Kuralların elbette bir anlamı vardır. Kuralların sağlıklı uygulanmasını destekleyen alt yapılar olmalı ki, müeyyideler tartışılmadan kabullenilebilsin. Meşruiyetini kaybeden kurallar, fonksiyon icra etmediği gibi, bu kurallar muhataplara fayda oluşturmaktan ziyade eziyet vermeye başlar. Hele hele şartlar oluşmadan uygulanılan müeyyideler vicdanı yaralayan uygulamalar olmakla kalmaz, telafisi mümkün olmayan mağduriyetlere de neden olur. Evet, batı toplumu kural ve müeyyide ile daha az problemli kurumsal yapı ve ilişkiler(kendi için) inşa etti. Lakin bu toplumların, kural belirleme sürecini daha hassas yürüttüğü, kuralların bir fonksiyon icra edip etmeyeceği çok yönlü ve katılımlı olarak hesaplanıp yürürlüğe koyduğu rivayet edilir. Yani konulan kurallın mağduriyet oluşturmaması için, başka bileşenlerin de niteliği hesaba katılmalı.  (Örneğin, sınava girecek bir bireyin sınav yerine sağlıklı ve zamanında ulaşabilmesi için gerekli alt yapıların oluşturulması gerek. Ulaşım esnasında hiç kimseyi bir sürpriz beklememeli. Kendinden kaynaklanmayan bir sürpriz olursa, bedeli mağdura ödettirilmemeli gibi…)

          En son yapılan YGS sınavında yeni kurallar konuldu.  Sınavın başlamasına 15 dakika kala kimse içeri alınmayacaktı. Elbette, hayati öneme sahip bir sınavın, çocuklarımızca hayatiyet düzeyinde ciddiye alınması gerekirdi. Mademki hayati bir sınav, o halde konulan kurallara uyulması da bir hayatiyet arz etmeli. Herkes işini ciddiye almalı. Hayata başlangıcın yapılacağı önemli bir dönüm noktasında ciddiyetsizlik yapılırsa, bu işin sonu gelmez ve tüm yaşam boyunca bu ciddiyetsizlik devam eder gider. İşi baştan sıkı tutmakta fayda var. Üstelik sınav kılavuzunun ön sahifesinde bastıra bastıra 09:45 ten sonra kimsenin içeri alınmayacağı yazıldığı gibi haftalar öncesinde kamuoyuna bu kural hatırlatılmıştı.

          TV ekranlarında (haber sunucularının bir dakika geç kalındığından dolayı mağduriyetlerin yaşandığını beyan etmesi üzerine) mikrofon uzatılan bazı kişiler (sanırım yetkililer) haklı olarak kuralı savunmuşlardı. Ya da şöyle demeye çalışmışlardı:  “Şimdi sınava geç kalıp alınmayanlar ağlayıp sızlamakta. Kuralı biz neden koyarız? Uyulması için…Bir kural konduysa bu kurala uyulmalı. Üstelik sınav kılavuzda, “Adaylar, saat 09.45'ten sonra sınav binalarına alınmayacaklardır.” İbaresi özellikle yazılmıştı. Bakınız yeniden söylüyorum: eğer bu sınav birileri için hayati önem taşıyorsa, adayların o saatte sınav yerinde olması gerekir. Kuralın uygulanmasından dolayı mağduriyet doğmaz. Gerekirse iki saat öncesinde yola çıkmalıydı. Bizi ilgilendirmez….Kural kuraldır.

           Peki çocuklarımız bu sınava hangi merhalelerden geçerek, nasıl bir psikoloji ile hazırlandı ve girme aşamasına geldiler. Sonuçta insan türü psikolojik bir varlıktır. Ülke şartlarında tüm çocuklar doğumundan lise bitimine kadar her gününü ve hatta her anının bu sınava hazırlanarak geçirdi. Daha anaokuluna başladığı günlerde tanışmıştı sınav işiyle çocuklarımız… İlkokul dönemlerinde çocuklarımıza becerilerini geliştirebileceği, sanat etkinlikleri, sosyal etkinlikler, spor vs.  kısaca kendilerini ifade edebileceği ortamlar sunulması gerekirken, öğretmenleri ve ebeveynleri, “–bak sınavlara hazırlan önünde aşaman gereken küçük, orta ve büyük ölçekli sınavlar var” denilerek hep “kendinin” unutturulduğu dönemlerden geçmeye mahkum edildi.  “Hele bunların en babası üniversite sınavıdır. Tüm hesapların ve çabaların sadece  YGS içindir, bunun farkına var.” Denildi sürekli olarak.   Ara sıra çocuklarımız kendine gelmeye çalıştığı olsa da; “-aman ha, sakın, hayatını şimdilik askıya al,  iyi bir bölüm kazan daha sonra kendine gelemeye, gönlünce kendinle ilgilenmeye başlarsın” denilerek sürekli bir şeyler erteletildi. Hâlbuki bireyin psiko-sosyal ve benlik gelişimi ertelendiğinde, kayıplar sonradan telefi edilemiyordu. 

