Modern yönetim kuramları devlet aygıtının varoluş nedenini/görevini daha etkin/verimli icra edebilmesi için hiyerarşik yapısının dikey oluşumdan, yatay oluşuma dönüştürmesi gerektiği öngörülür. Literatürde Ademi Merkeziyetçi yapı olarak tanımlanan bu yapıda,  yetki/karar süreçlerinin çoğu yerel yönetimlere devredilmektedir. Lakin merkezi otoritenin (devlet) bu durumda hangi işleri yapacağı tartışma konusu olarak gündeme gelmiştir. Uzlaşılan nokta ise, devlete yüklenilen asıl misyonun ise sağlık, güvenlik ve eğitim alanlarında bireylerin ihtiyaç ve taleplerini karşılamak; özellikle güvenlik hususunda tüm kamu faaliyetlerini denetmek olarak görülmektedir.  

       Süregelen yaşantımız içerisinde “bir musibet, bin nasihatten yeğdir” ilkesini yaşam felsefesi haline getirmemiz nedeniyle, problemleri sürekli olarak kucağımızda bulmaktayız. Olumlu yönlerden bakarsak “batılı” düşünce/yaşam tarzı, işlerini tesadüfe bırakmayacak derecede akılcı ve planlıdır.  Devlet olmanın ve devlette yaşamanın istisnası bu olsa gerek. Sürprizleri azaltmak ve her bireyin güvenliğini tesis etmek… Bizdeki hal biraz daha organik…Evvele musibeti görmemiz gerek.  Lakin, zaman gösterdi ki musibetlerden bari hisse çıkardığımızı söylemek zor. Acılar elbette unutulmalı da, erken unutma ve ders alamama durumlarında “tarih tekerrür eder”  ne yazık ki… Neticede o çok öykündüğümüz “çağdaş uygarlık” düzeyi pozisyonuna ulaşmak için konuşmaktan öte bir şey yapamıyoruz.   

       Sık sık duyarız. Daha açıkçası içimizi yakan olaylar arasındaki mesafe, acıları daha unutmadığımız süreler kadar. Bazen bir deprem vurur bir yanımıza… Yıkılan evler, oluşan can kayıplarının bedelini ödetmek için suçlu ararız.  Bakarsınız maden kazası olur; hemen çalışılan sektörle ilgili güvenliği sağlamadılar diye evvela maden sahipleri suçlanır ve ardından devletin denetim görevi sorgulanır.

       Anadolu’nun tenha bir kıyısında yaşarken çocuğunun mektepli olmasını isteyen bir baba, kendine farklı alternatifler sunulamadığından gidip bir öğrenci yurduna çocuğunu yerleştirir. Lakin, bu gariban baba bir gece ansızın çocuğunun yangında kaldığını öğrenir. Acıyı göğüslemek apayrı bir çileyken, kamuoyunun ilk soracağı soru şu olacaktır: bu yurt denetlenmiyor mu? 

       Yine servis elemanı anne/babanın özenle büyüttüğü daha bebek yaştaki evladını aracın içinde havasızlığa mahkûm eder.  Feryatla akla gelen ilk soru, bu servisler denetlen mi yor mu? Bazen açılan bir kursta, yada yurtta masum çocuklara yönelik istismarlar duyarız. Vatandaş yine ilkin eğitim amaçlı açılan bu yerlerin, çalışan personeli ve tüm süreçleriyle devletin denetleyip denetlemediğini sorar…

       Yani, birçok şeyin telafisi belki mümkün olabilir ancak, can kaybına neden olan ihmaller ile çocuğun geleceğini etkileyen eğitim hatalarının ne yazık ki telafisi yok. Bireylerin sağlıklı bir toplumsal yapı içerisinde, temel haklarını(can, akıl, inanç, nesil ve mal) endişe duymadan koruyabilmelerini sağlamak, devletin her dönem asli görevi olmuştur. Bireylerin temel haklarını koruyan, etkili bir denetim mekanizmasını tesis etmek elbette devletin görevidir. Denilebilir ki devlet, herkesin(din, dil, felsefe, tarz, tutum, anlayış vs.) kendini emin hissettiği yerin adıdır. Meseleyi, eğitim sistemimize indirgersek, (her sıkıntının temeli eğitim sorunları olması hasebiyle) eğitim amaçlı faaliyet yürüten her türlü oluşumun devletin etkin denetimi altında olmasının yanında; bu işi yine etkin yürütecek bir yapıya kavuşturulması gerekir.

