Kastamonu Endüstri Meslek Lisesi (Taş Mektep), motor bölümünde öğrenci olduğum günlerde, meslek dersleri öğretmenleri ile ilginç bir iletişimimiz vardı. Öğretmenler, genellikle beyinlerinin sol kısmını kullanmalarına rağmen; mizah yaptıklarında çok güldüğümüzü hatırlıyorum. Esprileri yapan öğretmenlerin derslerine daha çok katılırdık. Özellikle bu öğretmenlerimizi üzmemek için çaba sarf eder onların üzüleceği konulardan uzak dururduk. Bir defasında Anadol marka bir otomobil motorunu üç arkadaş söküp takmıştık. Taktığımızda 15 cıvata ve somun artmıştı. Atölye şefi olan öğretmenimiz, bize bakmış ve “Bunlar ne?” diye sormuştu: Ben de: “Cıvata ve somun.” demiştim. Bana biraz kızarak: “Cıvata ve somun olduğunu görüyorum. Bunlar neden arttı?” diye tekrar sordu. Takım arkadaşım, öğretmene dönerek: “Hocam iyi usta malzeme artırırmış.” dedi. Hocamız gülerek, “Sizin ki, Temel’in işine dönmüş. Temel, Trabzon’dan Aydın’a gelmiş. Aydın efelerinin halk oyunlarına bakmış. Sonra demiş ki: Bu kadar düşünürsem ben de oynarım. Bu kadar malzeme artarsa, ben de sizin gibi usta olurum.” demişti. Biz biraz mahcup olmamıza rağmen, yapılan mizaha ve düştüğümüz duruma bir müddet gülmüştük.

Eğitim ile ilgili karşılaştığım hocalardan bende iz bırakan kim diye düşündüğümde; derste mizahı “Gömülü Teori” ile anlatan hocaların olduğunu fark ettim. Özellikle konu ile ilgili, işlenen ders konusu ya da içeriğini ifade eden mizah unsurları hem dikkatimi çekiyor hem de konuyu daha iyi anlamama yardımcı oluyordu. Hacettepe Üniversitesinde öğrenci olduğumuz yıllarda, MEB kursiyer müfettiş uygulaması başlatmıştı. Bizim üniversite sınavıyla kazanıp dört yıl okuyarak elde edeceğimiz diploma, MEB’in yaptığı sınavla kazanan kişilere, iki yaz tatilinde kursa katılmaları halinde verilecekti. Bu olay bizi çok üzmüştü. O dönemde yönetimde olan bir hocamıza sert bir üslupla konu dile getirilmişti. Hocamız, bizi dinledikten sonra size bir fıkra anlatayım, dedi. ”Nasreddin Hoca, köyün içinde bulunan kandilin altında bir şeyler arıyormuş. Gençler gelip sormuş: Hocam ne arıyorsun? Hoca cevap vermiş: Yüzüğümü kaybettim, onu arıyorum. Hep birlikte yüzüğü aramaya başlamışlar. Sabah ezanı, okunmaya başladığında gözleri uykusuzluktan kan çanağına dönen bir genç, hocaya sormuş: Hocam yüzüğü nerede kaybettiniz? Hoca cevap vermiş: Evde. Gençlerden birisi hocaya sormuş: Hocam madem yüzüğü evde kaybettiniz, niçin burada arıyoruz? Hoca cevap vermiş: Burası daha aydınlık.” Hoca, bize bu konuda etkili ve yetkili kişi ben değilim. Siz yüzüğü yanlış yerde arıyorsunuz. Sorununuzu çözecek makam ben değilim. Gidin, yetkililerle sorun çözün, demek istemişti.

Üniversitedeki bir hocamız, lisede öğretmenlik yaptığı yıllarda yaşadığı bir olayı anlatarak, o haftaki seçimlerde aday olan “Bağımsız Adaylara” vurgu yapmıştı. Hatta öğretmenlik yaptığı yıllarda öğrencilerin bir türlü bağımsız adayı anlayamadıklarını belirtmişti. Hocamız da, bağımsız aday konusunu şöyle anlatmış: Dönemin güçlü partisinden aday olan bir kişiye köy halkı şu soruyu sormuş: ”Seni anladık, diğerini de anladık ama bu bağımsız adayı anlayamadık. Nedir bu bağımsız aday?” Milletvekili adayı bir müddet konuyu anlatmaya çalışmış ancak, başarılı olamamış. Daha sonra kendisini dinlemeye gelenleri alıp bir köy evinin ahırına götürmüş. Demiş ki: “Bu bağlı olan sarı öküz X partisinin adayıdır. Şu köşede bağlı olan siyah inek Y partisinin adayıdır.” Herhangi bir yere bağlı olmayan ortada gezen bir sıpayı göstermiş. “Bu da bağımsız adaydır. Şimdi anladınız mı?” Seçmenler, “Evet şimdi anladık.” cevabını vermişler. Bu olayı anlattıktan sonra vatandaşlık dersindeki konunun daha iyi anlaşıldığını ifade etmişti.

