Küresel salgının üzerinden 1 yıl 8 ay geçti. Dünyanın birçok ülkesinde aşılara rağmen vaka sayıları hala ciddi boyutlardayken, aradan geçen zaman salgının şiddetinde çok da bir şey eksiltmemiş gibi görünüyor.

Sadece algılarımızda değişiklik oldu ve biz duruma alıştık. Bugün ortaya çıkan günlük 24 bin vaka, ilk gün görünen 2 vakadan daha önemli değil zihinlerimizde. 

Ve bu durum dünyanın birçok ülkesinde de aynı. Bütün uluslar artık salgını pek de umursamıyor. Fakat bir yer var ki durum orda hala ciddiyetini koruyor. Her vaka ülkede tedirginlikle karşılanıyor. Her vaka için olağanüstü tedbirler alınıyor. Salgının ilk ortaya çıktığı ülke olan 1,4 milyar nüfuslu Çin'den bahsediyorum. 


Aslında Çin deyince herkesin aklına aynı soru geliyor ve hiç kimse Çin'in rakamlarına inanmıyor. Dışarıdan bakınca gerçekten de inanası gelmiyor insanın.

Çünkü bu kadar kalabalık, geniş ve 14 ülkeyle sınırı olan bir ülkede nasıl olur da günde 10-20 vaka çıkar diye sorguluyor insanlar. Üstelik salgının ilk üç ayından sonra hayatını kaybedenlerin sayısı da 0.

İki yıldaki vaka sayısı, şaka gibi ama sadece 95 bin 340. Bir ülkenin iki günlük vaka sayısıyla aynı. Hal böyleyken de insanların kafasında doğal olarak sorular oluşuyor. 


Bu yazıyı yazdığım gün Çin'deki vaka sayısı yeni bir artış olmasına rağmen sadece 59. Tabi aşılanma tüm hızıyla devam ediyor. Şimdiye kadar 2 milyar dozun üzerinde aşı yapılırken, yaklaşık 900 milyon kişinin tam aşılı olduğu biliniyor.

Aşılanma bu şekilde devam ederken, vakaların neredeyse sıfırlanmasının sadece aşılarla ilgili olmadığı da bir gerçek. 


Daha önce Çin'in salgınla nasıl mücadele ettiği ve ülke içinde alınan tedbirlerle ilgili çok sayıda yazı yazmıştım. Bugün ise Çin'in yurtdışından gelen kişilere yönelik nasıl tedbirler aldığını yazarak ülkenin koronavirüs ile mücadelesinin ne boyutta olduğunu kendi deneyimim üzerinden anlatmak istiyorum. 

Yaklaşık bir aydır Türkiye'deydim. İki gün önce uzun bir yolculuğun ardından tekrar Çin'e gelmiş bulunuyorum. Şu an Pekin'de karantinada kaldığım otelde iki gün süren yolculuğumda gördüklerimi yazacağım.

Belki zihinlerdeki sorulara cevap olur umuduyla. Zira Çin'e girer girmez gördüğüm abartılı tedbirler, Çin'de neden vaka olmaz sorusunu cevaplıyordu. 


Çin'e gelmeden önce yapmam gerekenler vardı. Öncelikle Çin Büyükelçiliği'nin belirlediği hastanelerin birinde PCR ve antikor testleri yapmam ve bunları elçiliğin sistemine yüklemem gerekiyordu.

48 saat öncesine ait PCR negatif testim ile antikor igM test sonuçlarımı, seyahat rotamı gösteren belgeler ile birlikte yola çıkacağım gün Çin Büyükelçiliği'nin sistemine yükleyip seyahat için onay aldım.

Daha sonra Çin tarafından verilen yeşil sağlık koduyla birlikte Çin'e geldim. Yolculuğum tam 36 saat sürmüştü ve her transferde benden PCR sonucum ile aşı belgem istendi. 


36 saat sonra Pekin'e gelmiş, uçaktan iner inmez tüm belgelerimi gösterdikten sonra hemen kapalı bir alana alınmıştım. Testim negatif olmasına rağmen tekrar PCR testine tabi tutuldum.

PCR testinden sonra görevliler bizi aşağıda bekleyen otobüslere yönlendirdi. Bu arada, görevliler yüzde yüz kapalı karantina elbiseleri giyiyor ve asla bize yaklaşmıyordular. Girdiğimiz her alan ise biz çıktıktan sonra dezenfekte ediliyordu.

Tekrar negatif olmamıza rağmen, otobüslere bindirilmiş ve polis eşliğinde konvoyla karantina oteline getirilmiştik. 21 gün bu otelde karantinada kalacaktık. Karantina için ise tam 7,400 yuan ücret alındı (9 bin 700 TL). 


Otele geldiğimiz gibi görevliler bizlere yönergeler dağıttı ve karantina günlerinde neler yapılacağı bu yönergelerde detaylı bir şekilde yazıyordu.

Açıkçası ilgi çekici olan da bu yönergede yazanlardı. Zira zaten negatif ve tam aşılı olan kişilere böyle davranılması çok abartılı gelmişti bana.

Öte yandan görevlilerin yabancılara karşı tutumu da çok ilginçti; çünkü herkes bize potansiyel virüslüymüş gibi davranıyor ve olabildiğince uzak durmaya çalışıyordu.

İnsanların bizlere olan tuhaf bakışları bir yana dursun yönergede yazılanlar ve karantina boyunca yapmamız gerekenler kısaca şu şekildeydi:

Günde 3 kez (sabah 9, Öğleden sonra 4 ve 7) ateşimizi ölçüp görevlilere bildirecektik. 

Odalarımızı ve elbiselerimizi kendimiz temizleyecektik. 

Karantina bitene kadar 6 kez PCR testi yapacaktık. (3., 7., 10., 14., 17. ve 21. günler.) 14. ve 21. günlerde PCR testi her iki burundan numune alınarak yapılacak ve yatak odası ile banyo için de çevresel test yapılacaktı.

Gıda güvenliği açısından sadece otel tarafından sağlanan yiyecekleri yiyebilecektik. Dışarıdan kesinlikle yemek girişi yasaktı. (Açıkçası benim için en zor madde buydu çünkü senelerdir Çin yemeklerine alışamamış biri olarak 3 haftalık bir açlık dönemi yaşayacaktım.) 

Kısaca gördüklerim bu şekilde. Söylediklerime inanır mısınız bilmem ama Çin'de gördüklerim ülkede neden vaka çıkmıyor sorusuna iyi bir cevap.

Çünkü nerdeyse testi olmayan ve karantinada kalmayan bir sineğin bile ülkeye girişine izin vermiyordular. 


Tabi her ülkeyi de Çin gibi değerlendirmemek gerek, zira her ülke Çin'le aynı şartlara sahip değil.

Ekonomik olarak güçlü, iç muhalefetin olmadığı güçlü bir yönetimin bu tür tedbirleri alması ve uygulaması kolay.

Bu sebeple alınan tedbirleri Çin şartlarıyla değerlendirmek yerine her ülkenin kendi şartlarında değerlendirmek en mantıklı olanı diye düşünüyorum. 

Kaynak:  Independent Türkçe/Nurettin Akçay