluğundan, firengiden inim inim inliyor. Ülke toplu iğne dahi üretemiyor. Devleti kuranlar, kurtuluşu eğitimde görüyor. Çok hızlı ve emin adımlar atıyorlar. Büyük ve tam bağımsız ülke özlemi tüm yüreklerde aynı şekilde çarpıyor. Okullar, öğretmenler ve eğitim sistemi kurtuluş için tek alternatif görülüyor. Çok güzel şeyler olacak, ülke müreffeh hale gelecek ümidi, tüm ülkeyi kasıp kavuruyor. Sonra bir siyasi yapı, bu eğitim kurumlarını ele geçirip, kurucu iradenin dışında insan tipi yetiştirmeye başlıyor. Tehlike fark edildiğinde iş işten geçmiş oluyor. İyi niyetli olarak açılan kurumlar, korku ve paranoya ile kapatılıyor. Öğretmen devleti kuran iradenin değil de, falanca örgütün öğretmeni oluyor. Öğretmen yetiştirme sistemi siyasi grupların etki alanına giriyor. Öğretmen olacak kişilerin listesi siyasi parti binalarında hazırlanıyor. 40 günde öğretmen yetiştirilip atanıyor. 40 günde yetiştirilen öğretmenlerin bir kısmı okuma-yazma bilmediği gibi, bir kısmı da matematikteki dört işlemi dahi yapamıyor. 40 günde karpuz bile yetiştirilemezken, 40 günde öğretmen nasıl yetişir, konusu tartışılmaya başlanıyor. Öğretmenlik mesleği, toplumun kurucu mesleğidir ve değerlidir. 40 günde öğretmen yetiştirilerek, öğretmenlik mesleği değersizleştirildi.

Anne-babalar çocuklarının yanında öğretmenin tatilini, aldığı ek dersi, öğretmenle ilgili spekülatif haberleri anlatıyor. Çocuk, öğretmenlerin haksız kazanç elde eden, yatarak maaş alan kişiler olduğu algısına sahip oluyor. Öğretmenle ilgili pek çok dayanaksız haber, gazetelere manşet oluyor. Öğretmen yıllar içerisinde yavaş yavaş değersizleştiriliyor Asgari yaşam standartlarının altında, yaşam mücadelesi veren öğretmen, ek gelir kaynakları için ek iş yapmaya başlıyor. Okuyup öğreneceği, temayüz edeceği zaman dilimini çalışarak geçirdiği için, öğrencilere gereken katkıyı sağlayamıyor. Okul müdürleri sendika binalarında atanıyor. Liyakatsizlik diz boyunu aşıyor, eğitim sistemini boğma aşamasına geliyor. Toplum kurucusu, yürütücüsü, kuşaktan kuşağa kültürün aktarıcısı olan öğretmen; göz göre göre değersizleştiriliyor. Öğretmen değersizleşirse, değerler önemini kaybeder. Değerler önemini kaybederse, binayı taşıyan kolonların yıkılması gibi bir durum ortaya çıkar. Sadece öğretmenler değerlerini kaybetmez, toplum kendisini var eden dinamikleri kaybeder.

Toplumun tarihsel sürecinde bilime, sanata, spora, edebiyata önemli katkılar yapmış, vatan toprağını korumuş, başarılar kazanmış abide şahsiyetleri vardır. Bu abide şahsiyetler toplumun moral, motivasyon kaynağıdır. Bu şahsiyetler hakkında hiçbir bilgi ve belge olmadan, değişik iftiralarda bulunmak, bu şahsiyetlere eşcinsel, sapık vb. yakıştırmalar yapmak kimin, ne işine yarar? Bu iftiralar karşısında gençler, bu abide şahsiyetler hakkında ne düşünür? Hem Lut kavminin helak olmasını eşcinsellikle açıklayacaksınız hem de eşcinsel olduğunu iddia ettiğiniz tarihi bir şahsiyete saygı duymalarını isteyeceksiniz. Bu bir çelişkidir. Abide şahsiyetleri, değersizleştirerek, çocuk ve gençlere değer kazandıramazsınız. Gayri ahlaki olarak tanımladığınız atalarınızdan, gençlerin gurur duymasını sağlayamazsınız. Abide şahsiyetleri değersizleştirerek değer sahibi gençler yetiştiremezsiniz.

Toplumu dış düşmanlardan koruyan, iç tehditlere karşı caydırıcılık rolü oynayan orduyu da değersizleştirdik. Üç defa darbe yapan bir ordunun üst düzey komutanları halk iradesine rağmen, yönetimi ele geçirdi. Seçilmişleri cezaevine koyup, halk iradesine zincir vurdular. Demokrasiyi rafa kaldırıp, ulusal hukuku çiğnediler. 15 Temmuz 2016 gecesi, halkın vergisiyle alınan silahlarla bir hain grup bu millete kurşun sıktı, tanklarla halkın üzerine yürüdü. 242 şehit verdik. Bir cemaat devlet içinde paralel örgütlenme yaparak, devleti ele geçirmeye çalıştı. Türk milleti ordu teşkilatına “Peygamber Ocağı” gözüyle bakar. Peygamber ocağının sözde mensupları, halkını katletti. 2000’li yıllarda yaptığımız bir araştırmada, “Öğretim üyelerine en çok hangi kuruma güvenirsiniz? Sorusunu sorduğumuzda birinci sırada “ordu” gelmişti. Şimdi aynı soruyu sorsak, ordu kaçıncı sırada gelir? Peygamber ocağını da değersizleştirdik. Sütçü İmam Türk kadınının başörtüsüne el uzatan Fransız askerine ateş etmişti. Ordu, başı kapalı anneyi, oğlunun düğün günü orduevine almadı. Türk milletine yabancılaştı. Yabancılaştırılarak değersizleştirildi. Sağlam gençler çürük raporu alarak askere gitmedi, şehitliği gecekonduda yaşayan gariban insanlara atfettik. Bizi biz yapan değerleri, kendi elimizle değersizleştirdik. Cengiz Topel’in adını pek çok okula verdik ama Cengiz Topel’i yetiştiren değerleri çocuklara maalesef kazandıramadık.

