Türkiye’de bugün piyasalar bir kez daha büyük bir kur kriziyle karşı karşıya kaldı. Dolar kuru 11,40’lardan başladığı hareketini 13,40’ı aşarak tarihi bir zirveyle noktaladı. TL gün içinde yüzde 20’lere varan kayıp yaşarken kapanışa doğru kaybın bir bölümünü telafi edebildi.

Ekonomistler, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın faiz politikalarına müdahaleleri nedeniyle yaşandığı düşünülen kasım ayındaki kur krizinin 1994’teki ekonomik krizle belli başlı yönlerden benzerlikler taşıdığını belirtiyor. Veriler ise bugün piyasalarda yaşanan oynaklığın 2018’deki krizden bile daha büyük hareketlere neden olduğunu gösteriyor.

1994 krizi ve doların hareketi
Dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 1993’te hayatını kaybetmesinin ardından yerine aynı yıl Süleyman Demirel seçilmiş, Tansu Çiller de başbakanlık koltuğuna oturdu. Çiller, ekonomik kurumların tümünü kendine bağlayarak kamunun borç yükünü, yüklü faiz ödemelerini azaltmak için odak noktasına faizleri düşürmeyi aldı. Ancak bunu tıpkı şimdiki gibi piyasa gerçeklerinden kopuk ve zorla yapma yoluna gitmeye çalıştı.

DW Türkçe’nin derlemesine göre Çiller, Merkez Bankası ve bankalara zorla faiz indiremeyince, makro istikrar sağlayacak önlemler yerine, talimatla faiz düşürmeye kalktı. Hazine’nin borçlanma ihalelerini faizin yüksek olduğu gerekçesiyle iptal etti. Borçlanamayınca Telekom’un telefon hizmetlerini özelleştirmek istedi ancak bu girişim de Anayasa Mahkemesi’nden geri döndü. Bunun üzerine Çiller yönetimi para basmaya hız verdi.

Bu adımlar sonrası Türkiye’den çok ciddi bir sermaye çıkışı yaşandı; uluslararası rating kuruluşları not düşürdü.


Sermaye çıkışıyla birlikte Ocak 1994’te dolar bir günde yüzde 14 değer kazandı. Ocak ve ekonomik bir dizi önlemin alındığı nisan ayları arasında lira, dolar karşısında yüzde 160’ın üzerinde değer kaybetti.

İktisatçılara göre kriz büyük oranda kötü ekonomi yönetimi kaynaklı oluştu. Kriz nedeniyle Mayıs 1994’te Uluslararası Para Fonu’yla (IMF) 14 aylık bir stand-by anlaşması imzalandı.

2001 krizi ve doların hareketi
1998 yılında Türkiye’nin en önemli ticaret ortaklarından Rusya’nın krize girmesi ve 1999 yılında yaşanan Marmara Depremi’nin bütçe üzerinde yarattığı ek baskılar, ekonomik sıkıntıların katlanmasına neden oldu.


BBC Türkçe’nin derlemesine göre Türkiye’nin o dönemde uyguladığı IMF programı çok yüksek düzeylerde seyreden enflasyonun düşürülmesini amaçlıyordu. Program kapsamında serbest faiz, sabit kur rejimi uygulanıyordu. Kur, Merkez Bankası’nın her gün için açıkladığı kurda sabit tutulurken, faiz oranları ise piyasa tarafından belirleniyordu.

Ekonomiye ilk darbe kasım ayında yaşanan likidite krizi oldu. Bankacılık sektörünün yıl sonuna doğru açık pozisyonlarını kapatma arayışına girmesiyle faizler bir anda hızlı şekilde yükseldi. Elinde yüklü miktarda Hazine bonosu bulunan bankalar bunu finanse etmekte zorlandı. Yaşanan sıkıntıların yabancı yatırımcıyı kaygılandırmasıyla yüklü miktarda fon çıkışı yaşandı. Bankalar arası piyasada gecelik faiz oranı yüzde 1000’in üzerine çıkarken, Kasım 2000’de aylık ortalaması yüzde 223 oldu.

19 Şubat 2001 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında yaşananlar, piyasadaki mevcut sıkışıklığın çok derin bir ekonomik krize dönüşmesine yol açtı. Zaten likidite sorunu yaşayan piyasadan yabancı yatırımcılar da hızla çıkmaya başladı ve uygulanan ekonomik program ciddi güven kaybına uğradı.

Aynı gün içinde 7 milyar doların üzerinde bir döviz talebi ortaya çıkarken, bankalar arası piyasada gecelik faizler yüzde 5 bin ile 7 bin 500 aralığını gördü. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), bir günde yüzde 20’nin üzerinde değer kaybetti.

Bankacılık sektöründe başlayan krizin etkileri reel sektörde de doğrudan hissedildi. Binlerce firma kapatılırken, yüz binlerce kişi de işsiz kaldı.

MGK toplantısından iki gün sonra sabit kur rejiminden dalgalı kur rejimine geçildi. Karar öncesi 684 bin TL olan dolar kuru, dalgalı kura geçilmesiyle birlikte 1,2 milyon TL’ye yükseldi.

