ANKARA – Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, korana virüsü salgını nedeniyle okulların 30 Haziran’a kadar uzaktan eğitime devam etmesi kararını açıklamasının ardından 1 Haziran’ı işaret etti ve sürecin beklendiği gibi gitmesi halinde okulların açılacağını söyledi.

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan’a göre salgın riskinin ortadan kalktığına dönük bilim insanları tarafından net bir tutum alınmadan, salgının geçtiği bilimsel verilerle desteklemeden okulları açmak da sınavları yapmak da büyük risk taşıyor.

‘UZAKTAN EĞİTİME ERİŞİMDE SORUN YAŞANMAYA DEVAM EDİYOR’

Uzaktan eğitim sürecinde öğrencilerin ve öğretmenlerin yaşadığı sorunların neler olduğunu, eğitim sisteminin bu sürece hazırlıklı yakalanıp yakalanmadığını ve gelecekte derinleşmesi beklenen ekonomik krizden eğitim sisteminin nasıl etkileneceğini Eğitim Sen Başkanı Feray Aytekin Aydoğan ile konuştuk. Milli Eğitim Bakanlığı’nın salgın sürecinde öğretmenlerin yanında olmadığını, özel okul sahiplerinin taleplerini karşıladığını belirten Aydoğan’ın sorularımıza yanıtları şu şekilde:

Korona virüsü salgını sürecinde uzaktan eğitime geçildi. Bu süreçte öğrenciler ve öğretmenler ne tür sorunlar yaşadılar?

Uzaktan eğitimde yaşadığımız bu 45 gün, yüz yüze yaşadığımız eşitsizliklerin çok ciddi derinleşerek sürdüğü bir dönem oldu. Bilgisayar, tablet, televizyon, internet bağlantısı olmayan öğrencilerin bu ihtiyaçlarının karşılanmasını talep etmiştik. Bu sağlanmadığı için öğrencilerimizin büyük bir çoğunluğu uzaktan eğitime erişmede sorun yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor. Kamu okullarıyla özel okulların uzaktan eğitime ulaşmasında çok ciddi bir eşitsizlik oluştu. Yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşan ailelerin çocuklarının uzaktan eğitime ulaşmasının çok daha sınırlı olduğunu gördük. Kırsal kesimde ve kentlerde yaşayan öğrencilerimizin uzaktan eğitime ulaşmada ciddi eşitsizlikler yaşadığına tanık olduk. Dezavantajlı öğrencilerimize ders içeriklerinin hazırlanmadığını ve planlamanın yapılmadığını gördük. Fiziksel engeli olan, özel eğitim gereksinimi olan, anadili Türkçe olmayan öğrencilerin, mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocuklarının uzaktan eğitime ulaşma imkânı gerçekleşmedi.

‘ÖĞRETMENLERE BASKI VE TALİMAT DİLİ KURULDU’

Öğretmenlerin yaşadığı en temel sorun, uzaktan eğitimin işleyişine dair yöneticilerin sürekli baskı ve talimat dili kurması yönünde oldu. Uzaktan eğitime ilişkin, hiçbir zaman örgün eğitimin yerini tutamayacağını ifade etmiştik. Özellikle salgın döneminde uzaktan eğitimdeki en temel başlıkların, öğrencilerin eğitimden kopmaması, eğitime ilişkin motivasyonu güçlü tutulması ve salgınla baş edecek ruh sağlıklarını güçlendirecek programlar olarak yapılandırılması gerektiği şeklinde belirlenmesini önermiştik. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı yüz yüze eğitimi uzaktan eğitime eşitleyen bir algı oluşturmaya çalıştı. Bu da sürdürülüyor ve bu öğretmenler üzerinde baskı aygıtına dönüşüyor.

‘EŞİTSİZLİKLERİN DERİNLEŞTİĞİ BİR SÜREÇ’

Türkiye’deki eğitim sistemi böyle bir pandemiye hazır mıydı? Gelecekteki olası bir küresel krize karşı bugünden ne tür adımlar atılmalı?

