Yakın tarihimizin en büyük ihanetini, darbe girişimini düşünürken 15 Temmuz’un akşamı ve yaşadıklarımız yeniden gözümün önünden şerit gibi akıyordu. O günün ilk akşamı saat 10;30 eve dönüş yolundaydık. Eve geldiğimizde anladık ki Türkiye bir darbe girişimi ile karşı karşıya. İlk iş olarak 11;30 gibi sosyal medyadaki hesaplarımdan bu darbe girişimine karşı tepkimizi  ortaya koyduktan sonra, Whatsapp’dan bütün arkadaşlarıma buna karşı durmamız gerektiği mesajını atarak sokağa çıkmamız lazım dedim. Oğluma, bak paşam Ülkemiz için, senin için ve bu mazlum millet için sokakta olacağız, belki dönemeyebiliriz, dünyadan göçedebiliriz ama hayatımız pahasına bu darbeye karşı direneceğiz.

Sokağa Eskişehir yolunda çıktığımızda, Eskişehir yolu iki taraflı olarak kapatılmış, sokakta Türkiye’m parçası ve Mehter Marşı çalan çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu bir grupla gecenin 12;30 nda yolda karşılaştık. Gençler hep birlikte tempo tutuyor ‘’Ölürüm Türkiye’m’’ derken, asker görünümlüler yolu kesmiş ne olduğunu bilmeyen bir şaşkınlıkta bizleri durduruyordu. Uzun bir süre bizleri orada tuttular, silahını sıkmış olsa bir çok kardeşimiz gibi bugün oğlum ve bende hayatta yoktuk. Ülkesi , bayrağı ve vatanı için şehit olan Erol Olçak Abi’m ve gözünün nuru oğlu, Prof Halil Hocam’ın ciğer paresi oğlu, Kazım Abi’min oğlu Ercan Duran ve diğer  kardeşlerimiz gibi.

                                                          

Gecenin ilerleyen vakitlerinde saat 3;30 gibi Eskişehir yolu açıldı ve hain darbe planını yapanlar yavaş yavaş geri çekilmeye başladılar. Elhamdülillah dediğimi hatırlıyorum. Eve döndüğümüzde televizyonlardan işin detayını görmeye başladık. Cumhurbaşkanımızın halkımızı sokağa davet ettiği, bir çok şehidimiz olduğunu gördük. Acılarımız yüreklerimizi dağladı. Canımız yandı ama ülkemiz çok büyük bir badireyi atlatmıştı. Gözyaşlarımız sel olurken, o acılı ana, baba ve yavruların halini görürken, neden bizimle bu kadar uğraşıyorlar, bu coğrafyanın kaderi midir? Neden bizi rahat bırakmazlar! Neden bu millet bu tür ihanetleri yaşar ve mazlum milletlerin sesi ve soluğu olan Türk Milleti’ne ihanet ederler diye düşünmeden edemiyor insan.

Bunları düşünürken de aslında her şeyin kendimizden geçtiğini görüyoruz. Çünkü;tam 200 yıldır ayrılık ve nifak tohumlarının ekildiği bu topraklarda zamanla yeşeren öfke, bölünme ve nefretin panzehiri kardeşliğimizi bizler unutmuştuk.! Çünkü Anadolu coğrafyasının bir EBRU’ydu. Bunun göstergesi olarak da 15 Temmuz’da Türk Milleti şunu söyledi.Kültürel kodlarımı  Hoca Ahmet Yesevi'den, Yunus'dan, Mevlana'dan,Şeyh Edabalı’dan, Hacıbektaş'dan, Hacıbayram'dan, Ahievran'dan alan, acılarını ve ağıtlarını kendine örtü yapan milletimizi bölemeyeceksiniz  ve kardeşliğimizi yok edemeyeceksiniz diyerek bunun en güzel örneğini darbe girişimine karşı birlik ve beraberliğimle ortaya koyuyorum dedi.

Türk Milleti bu mücadeleyi verirken bu sürece nasıl geldiğimize baktığımızda; dünyada etkimiz arttıkça düşmanlarımız da arttı ve  biz dost olduğumuzu gösterdikçe, onlar düşmanlıklarını gösterdiler. Biz artık bulunduğumuz coğrafyada  yaşamanın bir satrança benzediğini, şah olmayı hayal ederken altmışdört karenin dışında olmanın da var olduğunu, ama hiçbir zaman piyon ve mat olmayacağımızı ortaya koyduk .

Bunu görenler, iç ve dış ihanetçilerle birlikte 15 Temmuz’u gerçekleştirmeye kalkıştı. Bu darbe girişimi oluşumu ve sonuçları itibariyle darbeler tarihinde önemli bir kırılmaya yol açmış ve bu kırılmaya da Türk Milleti damgasını vurmuştur. Çünkü, bu yaşananlardan sonra Türkiye'de artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı da ortaya çıkmıştır. Azîz Milletimizin Cumhurbaşkanımızın liderliğinde darbeyi önlemesi, sadece Türkiye için değil özellikle İslam dünyasındaki diktacı askeri yapıların gölgesi altındaki diğer demokrasiler için de cesaret kaynağı olmuştur.

