“İnsan olarak doğdum, sonra Türk oldum, sonra Müslüman, en son ölmeden önce, yine insan olmak için çabalıyorum.”

Dücane Cündioğlu’nun düşünce dünyasını özetleyen bu söz yine kendisine ait.

İdeolojik olarak değişe değişe hakikate ulaşmaya çalışan bir adam Dücane Cündioğlu.

Kendisiyle ilk temasım 1991 yılında oldu.

Henüz on dokuz yaşında üniversite birinci sınıf öğrencisi iken okuduğum bir gazetedeki köşe yazılarıyla tanıdım.

Dokuz Eylül Üniversitesi Denizli Eğitim Fakültesi Öğrenci Derneği yönetim kurulu üyesi iken fakültenin yanında bulunan öğrenci derneğimizin abone olduğu Gündüz Gazetesinde Dücane Cündioğlu akademik düzeyde sayılabilecek yazılar yazıyordu.

Anlatımı akıcı, sanat içerikli ve ilgi çekiciydi. Bir entelektüel çizgisi vardı o genç yaşına rağmen. Bir birikim, bir arzu ile yazma isteği içinde olduğu yazılarından anlaşılıyordu ki bizi yanıltmadı da geçen zaman içinde.

Makaleye girişte kendisine ait olan söz aslında onun entelektüel bir çizgiye nasıl ulaştığını anlatmaya yeter diye düşünüyorum.

Hayatı ile ilgili çok da detaylı bir bilgi bulunmamasına rağmen -ki kendisi de bu konuda oldukça ketum davranır- yukarıdaki sözü üzerinden düşünce dünyasına ait önemli ipuçları veriyor aslında.

O zaman makalemizin temelini oluşturacak o soruyu cevap aramak için soralım:

Dücane Cündioğlu kimdir?

Dediğim gibi kendisini tanıdığım zaman on dokuz yaşındaydım. Dücane Bey ise yirmi dokuz.

12 Eylül döneminde ülkücülük eylemlerinden dolayı cezaevine girmiş, sonrasında Siyasal İslam’dan etkilenmiş, bu etkilenmeden ötürü ülkücü camianın İslamcı çizgisinde kendini tanımlamış –Gündüz gazetesindeki yazarlık döneminden bu sonucu çıkarıyoruz- ve sonrasında Yeni Şafak yazarlık döneminde İslamcılık fikrine yaslanmış, sonrasında siyasal İslam’ın son yirmi yıllık iktidar serüveninde ülkede kurumsal anlamda yaşanan adalet, liyakat ve hakikat bağlamındaki deformasyonları karşısında itirazlarda ve eleştirilerde bulunmuş ve bulunmaya devam eden entelektüel bir şahsiyet.

Geçmişten bugüne kadar yaşam çizgisi boyunca hep fikir sancısı çektiğini eserlerinden ve kamuoyu ile paylaştığı düşüncelerinden anlıyoruz.

Bu çizgiye baktığımız zaman değişime, yenilenmeye karşı yine onun bakış açısına benzer bir biçimde kendi deyimimle “değişmeyen insan aptal insandır” mottosunu benimsediğini de söyleyebiliriz.

Alışılmışın dışında bir entelektüel çizgiye sahip olan Dücane Cündioğlu, Eski Yunan’dan, Roma’dan, Doğu’daki ve Batıdaki İslam düşünce dünyasından ve son olarak da Avrupa medeniyetinin yapı taşlarından beslenerek bugünkü entelektüel çizgisine ulaşmıştır denebilir.

Muhafazakâr mahallenin önemli bir düşünce adamı olarak kabul edilmişken, yine bu dünyanın daraltılmış ve bir cam fanusa hapsedilmiş kalıplarını kırarak bütün insanlık için makul kabul edilen evrensel değerleri başka bir ifadeyle evrensel etik ve ahlak değerleri düşünce dünyasının merkezine alarak gerek kendisi için ve gerekse geleneksel düşünce kalıplarına karşı eleştiriler ve reddiyelerle çözümlemeler yapan, geçmişin düşünce birikimlerini özümseyerek zamana ve geleceğe uyumlu hale getirmeyi ve bundan yeni bir medeniyet tasvirini ortaya çıkarabileceğimizi ima eden Cündioğlu’nun bu girişimi ilk önce kendi mahallesinden tepki gördü.

“Sahipleneni az diye hakikate hürmet etmekten vaz mı geçeceğiz?” sözü aslında onun bulunduğu mahalledekilere karşı haklı bir eleştiri olarak değerlendirilmelidir.