Yeterince hazırlık olmadığını görüyoruz. Kaldı ki Milli Eğitim Bakanlığı özelinde uygulanan uzaktan eğitim programı yeni bir program değildi. Öncesinde de tamamlayıcı eğitim niteliğinde çalışmalar yürütülüyordu. Bu çalışmalar yürütülmesine rağmen yeterince hazırlıklı olunmadığını gördük. Çok ciddi eşitsizliklerin derinleşerek devam ettiği bir süreç haline geldi. Yükseköğretimde 23 Mart’tan itibaren uzaktan eğitimin başlatılacağı açıklanmıştı. Üniversitelerin tamamına yakınında uzaktan eğitim programının kameradan ibaret olduğu, hiçbir altyapının hazır olmadığı bu konuda da yeterli eğitimin verilmediği ortaya çıktı. Üniversitelerde uzaktan eğitim başlar başlamaz yapının çöktüğünü gördük. Öğrencilerimize bu dönemde seçenek olarak kayıt dondurma sunuldu. Aynı zamanda bu YÖK’ün de bir itirafıdır. Eğitim sistemi, hem öğrencilerimizin sınıfsal durumlarından kaynaklı yaşadığı eşitsizlikten dolayı hem de gerekli teknik altyapı noktasında yeterli düzeyde olmamasından dolayı hazır değildi. Bu süreçte ders içerikleri anlamında da sorunlar yaşadık. Uzaktan eğitimin ilk gününde çeşitli idam görüntülerinin öğrencilere gösterilmesi, ders içeriklerinin bilimsel içerikleri referans alan bir yapıyla hazırlanmamış olması kamusal ve bilimel eğitimin çökmüş olduğunu bize bir kez daha gösterdi. Salgında yıllardır yürüttüğümüz kamusal mücadelemizin ne kadar yaşamsal olduğunu görmüş olduk.

‘ŞOK ETKİSİ YARATTI’

Öğrencilere okullarda verilen eğitimlere ilişkin geçmişte de çok kez itirazlarınızı dile getirdiniz. Salgın sürecinde EBA TV aracılığıyla uzaktan eğitim televizyonlar aracılığıyla evlere girdi. Çok sayıda kişi, ‘Çocuklarımıza bunları mı öğretiyorlar’ yorumu yaptı.

Uzun yıllardır öğretmenler olarak öğrencilerimizle birlikte bilimsel eğitime dayalı müfredat içeriklerini savunduk. Çeşitli dini yapılarla cemaatlerle yapılan protokollere tepki gösterdik. Ailelerin talebi akademik liseler olmasına rağmen imam hatipleşme politikalarını yaşıyorduk. Okullarda her gün yaşadığımız durum uzaktan eğitimle evlerimize girdi. Bu şok etkisi yarattı. Bu kadar büyük bir infiale neden oldu ama bizim yıllardır okullarda öğrencilerimizle yaşadığımız somut durum bu. Evlerimizde uzaktan eğitim sürecinde yaşadıklarımızı, bilimsel eğitimin tamamen yok sayılması sürecini, okullarda hem öğrencilerimiz hem de öğretmen arkadaşlarımız yaşamaya devam ediyor.

‘BİLİMSEL VERİLERLE DESTEKLENMEDEN KESİNLİKLE SINAVLAR YAPILMAMALI’

Salgın sürecinde lise ve üniversite giriş sınavlarına ilişkin de belirsizlik var. Sınavların bu koşullarda yapılıp yapılmamasına dair Eğitim Sen ne diyor?