        Bu sınava on iki yıl boyunca bir yarış atı misali çocukluklarını yaşamadan, travmalar geçirerek, gece rüyalarında kâbuslar görerek hazırlanmıştı çocuklarımız. Ve çaresiz kanıksamıştı bu hali her şeye rağmen. Gün gelip çattı… sınavla kapışma zamanı gelmişti. Onca hengameden sonra çocuklarımız halen ayaktaydı; bizi görebiliyorlardı, konuşabiliyorlardı, yürüyebiliyordu ve hazırlığının karşılığını almaya hazırdı.

            O gün tüm aile aynı heyecanı yaşıyordu. Anne, baba ve kardeşlerle birlikte sabah namazında ayaktalardı. Mustafa, önemli ve tarihi bir günle karşı karşıya olduğunun farkındaydı.  Namaz sonrası herkes Mustafa için dua etmişti. Anneciği hacimli bir  kahvaltı hazırlamıştı. Kahvaltı masasında tüm ailenin heyecanlı olduğu belliydi. Annesi Mustafa’ ya ısrarla bir şeyler yedirmeye çalıştı. Özellikle bal ve cevizden zorla da olsa yemesini sağladı. “Hadi evladım! Artık tüm çabalarının semeresini göreceğin gün geldi. Hadi, karnını iyi doyur. Yanına su almayı da unutma. Sınav giriş belgelerin burada. Kalem, silgi ve diğer evraklarını çantaya koydum. Rahat ol. Biz dışarıda olacağız ve duamızı eksik etmeyeceğiz. diyerek birlikte yola koyuldular. Sınav saat 10:00 da başlayacaktı.  Yeni gelen kurala göre sınava girişler 09:45 den sonra yapılmayacaktı. Beklenmeyen bir sürprizle karşılaşmamak için evden 08:00 de çıktılar. Ev ile sınavın yapılacağı okul arası yaklaşık 10 km idi. Normal şartlarda en fazla 20 dk da okula varmış olacaklardı. Lakin, trafiğin kalabalık olma haline 15 dakika, park, giriş vs. için 15 dakika ve ne olur ne olmaz diye de 30 dakika hesaptan düşülerek 1 saat erken yola koyuldular. Her şey güzeldi. Baba, Mustafa’ nın heyecanı yatışsın diye arada şakada yapıyordu. Yol yarılanmış, okula varmaya az kalmıştı. Bir köprülü kavşaktan geçilecekti. Bir üst geçitti bu. Tam geçite vardıklarında yolun tıkalı olduğunu gördüler. İster istemez gerginlik başlamıştı. Babası: “-sakin ol evladım, daha vaktimiz var.” Dedi. 30 dakika sonra yol açılmıştı. Sevinçle yola koyuldular.  1 km gitmişlerdi ki yaklaştıkları kavşakta yeni bir yığılma gördüler. Bu bekleme on beş dakikalarına mal olmuştu. Alelacele okula yaklaşmışlardı ki, okulun girişinde bir yığılma daha gördüler. Sınavın başlamasına az kalmıştı. Tüm bu trafik serencamı sonunda saat 9:30 a gelip dayanmıştı. Trafiğin açıldığı yok. Baba hemen Mustafa’ ya; “-bu trafik açılacağa benzemiyor, hemen in ve yürüyüver, 7-8 dakikada okula varırsın.” dedi. Mustafa hemen arabadan inerek hızlı olarak yürümeye başladı. Bu esnada kafasından on beş yıllık emeği bir film şeridi gibi geçmeye başladı. Yol bir türlü bitmiyordu. Bir ara kafası döner gibi oldu,  nereye gidiyorum ben demeye başladı ki; aklını başına topladı ve okulun bahçesine ulaştı ve kapıdan içeri girdi. Okulun merdivenlerine doğru koşar adım yürürken yine kafası hafiften döndü  Tam görevlilerin önüne varıp kimlik ve evrakları uzatmaya başlamıştı ki; kalın sesli bir görevlinin,

           “ -Saat 09:46 artık sınava giremezsin” sözünü işitti. 

            -…!

          Sahi, anaokulundan beri tüm çocukluk duyguları ıskalanarak büyütülen, sürekli törpülenen çocuklarımızın  sınava gireceği okula varabilmeleri bile bir başarı değil mi?   

      - Hukuk devletinde düzenleyici hükümlerin Anasyasanın genel hükümleriyle çelişmemesi gerekir. 42. madde çok açık bir hükümdür. Öğrenci sınava geç kalmakla zaten yarışa yenik başlıyor. 15 dakika önce gelmeyenin sınava alınmaması kuralı 42. maddeyle çelişir. Kural koyucuların savunmaya geçmesi apayrı bir handikap. Yazıktır günahtır bu gençlere...Vesselam....

Zafer ÖZER-Eğitimci