Acaba İslam dünyası ve toplumumuz neden bu tür yapılara ve darbelere  maruz kalıyor. Nerelerde yanlışlar yaptık? derken tek marifeti milletinin tarihî tecrübesi ile anlam-değer dünyasını tahkir olan bir kısım aydın görünümlüler ve insanların inancını devşirenler, tarihimize ve insanımıza ihanet etmişlerdir. Bu insanların az kullanılmış beyinleri vardır. Kendi akıllarına veya idraklerine güvenmezler. Vaftiz edilmiş argümanlara inanırlar ve onlarla yaşamaya çalışırlar.

Özellikle Ülkemizde kendilerini âlim zannedenlerin birçoğu bilgi üreteceğine başkalarını tüketerek var-olmaya çalıştılar. Halbuki başkalarının yanlışlarını göstererek insan kendi doğrusunu temellendiremez. Anadolu geleneğinde, bir bilginin başkalarının yanlışlarını göstermesi "cedel"; kendi doğrularını temellendirmesi ise "burhan" adını alır. Bu tespit, ülkemizde fikrî hayatın niçin cedelî olduğunun ve aynı zamanda niçin çoğalmadığının da en doğru bir ifadesi olup düşünce melekelerimiz  yok edilirken itaat zirve yapmıştır.

İslam’da ise; Allah insanı yaratırken ona en değerli varlıkları olarak hem aklını kullanma gücü hem de irade serbestisi vermiş, bunlara ipotek koymamıştır. Allah’ın kullarına serbest ve bağımsız kullanma gücü verdiği akıl ve iradelerini bir başka kulun ipoteğine vermeleri ilahi düzene aykırıyken, mutlak itaate alıştırılan kişiler kayıtsız şartsız itaat refleksi geliştirmekte, kendisinden isteneni akıl ve doğruluk süzgecinden geçirememektedir.

Aklı kullanmayı emreden ve birçok ayette de düşünmemiz gerektiğini ifade eden dinin mensuplarının şunu iyi bilmesi gerekir ki insanın yaratana kulluğu ve emirlerine itaati ona şahsiyet kazandırır; kula kulluk yapması ve körü körüne itaati ise şahsiyetini yok eder.

Ayrıca şunu bilmek lazımdır ki; Müslüman, dinin sahibi değil, talibidir. Dinin sahibi Allah’tır. Dinin sahibinin Allah olduğunu bilen "Ruhban Sınıfı" nın olmadığını da bilir. Allah'ın indirdiği "İndirilen Dine" rağmen din uydurmak "Uydurulan Din" üzerinden satış ve kazanç kapısı elde etmek içindir. Bir fikri ya da inancı savunarak “zenginleşen” insanların samimiyetlerine karşı azamî dikkat gösterilmelidir.

Bu hain darbe girişiminden sonra Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın ifadelerinde de yer alan yeni Türkiye geleceğin dünyasında yani 21 yüzyılda söz sahibi olmak istiyorsa; eğitim sistemimiz farklılaşmayı, yenilikçiliği, özgün gelişmeyi esas alan bir yaklaşım ve felsefe ile yeniden ele alınmalı, "kayıtsız şartsız itaatkarlar" la değil, yeri geldiğinde "hayır" diyebilen, kendine ait görüşleri olan insanlarla sağlanacağı üzerine bir sistem inşaa edilmelidir.

15 Temmuzu düşünürken sonuç olarak; yaşadıklarımız bazen bizi düşünmediğimiz ve istemediğimiz yerlere götürmüş olabilir. Gecmişten bugüne, belleğimizde derin izler taşıyan acılarımız oldu. Ruhumuzu  düşlerimize saldığımızda, şunu gördük ki  Ülkemizde ilerici, gerici, sağcı, solcu yoktur. Birilerine köle olmuş ve onlara uşaklık edenlerle batı emperyalizmini reddedenler vardır. Bu uşaklık edenlerin yaptıklarıyla Can Anadolu ihanetle sarsıldı, şehitler verdi ve yüreğimiz yaralandı. Oysa barışa bu kadar hasret kaldığımız ve kardeşliğe çok ihtiyacımız olduğu bir dönemde, en acımasız katiller içerde dışarda devredelerdi..

Oysa Anadolu'mda mücadelenin ve bağımsızlığın adıydı yaşamak. Türkiye’mize,15 Temmuzdaki hain darbeye karşı oluşturduğumuz birlik ve beraberlikte olduğu gibi yaşamak ve yaşatmak düşmeli. Çünkü, İslam coğrafyasına bakmaktan korkar olduk, korkuyla yaşamak anlayışına dönüştürülen bu coğrafyada. Barışa ve kardeşliğe ses vermeliyiz. Susmak değil acıları paylaşmak adına kardeşliğe el uzatmalı ve kardeşliğin zirvesinde Hak'ka uzanmalıyız.

Şehitlerimize Rabbimden rahmet, Ülkemize ve analarımıza başsağlığı diliyor, selam ve hürmetlerimi sunuyorum.

Ekrem Toklucu