TARİHİN EN ZOR GECESİ

 
         (2. Kurtuluş Savaşını verdiğimizin farkında mıyız?) 

         Tarih 15 Temmuz 2016 akşamını saat 22: 00 yi gösterirken tv kanalları Ankara semalarında uçak ve helikopterlerin uçmaya başladığını, jandarma güçlerinin Boğaziçi ve Fatih köprülerini kapattıklarını haber vermeye başlamışlardı.

          İlkin ne olduğunu anlayamadık. Her şey bir anda olmuştu. Acaba yine bir terör saldırısı haberi alındı da güvenlik güçlerimiz tedbir amaçlı bir takım çalışmalar mı yapılıyor dedik…Aradan daha iki saat geçmeden Gölbaşındaki özel harekat merkezine, meclisimize uçaklarca ateş açıldığını öğendik. TRT de silahlı kuvvetlerin yönetimi devraldığına dair bildirisini gördük ekranlardan.  Aman Yarabbim neler oluyor güzel ülkemde demeye kalmadan, yapılan darbe girişimine karşı tarihe geçecek tarzda milletin top yekun tepki göstererek ülkesine sahip çıkışına şahit olduk.

         Ülkem şimdiye dek karşılaşmadığı darbe usulleriyle muhatap olmuştu. İşin en ağır yönü ise, bu darbe girişimini kendini “sözde” hizmete adayan kesimin yapmasıydı.   

       Bu nasıl bir travma hali ki, kendi iradesini kendine din adamı denilen bir kişinin gönüllü köleliğine boyun eğmek suretiyle, tüm insani/vicdani özellikleri rafa kaldırarak yaşadıkları coğrafyada, kendi insanına ağır silahlarla saldırı yapabiliyorlar…Anlamak zor; lakin bir o kadar da kolay…Çünkü din adına benimsenen çarpık anlayışlar onlar için inançsal bir zorunluluk gibi.


 
MECLİSİMİZ İLK KEZ BOMBALANDI
          Yıllarca, insanı merkeze alarak hoşgörüyü bir yaşam biçimi olarak benimseyip, evrensel boyutta uzlaşı kültürünü geliştirdiğini iddia edip, abant platformlarında demokrasiyi temel tema olarak benimsediğini söyleyen hareketin aslında en temel insani özelliklerden ırak olduğunun en bariz göstergesidir meclisimizin bombalaması. Bu nasıl bir travma halidir? Tarihin hiçbir döneminde kuşatma savaş dönemlerinde bile bu ülkenin meclisi bombalanmadı. Halen bir şekilde bu hareketin içinde olupta hadiseleri net göremeyen, yaşananlara inanamayan elbette saf birileri vardır. Bu kesimden zerre kadar vicdanı/aklı olan biri varsa bir zahmet ayıkarak şu soruyu sorsun: Kendi meclisini bombalayıp, kendi halkına ateş açan bu milletin hayrını isteyebilir mi?

 
ARTIK “DÜŞÜNÜLSÜN”
          Düşünce/düşünmek Allah’ın bize emridir.  Akletmek, düşünceyi aktif hale getirmektir. Bu özelliğimiz, yıllarca değişik sebeplerden dolayı törpülendiği için dini anlayışımız sorgusuz biatlarla yığınlar haline getirdi insanımızı. Mankurtların oluşturduğu yığınlar, bırakın evrensel boyutta bir medeniyet tasavvuru oluşturmak; kendi kardeşini yok eden katiller haline getirmekte. Yaşadığımız facialardan ders çıkarmakta aklın bir gereğidir.
İNANÇ VE KÖLELİK
          İslam inanç sistemi Kur’an perspektifinden bakıldığında hiçbir insana “seçilmiş” lik gibi bir özelliğin olmadığını sürekli vurgular. Ve Yaratanın,  hiçbir kişiye özel hallerin verildiğine dair bir beyanı yoktur. Seçkinciliğe, köleliğe temelden savaş açan dinimizin (uydurulduğu haliyle) geldiği nokta gerçekten hazin bir durum. Din adamına yüklenildiği zannedilen olağanüstü hallere bir itikat esasıymış gibi inanılması, mankurtlaşan insanı ortaya koymaktadır.  Özetle, iradenin olmadığı yerde ne inanç, ne ahlak, yani ne de insan vardır.

          Rüyada peygamber görmelerin, işaretlerin, büyüklerimiz bizden iyi daha iyi bilir, bizim bilmediğimiz bir şeyler vardır, bizim aklımız yetmezmiş demeler, kutsanan insanlar vs. anlayışların aslında İslam inanç sisteminde olmadığını nesillerimize anlatmanın zamanı gelmiştir herhalde…


 
ÖZLENEN GÖRÜNTÜ:
          Dün meclisimiz olağan üstü toplanıp iktidar ve muhalefeti oluşturan tüm partilerin darbeye karşı ortak tavır alıp lanetlemeleri, halkımızın etnik yapı ve politik düşünceleri ne olursa olsun müşterek şekilde tavır koymaları bu ülke insanının özlediği görüntüydü. Asıl özlemimiz ise, ülke meseleleri konusunda bundan sonraki süreçte bu görüntünün her daim devam etmesidir. Bu ülke insanının ayrışmaya, birbiriyle uğraşmaya tahammülü kalmamıştır. 

 
NE YAPMALI
         Evvela, itikadi noktadaki epistemolojimizi masaya yatırmamız gerekecektir. Sağlıklı bir din algısı için bu husus gerekli… Ve elbette metodolojinin yeniden tartışılması gerekecek. Asıl önemli olan husus ise ki (bunu defaatle tekrarlamıştım) devlet aygıtının vazgeçilmezliğini anlayabilmektir. Bireyler arasındaki ilişkilerde temel belirleyici kriterimiz, var olan hukuk sistemimiz olmalıdır.

           Devlet, (bireysel tercihi ne olursa olsun) herkesin kendini emin hissettiği yerin adıdır.

          Bundan dolayı 15 Temmuz 2016 tarihini “Demokrasi Bayramı” olarak kutlamak isabetli bir uygulama olacaktır. Selam ve muhabbetle.

 

Zafer Özer