türk-fransız+

Türkler ile Fransızlar arasındaki ilişkilerin başlangıcı Attila’ya kadar uzanır. Avrupa Hunlarının efsanevî hakanı Attila 451 yılında ordusu ile gidip Fransa’nın ortasına tuğunu dikmiş ve Türk-Fransız ilişkileri de böylece tarih sayfalarını meşgul etmeye başlamıştır. O tarihlerde bu ülkede Fransız diye bir ulusun olmadığını Galyalıların, Gotların vd. halkların buralarda cirit attıklarını ve Frankların da bu halklardan biri olduğunu belirtelim bu arada. Ardından Pierre Lermit adlı Fransız keşişin bir eşeğe binerek yalın ayak, başıkabak yollara düşmesi ve 1096 yılında önce Fransa’yı, ardından da bütün Avrupa’yı ayaklandırmasıyla iki millet arasındaki muhabbet epeyce alevlenmiştir. Umum tarihçilerin, "Haçlılar" olarak adlandırdığı bu heyula sürüsü -bildiğiniz gibi- Kudüs’ü Türklerden geri almak; Türkleri, gerisin geriye Türkistan’a sürmek için çıkıp gelmişlerdir. Özellikle ilk üç sefer Fransızların öncülüğünde gerçekleşmiştir. Oğuz soylu Kınıklardan Kılıçaslan ile Avşarlardan, Nureddin Zengi ve onun ünlü komutanlarından Selahaddin çıkmış bu uğruları İslâm beldelerinden tekme-tokat kovmuşlardır.

Haçlı Seferlerinin kışkırtıcılığını yapan Fransızlar bu seferlerin ilkinde yandaşlarıyla birlik olup, Kudüs’te 70 bin sivil insanı kılıçtan geçirmişler; Kudüs, Kıbrıs, Hatay, Şanlıurfa gibi İslâm beldelerinde krallıklar, prenslikler, kontluklar kurmuşlardır. Yüzyıllar sonra çıkıp gelerek Güneydoğudaki illerimize çullanmalarının altında yatan sebep ta o yıllara kadar gitmektedir. Yüzyıllardır hiç dinmeyen kuyruk acılarıdır onları tekrar bu topraklara getiren…

Oğuz’un, Kayılarından gelen Osmanlılar nizam-ı âlem, i'lâ-yı kelimetullah deyip Avrupa’ya dalınca tarih tekerrür etmiş, Fransızlar, yanlarına birkaç yandaş daha bularak 1396 yılında Niğbolu Ovası'na çıkmıştır. Ee tabi "Yıldırım"a çarpılmaktan kurtulamamışlardır. Konu Fransızlar olunca ilginçliklerin ardı arkası gelmez. Misâl bahtsız şehzade Cem, Fransa’nın Nice (Nis) şehrinde misafir edilmiştir. Yıllar sonra ülkeden kovulan Osmanlı Hanedanına mensup gariplerin de ikametgâhları Nice (Nis) olmuştur ne yazık ki.

Kanunî Devrine gelindiğinde Papa, Osmanlılara karşı Haçlı Ordusu kurmak için çabalayıp durmaktadır. Fransa kralı Françeşko da Katoliklerin hâmisi olmak; Avrupa’yı tek çatı altında birleştirmek; İstanbul’u ve Kudüs’ü geri almak; Türkleri, tekrar Asya'nın içlerine çekilmeye mecbur etmek gibi vehimlere kapılarak harekete geçmiştir. İlk icraatı bugünkü İtalya’ya saldırmak olmuştur. Haliyle İspanyol-Alman ortak tacının sahibi olan Şarlken’e esir düşmüştür. Annesini araya koyup, -"Denize düşen, yılana sarılır." misâli- Kanunî’den yardım istediğinde bu kez tarihler 1525’i göstermektedir. Mazluma dost olmayı töre bilen Osmanlı hem Françeşko’yu kurtarmış hem de tarihinde ilk kez ticarî ayrıcalıklar (imtiyaz, kapitülasyon) vermek suretiyle, Avrupa’da sıkışıp kalmış olan bu "vilayet"e ihsanlarda bulunmuştur. Kanunî’nin, iki büyük Türk hakanı Atilla’nın ve Fatih’in yarım bıraktığı işi bitirip; Kızıl Elma’yı gerçekleştirmek için İtalya’ya yani Papalığın merkezi Roma’ya ordu göndermesi üzerine Françeşko daha birkaç yıl önce esir düştüğü düşmanlarıyla gizli yazışmalar yapmaya başlamıştır.