Üniversitede yüksek lisans grubunda İstatistik dersine girdiğim dönemde, Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon Katsayısı konusunu anlatırken öğrencilerimle daima şu anımı paylaşırım. Şanlıurfa’da müfettişlik yaparken bir okulu teftişe gittim. Okul müdüründen desimal dosyaları ve diğer matbu evrakları istedim. Okul müdürü masasını duvara yaslamış, bir türlü çekmeceleri açamıyordu. Bir müddet bekledikten sonra, kendisini teftiş etmekten vazgeçtiğimi, bilahare tekrar geleceğimi belirttim. Okulun kapısına doğru yöneldim. Okul müdürü: “Sayın müfettişim, meslekte kendimi geliştirmek, temayüz etmek istiyorum. Bana tavsiyeleriniz var mı?” diye sordu. Ben de: “Sayın müdürüm, hiçbir şey yapamadıysanız, şu masayı beri tarafa çekseydiniz. Çekmeceler özgürce açılıp kapansaydı, fevkalade isabetli olmaz mıydı?” diye sordum. Okul müdürü: “Sayın müfettişim bu bölgede su yok. İnsanlar sarnıçtan su içiyor, biliyor musunuz?” dedi. Ben de: “Necip milletimin sarnıçtan su içmesi ile bu masanın dönmesi arasındaki korelasyonu anlayamadım.” dedim. Okul müdürü bana şaşkın şaşkın bakarak: “Ben de korelasyon ne onu anlayamadım.” dedi.

Korelasyon süreklilik özelliği olan en az iki değişken arasındaki ilişkiyi ifade eder. Masanın hareket etmesi ya da dönmesi x değişkeni ise, sarnıçtan su içmek y değişkenidir. Masanın dönmesi ile halkın sarnıçtan su içmesi arasında ne ilişki vardı? Okul müdürünün, korelasyon kavramını anlayamamış olması, onun kelime dağarcığının o konudaki sınırlılığını gösteriyordu. Öğrencilere bu anımı anlattığımda hem güler hem de korelasyon kavramının ilişki olduğunu öğrenirler. Bu anımı daha sonra iletişim derslerimde de anlatıp, hedef kitlenin kelime dağarcığını bilmeden, onlarla sağlıklı iletişim kuramazsınız, bilgisini paylaşırım. Genel olarak konuyu aktarmak, daha sonra mizah ile bağlantı kurmak, öğrencilerin hem dikkatini derse yoğunlaştırmalarını hem de öğrenmeyi daha kalıcı hale getirmeyi sağlar. Öğrenciler derste anlatılanların büyük bir kısmını unutmalarına rağmen, öğretmenlerin mizah ya da oyun yoluyla yaşattıklarını asla unutmazlar.

Öğrencilik yıllarımda arkadaşlarımdan bir kaçı ders hocasına; “Hocam, nasıl iyi para kazanıyor musunuz? Maaşınız iyi mi? Maaş yeterli mi?” diye sormuştu. Hocamız bize şu fıkrayı anlatmıştı: “Bir kadın evlenmiş 15 yıl sonra kadın, kocasına sormuş. Sen ne iş yaparsın? Adam: Kasaba meydanında kedi dövüştürürüm demiş. Kadın: Bu kedi dövüştürme işinden aile olarak kazancımız nedir? Adam: “Elimi tırmalatırım.” cevabını vermiş. Arkadaşlarımızın, ne yani hocam kazandığınız para yeterli değil mi? sorusuna, hocanın cevabı: Maaşım yeterli değil. Buna rağmen öğretmenlik yapıyorum. Elimi tırmalatıyorum.” demişti.