Mart ayında o dönem Dünya Bankası başkan yardımcılığı görevini yürüten Kemal Derviş, Türkiye’ye davet edildi ve ekonomiden sorumlu devlet bakanlığına atandı. IMF ile stand-by imzalandı ve bankacılık sektöründe reforma gidilmesini odağına alan yeni bir ekonomi programı yürürlüğe sokuldu.

2008 krizi ve dolar kuru

2007 yılında başlayan ve etkileri esas olarak 2008 yılında hissedilen bu kriz, diğerlerinden farklı olarak Türkiye değil, dış kaynaklı bir çalkantıyla başladı. Bu dönemde, gelişmekte olan ülkeler ise krizden nispeten daha az etkilendi. Kriz öncesi dolar kuru, 1,20 düzeylerinde seyrediyor ve ‘1 dolar 1 TL olur mu‘ tartışmaları yapılıyordu.

Kriz sırasında kur, 1,7 seviyesinin üzerine çıkarak rekor kırdı.

2018 krizi ve dolar kuru

Dolar 2017 yılını 3-4 TL aralığında kapatırken, 24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerinin ardından 5 TL sınırını da aştı. Seçimler öncesinde 23 Mayıs’ta döviz kurundaki ani yükseliş karşısında olağanüstü toplanan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK), faiz artırımına gitti. Kurdaki ani yükseliş ekonomik dengeleri de etkiledi, enflasyon yıllar sonra ilk kez yüzde 20’nin üzerine çıktı. Erdoğan ‘faiz sebep, enflasyon sonuç’ sözleriyle faizin düşürülmesi yönündeki çağrılarını sürdürdü.

Nisan 2017’de düzenlenen referandum sonucunda parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçilen Türkiye’de 2018’deki seçimlerde Erdoğan, cumhurbaşkanı seçildi. Erdoğan, “Bu kur filan, bunların hiçbirisi bizim geleceğimizi belirleyen şeyler değil. Bizim geleceğimizi, biz belirleyeceğiz. 24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” sözleriyle, seçimi kazanması halinde doların düşeceğini ifade etmişti. Ancak seçimden iki ay sonra, 2018’in ağustos ayı başında yaşanan gelişme TL’ye ağır darbe vurdu.

Casusluk yaptığı suçlamasıyla 9 Aralık 2016’da tutuklanan ABD’li pastör Andrew Brunson’ın ev hapsine alınması sonrası, ABD’den peş peşe sert açıklamalar geldi. Brunson’ın serbest bırakılmaması durumunda Türkiye’ye ekonomik yaptırım uygulanacağının duyurulmasıyla ağustos ayı başında 5 TL olan dolar bir hafta içerisinde 6,5 TL seviyesini geçti. 12 Ağustos gecesi uluslararası piyasalarda 7,20 TL’yi test etti. Ekim 2018’de Brunson’un serbest bırakılmasının ardından dolar yeniden 5 TL seviyesinin üzerine geriledi. Dolar kuru 2018 yılını 5,29 TL’den kapattı.

2021 krizi ve dolar kuru
Merkez Bankası enflasyondaki yükselişe rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzun süredir istediği faiz indirimlerine eylülde 100 baz puanla başladı, ardından ise sırasıyla 200 ve 100 baz puanlık birer faiz indirimi daha yaptı. MB Başkanı Şahap Kavcıoğlu, yılın son enflasyon raporu sunumunda daha önce manşet enflasyondan çekirdeği dönen odak noktanın artık cari dengeye döndüğü mesajını verdi. Kavcıoğlu’nun kur ve enflasyon arasındaki ilişkiye dair söyledikleri piyasalarda kafa karışıklığına neden oldu. Başkan, cari fazlanın sürdürülmesiyle uzun soluklu fiyat istikrarını yakalamanın mümkün olacağını, aynı zamanda cari denge sağlandığında kurun üzerindeki baskının da azalacağını dile getirdi.

Bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan önce “Faizi savunanlarla beraber olamam” dedi ardından ise dün şu açıklamaları yaptı: “Kurdaki rekabet gücü yatırım, üretim ve istihdamda artışa yol açar. Politika faizinin düşük tutulmasını memnuniyetle karşılıyoruz. Bu politikayla biz ne yaptığımızı, gayet iyi biliyoruz. Yüksek faiz-düşük kur kısır döngüsü yerine yatırım, üretim, istihdam, ihracat odaklı ekonomi politikamızla ülkemiz için en doğru olanı yapmakta kararlıyız.”

Erdoğan’ın düşük faiz ısrarı özellikle kasım ayı ile birlikte TL’de büyük değer kaybına neden oldu.

Eylül başında 8,30’lu seviyelerde bulunan dolar kuru kasım ayına kadar 9,50’ye ulaştı.

Kasım ayı sonrası ise kayıplar hızlanarak yüzde 35’leri geçti ve dolar 13 TL’yi de aştı. Kur 2021 yılı başında ise 7,30’lu seviyelerde bulunuyordu.