Fransızlarla ilgili ilklerimiz epeyce bir yekûn tutar canlar. İstanbul’da ilk yabancı elçiliği bunlar açmıştır. Osmanlı’yı paylaşmak için oturup, Rusya ile anlaşma imzalayan ilk devlet Fransa’dır. Bağımsız Yunanistan fikrini ortaya ilk atanlar da, sadık Ermenilere hainliği öğretenler de hep bunlar olmuştur. Osmanlı’da sabık duruma düşen kolalı yaka gömlek düşkünü beyzade takımı soluğu hep Paris’te almıştır. İlk borç para bu ülkeden alınmıştır. Filistin’de bir Yahudî Devleti fikrinin mucidi de Fransa’dır. Osmanlı ile dostluk ve işbirliği anlaşması imzalayıp, sonra da Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki topraklarını işgal etmeye kalkan yüzsüzler de bunlardır. Gençliğinde, Osmanlı Devleti’nin hizmetine girmek için can atan Napolyon sonraki yıllarda Mısır’ı işgal etmiş, anlaşma imzalamak suretiyle silahlarını bırakan Osmanlı askerlerinin arasında bulunan 4 bin civarındaki Arnavut kardeşimizi kılıçtan geçirterek insanlık suçu işlemiştir. Kendilerinden gördükleri bir halkın Müslüman olmasını kabullenemeyen Avrupalılar yıllar sonra Bosna’da da aynı suçu işlemekten çekinmemişlerdir. Yeri gelmişken, Fransızların yere göğe sığdıramadığı bastıbacak Napolyon’u yenen ilk komutan bizim mütevazı Cezzar Ahmet Paşa’dan başkası değildir. Tarihte, "Akka Savunması" olarak geçen bu savaş en az Plevne ve Çanakkale Savaşlarımız kadar şanlıdır. Dahası Osmanlı’da Ticaret Kanunu, Ceza Kanunu vd. ilk kanunlar Fransa’dan aparılmıştır. Fransa’nın medeni kanununun da alınması gündeme gelince Ahmet Cevdet Paşa buna karşı çıkmış, Osmanlı Medenî Kanununu yani Mecelle’yi kaleme almıştır. Kısacası (vel’hâsıl) orduyu ıslah etmek için ilk uzmanlar da; fötür şapka, dantelli külot, köpek maması gibi çağdaşlık alâmetleri de hep bu ülkeden gelmiştir. Frengi hastalığı da haliyle…

Evet canlar!.. Konu (mevzu) Fransa olunca söylenecek onca söz, karalanacak onlarca satır vardır. Hele de Doğu Anadolu, Kafkaslar ve Batı Türkistan'da -Avşar’ı, Başkurt’u, Çerkez’i, Gurmanç’ı (Kürt), Kazak'ı, Kırgız'ı, Özbek'i, Zaza'sı... ile- iki milyondan fazla Müslüman Türk'ü katleden Ermeniler zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışırken.. -Sözde- Ermeni Soykırımı "iftira"sı gündemi meşgul edip dururken… Dahası malûm ülke ASALA’dan, PKK’ya her türlü Türk düşmanı oluşuma kucak açarken… "Kürt Enstitüsü" adı altında, Türkiye’yi bölmeye yönelik her türlü etkinliğe "yeşil ışık" yakarken… Üstelik de hâkim unsur Frankların yanında Alsas, Loren, Bretonya, Burgonya, Bask, Oksitanya, Savoi, Nice, Katalon, Korsika diyen etnik gruplardan ve sömürge ülkelerden oluşmasına rağmen Frankların dili olan Fransızca’dan başka dile, kültüre yaşama hakkı tanımazken… Bu bağlamda, milletimiz Bakü’den, İstanbul’a; Paris’e kadar dalga dalga yayılan tepkisinde sonuna kadar haklıdır. Zira atılan iftiranın çirkefliği ve Ermeni göçkünlerinin (diaspora) çirkinliği bir yana, Fransa’nın iflâh olmaz aşüfteliği de artık Türk Milleti'nin sabrını taşırmıştır. Cezayir ve Raunda Soykırımları hafızalardaki tazeliğini korurken hem de. İnsanımız haklı olarak öfkesini dışarı vurmuştur. Vurmalıdır da!.. Yalnız bunu yaparken akl-ı selim olunmalıdır. Fransa’nın, Yahudî kökenli cumhurbaşkanı ve onun gibi kopuklar kalkıp da tarihimize çamur atmaya kalktığında sergileyeceğiniz davranış kalıbı televizyonunuzun kumanda aletini mıncıklamak yahut ıskartaya çıkan okey taşını var gücünüzle masaya yapıştırmak gibi ucuz tepkiler olmamalıdır. Zira kumanda aletinizin bozulması, parmak kemiğinizin çatlaması ve sair zırvalıklarınız Fransa’ya bir şey kaybettirmez. Dahası Çin, birkaç çürük mal daha fazla satar ülkemize. O halde Maide Suresi'nde de tarif edildiği üzere "kınayanların kınamasından korkmayan" bir milletin mensubu olarak daha şecereli, daha muhkem tepkiler vermelisiniz. Misâl, gidip de altınıza Fransız arabası çekmemeli; sırtınıza Fransız kumaşı geçirmemelisiniz ki tepkinizin ucuz olmadığı ortaya çıksın. Yoksa karşınızdakilerin tilkilikleri de sırtlanlıkları da yanlarına kâr kalır. Siz de Bürüksel, Washington, Paris… diye giden şer kapılarında -sözümüz meclisten dışarı- sirk maymununa döndüğünüzle kalırsınız. Sahi, "Bozkurt" olmak dururken "maymun"a dönmek de zül olsa gerek… Ne dersiniz?

Aziz Dolu Atabey

Serik-29.12.2011

https://azizdolu.wordpress.com/