Okulumuzda öğrenciler arasında bir sorun olmuştu. Sorunu aydınlatmak, suçluyu bulmak için bir dizi ifade alınıyordu. Ancak, bazı öğrencilerin yalancı şahitlik yapmalarından dolayı, soruşturmada bir türlü yol alınamıyordu. Müdür yardımcısı bir gün, birkaç arkadaşı çağırıp konuşmuş ve somut bir sonuca ulaşamamıştı. Başka bir okuldaki müdür yardımcısına konuyu ne yaptıklarını sorunca şöyle cevaplamıştı: ”Kayseri’de bir tüccarı alacak verecek meselesinden dolayı mahkemeye verirler. Tüccar davayı kaybeder. Eşi dostu ona: Tabi ki kaybedersin. Yalancı Mehmet Amcayı şahit yazdırsaydın, mahkemeyi kazanırdın. Tüccar, kim bu Mehmet Amca? diye sorar. Derler ki: Falanca semtteki filanca kahvenin kapı arkasındaki sandalyede oturur. Kahvede de kime sorsan sana gösterirler. Git, konuş o sana yalancı şahitlik yapar. Tüccar, dostlarının tavsiyesi üzerine, kahvehaneye gider. Kahvehane sahibine Mehmet Amca kim? diye sorar. Kahveci Mehmet Amcayı gösterir. Tüccar Mehmet Amcanın yanına gider. Mehmet Amca. Buyur evlat, hayırdır? der. Tüccar: Mehmet Amca ben tüccarım. Birisi beni mahkemeye verdi. Mahkemeyi kaybettim. Dediler ki, Mehmet Amca şahitlik yapsaydı kesin kazanırdın. Mehmet Amca mesele ne? diye sorar. Tüccar alacak verecek meselesi der demez, Mehmet amca öfkeyle ayağa kalkar ve bağırır. O düzenbaz hala parayı ödemedi mi? Tüccar, biraz mahcup halde, Mehmet Amca sakin ol. Parayı karşı taraf değil, biz ödeyeceğiz, der. Mehmet Amca, elindeki tespihi sallayarak, şöyle cevap verir. Kaç kere para vereceğiz? Tüccar, daha mahkemeye gitmeden Mehmet Amcanın performansına bayılır. Müdür yardımcımız, arkadaşına dönerek: “Anlayacağın, bizim öğrencilerin Kayserili Mehmet Amca’dan geri kalır yanı yok.” demişti.

Sonuç olarak derste ve yönetimde konuya özgü mizahi unsurları kullanmak hem öğrenci – öğretmen ilişkisini olumlu yönde etkiler hem de olumlu bir eğitim-öğretim ortamı oluşur. Derste öğrencilerle zıtlaşan bir öğretmen kolay kolay başarılı olamaz. Eğer susarsanız size fıkra anlatırım, diyen bir öğretmen, öğrencileri seçici dikkate yöneltir. Öğrenciler mizahi unsurlar kullanılırken derse odaklaşırken, mizahi unsur kullanılmadığında dersi dinlemeyebilirler. Bu sebeple mizah “Gömülü Teori” bağlamında kullanılmalı, dersin içine sindirilmeli, bağlamıyla ilgili olmalıdır. Öğretmen eğitim ortamlarında mizah kullanırken, etnik, dini, siyasi içeriği olan mizahi unsurları kullanmamalı, hatta imasını bile yapmamalıdır. Sosyal becerisi olmayan insanlar, mizahi becerilerini geliştirmeden mizah kullanmamalıdır.

Rahmetli eski Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel konuşurken mizah kullanmada oldukça başarılıydı. Aynı şekilde rahmetli Prof. Dr. Erdal İnönü ile rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal arasında geçen diyalog hem hoşgörünün hem de hazırcevaplığın göstergesidir. Prof. Dr. Erdal İnönü, uluslararası bir toplantıya katılır. Orada Özal da vardır. Özal, Erdal İnönü’yü görünce takılmadan duramaz. Özal: “Sayın İnönü sizi buraya kim davet etti. Keşke gelmeseydiniz?” der. İnönü: “Neden Sayın Özal? Bir sorun mu var?” diye sorar. Özal: “Çok zayıfsınız ya, sizi gören Türkiye’de kıtlık var sanabilir. Bu durum da tüm kredilerin kapanmasına neden olabilir. Birden kaygılandım.” Erdal İnönü, Özal’a doğru eğilir ve kulağına şöyle söyler: “Hiç önemli değil Sayın Özal, sizi de gören bu kıtlığın sebebini anlar.” Mizah, zeki insanların işidir. Bu sebeple her alanda mizaha ihtiyaç vardır. Akılla, maharetle, uygun üslupla ve ahlakla süslenmiş bir mizahi unsur, altın kadar değerli ve kıymetlidir.