Salgın tehlikesinin geçtiği bilimsel verilerle desteklenmeden kesinlikle sınavlar yapılmamalı. Öncelikli olan öğrencilerimizin, bilim emekçilerinin ve tüm yurttaşlarımızın sağlığı. Ancak bilim insanlarının açıklamaları doğrultusunda salgın tehlikesinin tamamen ortadan kalkmasıyla birlikte sınavların yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Yaşamsal, telafisi olmayacak sonuçlara yol açma riski hala çok fazla. Olağan dönemlerde kullanılan ölçme değerlendirme aracını olağanüstü koşullarda da kullanmakta ısrar ediyor yöneticiler. Sınava hazırlanan öğrencilerimiz, uzaktan eğitimde tüm öğrencilerimizin yaşadığı eşitsizliği daha derin yaşadılar. Soru sayılarını, soruların içeriklerini, zorluk derecesini ve sınav sorularının değerlendirilmesine kadar yeni bir sürece ihtiyaç var. Olağan dışı dönemden geçerken olağan dönemin ölçme araçları kullanılamaz. Bu çok büyük bir haksızlık yaratacaktır. Salgın tehlikesi geçmeden yüz binlerce öğrenciyi, veliyi, öğretmenleri sokağa çağırmak risk anlamına gelmekte.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, beklendiği gibi gitmesi halinde 1 Haziran tarihinde okulların açılabileceğini söyledi. 1 Haziran’da okulların açılması kararına nasıl yaklaşıyorsunuz?

Salgın tehlikesinin geçtiği bilimsel verilerle açıklanmadan okulların açılmaması gerekiyor. Tüm dünyada ve ülkemizde en önemli olan sağlığımız ve kesinlikle salgın geçmeden okullar açılmamalı ve sınavlar yapılmamalı.

‘SENDİKAL HAKLARIMIZI SONUNA KADAR KULLANACAĞIZ’

1 Haziran’da okulların açılması halinde veliler çocuklarını okula göndermek konusunda çekinirler mi? Öğretmenler arasında risk nedeniyle göreve başlamak istemeyenler olursa ne yapmaları gerekiyor?

Salgın riskinin devam ettiği kaygısı hala sürüyor. Her gün kayıplar veriyoruz. Salgınla ilgili kaygıyı velilerimiz ve öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz yaşıyorlar. Bu açıklamalar bilim insanları tarafından yapılmadan okulların açılması noktasında bir adım atılırsa sağlık açısından çok ciddi olumsuz sonuçlar ortaya çıkacaktır. Bu konudaki itirazlarımızı söylemeye devam edeceğiz. Türkiye’nin imzaladığı sözleşmelere, dünyadaki sendikaların açıklamalarına göre, salgın riskinin devam ettiği koşullarda tüm emekçilerin işten kaçınma hakkı en temel haklarıdır. Biz böyle bir adımı tüm yurttaşların sağlığı için atarız. Tüm sendikal haklarımızı sonuna kadar kullanacağız.

‘VELİLER ARADI’

Milli Eğitim Bakanı’nın 1 Haziran’da okullar açılabilir açıklamasının ardından çok sayıda veli kesinlikle çocuğunu okula göndermeyeceğini, böyle bir riske çocuğunu atmayacağını bize ulaşarak aktardı. Akademik eğitim noktasındaki eksiklikler mutlaka giderilir. Buna ilişkin doğru bir programlama bilim insanlarının katılımıyla hayata geçirilir ama sağlık sorunu noktasında riski göze almak kabul edilemez bir durumdur. Bu akla ve bilime de aykırıdır.

‘ATAMASI YAPILIP GÖREVE BAŞLAYAMAYANLARIN SAĞLIK HAKLARI ELLERİNDEN ALINDI’

Salgın sürecinde 19 bin 921 öğretmen ataması gerçekleştirildi fakat göreve başlatılmadıkları için hak kaybına uğradıklarını ifade ediyorlar. Hem ataması yapıldığı halde göreve başlamayan hem de ücretli öğretmenler bu süreçten nasıl etkilendi?