1970’li yıllarda izlediğim Türk filmlerinde en çok dikkatimi çeken, üçkâğıtçı, yalancı, dolandırıcı din adamlarıydı. Para karşılığı muska yazan, dini bilgilerini parayla satan, insanları aldatan, cüppeli, sakallı, sarıklı din adamı tiplemeleri vardı. Sokakta bu tür kişileri gördüğümde, film kahramanları ile özdeşleştirirdim. Türk filmlerindeki din adamı tiplemeleri ile gizli müfredat yoluyla din adamlarını güvenilmez, tehlikeli insanlar gibi topluma yansıttık. Bu aşamadan sonra güzel ahlakın temsilcisi olan o yüce insan, İslam peygamberinin dinini yaymak isteyen, halis din adamlarını topluma değersiz bir varlık gibi göstererek, bir değerimizi de yok ettik. İtalya’da, kendisinden oyuncak isteyen çocuğuna baba, oyuncağı alıp papaza veriyor, oyuncağı papaz çocuğa veriyor. Böylece çocuğun din adamlarına karşı sevgi ve saygısı artıyor. Din adamları; İslam peygamberinin aç yaşaması, fakirliğini anlatıp, peygamberden gurur duyarken, 500 asgari ücretlinin maaşından daha fazlasını TV programlarından alıp, asgari ücretle çalışan emekçiye şükretmeyi öğrettiler. Din adamları kazanırken, din adamı kimliği kaybetti. Toplumu etkileyen ahlakın, namusun ve edebin öğreticisi olacak kişiler değersizleştirildi. Hatta, anlattıkları da etkisini kaybetti.

Küresel salgın sürecinde insanların egzoz dumanı koklayamayacağını, bilgisayarın faresini yiyemeyeceğini, dolar ile karın doyuramayacaklarına şahit olduk. Atatürk’ün de dediği gibi: “Köylü milletin efendisidir.” Çiftçilerin tarımsal faaliyetlerinin önemi, bir daha ortaya çıktı. Gelecek yüzyılda yapay zekâ, bilişim teknolojileri kadar, tarımsal faaliyetlerin de belirleyici bir güç olacağı kabul edildi. Oysa biz ne yaptık. Köylüyü küçümsedik, alay ettik, horladık. Tarımla, toprakla uğraşmayı değersiz bulduk. Emek sömürüsüne maruz bıraktık. Yanlış tarımsal politikalarla köy halkını mağdur ettik. Köyler boşalmaya başladı. Köylüler, metropollerde, gecekondu evlerde, gayrisıhhi şartlarda yaşayıp, boğaz tokluğuna çalışmaya başladılar. Köyde üretim yapacak kitleyi kaybettiğimiz gibi, bilgi birikimini aktaracak kuşağı da şehirlere kaptırdık. En önemli stratejik üstünlüğümüz olan tarımda da sınıfta kaldık. Sadece tarımı kaybetmedik, tarım yoluyla üretebileceğimiz değerleri de kaybettik. Bir stratejik üstünlüğümüzü de, değersizleştirdik.

Sonuç olarak maddi ve maddi olmayan binlerce değere sahibiz. Bu değerler, toplumun köşe taşlarını oluşturur. Bu köşe taşları aynı zamanda kilit taşıdır. Kilit taşını aldığımızda bina nasıl çökerse, toplumun değerlerini değersiz hale getirirseniz, toplumda çöker. Toplumun en önemli üç kuruluşu okul, cami ve ordudur. Bu üç kuruluş, yozlaşmaya, bozulmaya ve değersizleşmeye başlarsa, kangren olan organizmaya benzemeye başlar. Bu kurumları değersizleştirmenin, hiçbir faydası yoktur. Sadece bölücü, yıkıcı ve hain davranışlar sergileyen kişi ya da kuruluşların ekmeğine yağ sürülmüş olur. Bu kurumları korurken yanlışı görmezlikten gelmek doğru bir yaklaşım olmaz. Yanlış görülmeli ve sorun çözülmelidir. Ayrıca yanlış yapacak kişiler seçilmemeli, liyakatten asla taviz verilmemelidir. Tarihin abide şahsiyetleri hakkında iftirada bulunmak, gerekli gereksiz konuşmalar yapmak, topluma yol gösterecek, rol model olacak kişilerin yok olmasına neden olur. Yeni nesil kendisine başka ülkelerin kahramanlarını örnek almaya, başka ülke ideolojilerinin peşinde koşmaya başlar. Milletleri millet yapan değerleri yok etmek, iç dinamiklerin değil, dış mihrakların ve dış güçler adına çalışan hainlerin işine yarar. Gençlere tarihini, dinini, kültürünü ve değerlerini öğretelim. Toplumu ile barışık, bütünleşmiş ve geleceğe emin adımlarla yürüyen nesiller yetiştirelim.

Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU