İSTANBUL (AA) - İstanbul Üniversitesi (İÜ) Su Bilimleri Fakültesi Deniz ve İç Su Kaynakları Yönetimi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meriç Albay, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınından korunmak için daha fazla kimyasal kullanıldığını belirterek, "Oysa ki kullandığımız dezenfektan ve deterjanlar sularımıza karışıyor ve kirlenmesine neden oluyor." dedi.

Küresel ısınma ve iklim değişikliği, aşırı nüfus artışı, kontrolsüz sanayileşme, plansız kentleşme ve kirliliğin sınırlı su kaynakları üzerindeki baskısı giderek artarken, dünyayı saran yeni tip koronavirüs salgını nedeniyle su, uzun zamandır hiç olmadığı kadar değerli hale geldi.

Koronavirüs tedbirleri kapsamında, şehirlerdeki cadde ve sokakların deterjan ve dezenfektan gibi kimyasallarla yıkanması, açık ve kapalı alanların ilaçlanması gibi uygulamalarla kimyasallar, topraktan yeraltı sularına, kanalizasyon sistemlerinden arıtma tesislerine, yağmur suyu toplama kanalları aracılığıyla da akarsu ve denizlere doğrudan karışıyor.

Suyun gereksiz kullanımı ve kirletici faaliyetler, su kaynakları üzerinde yoğun bir baskı oluştururken, toplumu da gelecekte temiz su bulamama tehdidiyle karşı karşıya bırakıyor.

"Pandemi suyun ve gıdanın önemini bir kez daha hatırlattı"

İÜ Su Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meriç Albay, Türkiye'de su kaynaklarının güncel durumu ile Kovid-19 salgını sürecinin denizler ve çevre üzerindeki etkilerini AA muhabirine değerlendirdi.

Pandemi sürecinde uyulması gereken üç ana kuralın sosyal mesafe, izolasyon ve temizlik olduğunu hatırlatan Albay, "Uzun zamandır su hiç bu kadar çok iyi anlaşılmamış, konuşulmamış ve önemi kavranmamıştı. Pandemi bize suyun ve gıdanın önemini bir kez daha hatırlattı." dedi.

Albay, su kaynakları yönetimi, su güvenliği ve gıda güvenliği alanında yetkin mühendisler yetiştiren su bilimleri fakültelerinin öneminin de bu dönemde daha iyi anlaşıldığını dile getirdi.

"Suyla ilgili sürdürülebilir önlemler hayati önem taşıyor"

Türkiye'deki deniz ve iç su kaynaklarına değinen Albay, şöyle konuştu:

"Başta Marmara Denizi olmak üzere Karadeniz ve Ege Denizi'nin bazı bölümlerindeki su kalitesinde ve ekosistemde tahribat var. Özellikle Marmara Denizi'ne geçmişte kötü davrandık. Evsel ve endüstriyel atıkları hiçbir işleme tabi tutmadan denize verdik. Haliç'i ve İzmit Körfezi'nin su kalitesini 4. sınıf su kalitesi değerlerine düşürdük. Biyoçeşitliliğe büyük zarar verdik. Son yıllarda alınan önlemler sayesinde su kalitesinde iyileşme gözle görülür hale gelse de sürdürülebilir ve izlenebilir önlemler alınması ve bu önlemlerin süreklilik göstermesi hayati önem taşıyor."

Prof. Dr. Albay, Türkiye'deki iç su kaynaklarının ise daha önemli sorunlarla yüz yüze olduğunu ifade etti. 82 milyon nüfusa sahip Türkiye'de kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1400 metreküpün altına düştüğüne dikkati çeken Albay, "2030 yılına gelmeden su fakiri olma riskimiz var. Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi'nde belirtildiği gibi suyu bütüncül yaklaşımla yönetmemiz gerekiyor. Suyun döngüsü ve kullanımını her basamakta izleyip tehditleri ortadan kaldırmak lazım. Gereksiz su tüketiminin geleceğimizden çalmak olduğunu anlamak gerekiyor." değerlendirmesinde bulundu.

"Kullandığımız dezenfektanlar ve deterjanlar sularımıza karışıyor"

Salgın sürecinde virüslerden korunmak için birçok kimyasalın daha fazla kullanıldığına dikkat çeken Albay, şöyle devam etti:

"Gereğinden fazla deterjan harcamaları yapılıyor. Oysa ki kullandığımız dezenfektan ve deterjanlar sularımıza karışıyor ve kirlenmesine neden oluyor. Suyun miktar ve kalite olarak yetersiz hale gelmesi toplumda en temel ihtiyaçların bile karşılanmamasına neden olur. Toplumun ve bireylerin yaşam kalitesi düşer. Başta içme suyu ihtiyacı olmak üzere temizlik ve hijyen temelli sağlık sorunları ortaya çıkar. Bölgesel bazda salgın hastalıklarda artış görülür. Su kirlenmesine bağlı insan ölümlerinde kayda değer miktarlarda patlamalar yaşanır. Su yetersizliği nedeniyle tarımsal üretim ve sanayi üretimi zarar görür. Su paylaşımı ile ilgili yerleşim birimleri arasında çatışmalar başlar, toplumsal huzur bozulur."

"Hem su kalitesinde hem canlıların hayatında tahribata yol açıyor"

Kimyasalların suda yaşayan canlılarda birikim yapma ihtimali olduğuna değinen Albay, yüksek konsantrasyonlarda suya karışan deterjanların balık, midye, alg gibi deniz canlılarında toksik etki yapacağını vurguladı.

Balıkların solungaçları ve organlarının kimyasalların etkisiyle zarar göreceğini, balıklarda hematolojik, hormonal ve enzim bozuklukların oluşabileceğini anlatan Prof. Dr. Albay, bu süreçten planktonların da büyük zarar göreceğini kaydetti.

Prof. Dr. Albay, "Yani yüksek miktarlarda deterjanın deniz ve göllere karışması durumunda hem su kalitesinde hem de canlı hayatı üzerinde büyük tahribata yol açar. Temizlik ve hijyen amacıyla kullanılan çamaşır suyu kimyasal özelliklerinden dolayı aşırı miktarlarda kullanıldığı zaman öldürücü, zehirleyici, yaralayıcı ve tahriş edici özellikleri olan bir maddedir." değerlendirmesinde bulundu.

"Su kaynaklarının bilinçsiz kullanımı geleceğimiz için tehdit"

Prof. Dr. Meriç Albay, suyun bilinçli kullanımının da önemine dikkati çekti. Ülkenin su kaynaklarının bilinçsiz şekilde kullanımı ve tüketiminin gelecek için en büyük tehditlerden birisi olabileceğine işaret eden Albay, "Gelecekte yaşanacak sorunları minimize etmek için şimdiden radikal tedbirler alınmalı, içme suyu, kullanma suyu ve ekosistem için gerekli suyun kullanımı sürdürülebilir şekilde planlanmalıdır." dedi.

Prof. Dr. Albay, başta tarımsal üretim olmak üzere suyun en fazla kullanıldığı, sanayi ve endüstriyel üretim gibi sektörlerde su bütçelerinin gözden geçirilmesi, suyun verimli kullanımını esas alan yöntemlerin ivedilikle uygulanması önerisinde bulundu.

Su tüketiminde bireylere de sorumluluk düştüğünü ifade eden Albay, diş fırçalarken suyu açık bırakmamayı, her türlü aşırı tüketimden kaçınmayı, evlerdeki tesisatı kontrol etmeyi ve gereksiz harcama yapmamayı önerdi.