      Bilindiği gibi Anayasamızın  42. Maddesi ; “ ……Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tesbit edilir ve düzenlenir. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz….” Şeklinde düzenlenmiş olup; devlet, eğitim/öğretim amaçlı açılan her türlü faaliyeti, belirli kurallar(amaç, program, formasyon)  içerisinde olmak şartıyla kendi iznine bağlı kılmıştır. Ve asıl önemli hüküm ise; eğitim adına yapılan her türlü faaliyetin “devletin denetimi ve gözetimi” altına alınmış olmasıdır.

       Anayasa hükmü gereğince devlet, ülke sınırları içerisinde eğitim/öğretim yapacak kişi veya kuruluşların, yapacağı eğitim faaliyetiyle ilgili bütün süreçleri kendi iznine bağlı kılmıştır. Buna yönelik yasal düzenleme olarak, 5580 Sayılı Yasa ile yönetmelikler ve diğer düzenleyici hükümler yürürlüğe konulmuştur. 5580 Sayılı Yasanın amacı: “Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gerçek kişiler, özel hukuk tüzel kişileri veya özel hukuk hükümlerine göre yönetilen tüzel kişiler tarafından açılacak özel öğretim kurumlarına kurum açma izni verilmesi, kurumun nakli, devri, personel çalıştırılması, kurumlara yapılacak malî destek ve bu kurumların eğitim-öğretim, yönetim, denetim ve gözetimi ile yabancılar tarafından açılmış bulunan özel öğretim kurumlarının; eğitim-öğretim, yönetim, denetim, gözetim ve personel çalıştırılmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir. Bu Kanun, Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gerçek kişiler, özel hukuk tüzel kişileri veya özel hukuk hükümlerine göre yönetilen tüzel kişilerce açılan özel öğretim kurumları ile yabancılar tarafından açılmış bulunan özel öğretim kurumlarını kapsar” şeklinde düzenlenmiş olup; açılacak özel öğretim kurumlarına kurum açma izni verilmesi, kurumun nakli, devri, personel çalıştırılması, kurumlara yapılacak malî destek ve bu kurumların eğitim-öğretim, yönetim, denetim ve gözetiminin Milli Eğitim Bakanlığına ait olduğu özellikle belirtilmiştir.

       Anayasa ve yasanın bu muhkem hükmü çerçevesinde meseleyi değerlendirdiğimizde,  eğitim amaçlı yapılan özellikle yerel yönetimlerce organize edilen kursların açılışı, işleyişi, programı, denetimi vs. yerel yönetimlerin kontrolü altındadır. Bu durum,  uygulama ile yasal düzenlemeler arasındaki çelişkiyi gündeme getirmektedir. Her türlü eğitim faaliyetinin denetimi Milli Eğitim Bakanlığınca tek elden yapılması gerekir. Ülkemizde, yerel yönetimler(belediyeler) tarafından açılan “Meslek Edindirme Kursları” da bir eğitim faaliyetidir. Bilindiği kadarıyla bu kursların açılışı ve denetimi Milli Eğitim Bakanlığınca yapılmamaktadır. Hâlbuki hiçbir kişi ve kurum, en masum gerekçe ile bile, devletin izni ve denetimi olmadan eğitim adına faaliyet yürütmemeli. Bu konuda gösterilen tolerans her daim problem olarak bizlere yansıyacaktır.  

       Bu görevin amaca uygun, sonuç alıcı şekilde icra edilebilmesi için Milli Eğitim Bakanlığının denetim yapısının etkin, güçlü ve fonksiyonel olması gerekir. Denetim işinde bir zafiyetin ya da zafiyeti oluşturacak yapısal problemlerin olması amaç dışı oluşumların kontrolünü zorlaştıracaktır. Bu noktada bakanlığımızın denetim yapısıyla ilgili olarak etkin/fonksiyonel denetim ve bun işi yürütecek yeterli nitelik ve nicelikte müfettişlere ihtiyaç vardır. Birçok Avrupa ülkesini birkaç kat aşan öğrenci sayısı ve genç nüfusu ile neredeyse ülke nüfusunun tamamına yakınını kapsayan ve bir milyon çalışanı ile eğitim sistemimizin müfettişlik yapısı (eğer bir önem sırası belirlemek gerekirse) diğer bakanlıklara göre daha fazla önem arz eder. Bundan dolayı, Milli eğitim Bakanlığındaki teftişin/müfettişin daha etkin ve güçlü olması gerekir. Her türlü toplumsal problemin nedeni olarak “eğitimsizliği” görüyorsak; teftiş mekanizmasıyla ilgili yapısal sorunlara çözüm bulunması geleceğimiz için bir zorunluluk olarak görülmelidir.  Özellikle de teftiş faaliyetinin tüm kurumları kapsayacak şekilde yapılabilmesi için doğru denetim usulleri belirlenerek yeterli sayıda müfettiş istihdamının da yapılması gerekir.  Selam ve muhabbetle…

Zafer Özer