Salgın sürecinde gördük ki siyasi iktidarın tercihi emekçilerin hakları, yaşam hakları değildi. Sermayeden doğru bir pozitif tutum aldılar ve bunu sürdürdüler. Evde kal çağrıları yapılırken emekçilerin çalışmaya devam etmesi tercih edildi. 20 bin arkadaşımızın 18 Mart’ta ataması yapılmasına rağmen ve mevzuattaki 15 gün içerisinde göreve başlatılması gerektiği belirtilirken ısrarla göreve başlatılma süreci okulların açılması dönemine uzatıldı. Bu kabul edilemez bir durum. Arkadaşlarımız atamaları yapıldığı dönemde çalıştıkları işlerden ayrılmak zorunda kaldılar. Sağlık hakları ellerinden alınmış oldu. Salgın riski yaşanırken hem sağlıktan yararlanma hakkı hem de ekonomik anlamda ciddi sorunlarla baş etmek durumunda kaldılar.

‘ARKADAŞLARIMIZIN MEB ELİYLE BORÇLANDIRILDIĞINI GÖRDÜK’

Bu durumu ücretli öğretmen ve usta öğretmen arkadaşlarımız da yaşadı. İlk günden bugüne arkadaşlarımızın yüz yüze eğitimde aldığı ücretlerin verilmesi gerektiğini söylemiştik. MEB sonrasında, ücretlerini ödeyeceklerini söyledi. Ama hemen akabinde Resmi Gazete’de yayınlanan düzenlemeyle arkadaşlarımızın MEB eliyle borçlandırıldığını gördük. Şu an telafi eğitimi yapıldığındaki ücretleri ödüyorlar. Telafi eğitimi yapıldığında ücret almayacaklar. Ki arkadaşlarımızın güvenceleri olmadığı için görevlendirilmeme durumları da var. Görevlendirilmedikleri takdirde faiziyle bu dönemde verilen ücretler geri alınacak. Akla ve vicdana sığmayacak bir uygulamayı gördük. Yine özel okul yöneticileriyle bir araya gelen Milli Eğitim Bakanlığı, özel okullardan kamu okullarına nakillerin geçişlerini durdurdu. Salgın döneminde ekonomik sorunlar yaşayan veliler kamu okullarına geçmek istediler ama bu Milli Eğitim Bakanlığı eliyle engellendi. Özel okul sahiplerinin her dediği yapıldı ama bu kurumlarda çalışan arkadaşlarımız işten çıkarılırken hiçbir tavır alınmadı.

‘BAKANLIK İŞTEN ÇIKARMALARI GÖRMEZDEN GELDİ’

Salgının hemen öncesinde özel bir okulun çalışanlarına ücret ödeyememesiyle el değiştirdiği ve velilerin günlerce eylem yaptığı bir süreç yaşandı. Uzmanlar korona virüsü salgının daha da derin bir ekonomik kriz yaratacağını ifade ediyor. Gelecekteki eğitim sistemini nasıl etkileyecek? Maaşlarını alamayan öğretmenlerin, çocuklarının eğitim ücretlerini karşılayamayan velilerin sayısı artar mı?

Eğitimin temeline kar mantığını, daha fazla para kazanma mantığını oturtan bir anlayıştan nitelikli eğitim beklenemez. Biz o yüzden yıllardır, kamusal eğitim, nitelikli eğitim mücadelesi yürütüyoruz. En son Doğa Okullarında yaşanan süreç bizim taleplerimizin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha kanıtladı. Salgın dönemi de bir kez daha haklılığımızı ispatlamış oldu. Özel okul sahipleri, sermaye grupları herhangi bir risk yaşadığında ilk gözden çıkarılanlar bilim emekçileri ve öğrencilerimiz oluyor. Kamusal eğitim yaşamsal bir haktır ve taleptir. Eğitimdeki tüm özelleştirmelerin durdurulması gerekiyor. Öğrencilerimizden yana tutum alması gereken Milli Eğitim Bakanlığı kamu okullarına geçişi durdurdu. Öğretmenlerden yana tavır alması gereken bakanlık işten çıkarılmaları, ücretlerin kesilmesini görmemezlikten geldi. Ama tüm özel okul sahiplerinin talepleri bu dönemde harfiyen yerine getirildi.