Daha çok kendi deyimiyle dindar bilincin zamana karşı direnme isteği karşısında yaşadığı fikir hezeyanlarının vahiy ile akıl arasında yaşadığı tartışmada geleneksel düşüncenin sistematize edilerek uzun soluklu bir biçimde devletin gücünü elinde tutmanın bir aparatı olarak sahaya sürüldüğünü ima eden Cündioğlu, gelinen noktada yine kendi ifadesiyle “siyasal manevralar gereği dinsel duyguların köpürtülerek dinin ve mabedin araçsallaştırılması bilindik bir Mezopotamya geleneğidir. Karar alıcılara belki taktik kolaylıklar kazandırır ve günü kurtarmaya yarar ama çağdaş dünyada günler çabuk geçer ve hemen ardından gece gelir” diyerek aslında itirazlarının temel dayanağını ortaya koyuyordu.

Asırlar önce taassupçu düşünceye, hurafelere, aklı hiçe sayan dogmalara karşı hakikati anlamaya ve anlatmaya çalışan Sokrates, Aristo, İbni Sina, Farabi, İbni Rüşd, Galile gibi düşünürlerin ruhban sınıfı tarafından uğradığı linç kampanyalarına son on yılın Türkiye’sinde başkaları gibi Düccane Cündioğlu’da muhatap oluyordu.

Özgür düşünceye Ortaçağ’da gelen itirazın kaynağı nasıl devlet mekanizmasını elinde bulundurmak içindiyse bugün de -ki Türkiye’de buna dâhil- Cündioğlu ve onun gibilerin dile getirdiği eşiğin öte tarafına ötelenen eşitsizliğe karşı yapılan itiraz, eylemsel bir düşünce refleksi olarak ortaya çıktı.

Devletin bir zümreye, bir kliğe hizmet etmeye zorlanamayacağını üstüne basa basa dile getiren Cündioğlu, bu eylemini gerçekleştirirken bile sanattan, estetikten ve en önemlisi de şiirsel bir dille üsluplaştırdığı evrensel mesajlardan taviz vermiyor.

Mahallesinde düşünceleri kabul gören bir kişi iken üniversite öğrenci dernekleri, sivil toplum örgütleri ve sendikalar tarafından sayısız konferans ve söyleşiye davet edilen Cündioğlu, özellikle 2010’lu yıllardan sonra ait olduğu mahallenin iktidarında devlet mekanizması içindeki bürokratik yapılanmada yaşanan yozlaşma ve çürümeye karşı bir refleks geliştirmiş, adalet ve liyakat dairesi içinde yaşanan bütün olumsuzluklara karşı kaybetmek ve kovulmak uğruna hakikati muhataplarının yüzüne karşı yüksek sesle haykırma erdemini ve cesaretini göstermiş biri olarak görülüyor.

Aslında onun itirazlarının, yükselen ve iktidar olan siyasal İslam’ın bu süreç içinde geldiği son noktada adaleti, liyakati ve erdemi hakikat bağlamından koparmasına karşı olduğunu söyleyebiliriz.

Sivil toplum örgütlerinden daha çok bir etki alanı oluşturan Dücane Cündioğlu toplumun hafızasını canlı tutmayı başaran ender kişilerden biridir.

Konuşmalarından anladığımız kadarıyla medrese eğitimi çizgisi ile modern eğitim çizgisinin bir karışımı niteliğinde olan Cündioğlu, bu özelliği ile hem gelenekçilerin hem de modernistlerin keyifle dinlediği bir düşünür olarak görülüyor.

Bugün kendi mahallesinden ona karşı yapılan itirazlar aslında onun fikirlerine, düşünce dünyasına karşı değil; onun siyasal iktidarın yukarıda sözünü ettiğimiz adalet, liyakat, eşitlik ve özgürlük kavramlarına karşı aldığı tutuma binaen geliştirdiği entelektüel bir başkaldırı olarak değerlendirilmelidir.

Eserlerinde kendine has bir üslup kullanan Cündioğlu’nun her sözü estetik bir yapı içinde kalıplaşarak düşünce dünyasında hak ettiği yeri almıştır.

Devleti yönetenler tarafından danışılması gereken entelektüel bir kişi olarak dikkate alınması gerekirken bilakis fikirlerinin üzerinin örtülmesi için çaba gösterilen bir entelektüel muamelesi görüyor ne yazık ki.

Bu ülkede bir entelektüelin değerini anlamak için o entelektüelin göçüp gitmesini beklemek sanırım bu ülkenin bir yazgısı olsa gerek.

Bugün bir mahalleye ihtiyaç duymayan Dücane Cündioğlu, verdiği mesajlarla, ortaya koyduğu eserlerle genç kuşaklar tarafından ısrarla takip edilmelidir.

Aksi halde;

“Her güç müritleriyle beraber kendi Alamut Kalesi’ni inşa eder.

Tutkuyla(!), adanmışlıkla(!), bağlılıkla(!), sorgulamadan(!)..

Faruk YILDIZ

Eğitimci-Yazar