İçinde bulunduğumuz çağ, insanın sürekli olarak koşturmasına, sürekli bir şeyleri kovalamasına, bir şeylerin üstesinden gelmesini istiyor. Oysa bu hızla gecen bu kısır döngü içinde, yaşamımızdan, ilişkilerimizden, insana ait olan hasletlerden vb birçok şeyi görmüyoruz, ya da göremiyoruz…Saatte 150 Km ile giden bir otomobilde sadece var olanların anlık vaziyetini görebiliriz. Yani onları süzemeyiz, onlara temas edemeyiz, ya da doyasıya bakamıyız. Ben, yaşadığımız yüzyılda insanlığın sürekli gaz pedalına asıldığını veya bastığını düşünüyorum.

Bu hızlı gidişatta ailemize, çocuklarımıza, arkadaşlarımıza, dostlarımıza yeteri kadar zaman ayırdığımızı düşünmüyorum. Kemal sayar Beyin dediği gibi aslında hız, insanın doğal ritmine bir müdahaledir. Biraz yavaşlamakta ve fren pedalına basmakta fayda var sanırım.

İbn-i Haldun’un Mukaddime adlı eserinde şöyle bir cümle geçiyor: “Anne babaların çocuklarına bırakacağı en iyi miras çocuklarını Yavaşlatmak olacaktır.” Pedagojik olarak çok büyük bir mana taşıyor bu söz. Zira günümüz insanının en büyük sorunlarından biri hızlı yaşamak. Hızlı yaşarken algılama yetisini kaybediyor. Anne çocuğunu, eşler birbirini algılamıyor.

Hızın ve hızlılaşmanın getirdiği çok fazla hastalıklar var. Asrın hastalığı denilen psikosomatik hastalıklar, kardiyolojik sorunlar, panik bozukluğu ve bağırsak problemleri… Aşırı zaman baskısı ve beraberinde getirdiği stres yüzünden insanların kalp krizine yakalanma olasılığı çok daha yüksektir.

Hız ve hızlılaşmaya örnekleri saymakla bitiremeyiz…

Hızlı okuma kursları, Hızlı tren, Hızlandırılmış dil eğitimi, hızlı yaşa genç öl…
Aslında bu hız, sezaryen doğumla başlıyor. Sanırım birçok ülkede artık yasaklandı. Bizde ise Allah versin her doğum sanki sezaryen ile…

Düşünün ki kışın, bahara dönmesi baharın yaza ya da yazın kışa dönmesi hep kademe kademe ve belli bir süre içinde sindire sindire devam ediyor. Yani Yavaşça…Her şeyin bir anda olduğunu düşünün bir bakalım…Atalarımız bu işi kısaca özetlemiş: “Acele işe şeytan karışır”

Sanki zaman, hep tazı olmuş biz ise tavşan… Ve sürekli kaçmakta, kovalamakta ve hızlanmaktayız, hızlandırmaktayız….

Kaçarken ıskalıyoruz, görmüyoruz, unutuyoruz, sevmiyoruz, okşamıyoruz…

Özellikle büyük şehirlerde sabahki curcunaya bir bakın. Sürekli bir koşturmaca ve bir yerlere yetişme telaşı içindeyiz. Her şey hızlı olmalı. Çünkü vakit ve zamanla yarışıyoruz. Ayaküstü birkaç atıştırma, konuşurken bir şey karalama veya yazma telaşı içindeyiz. Sonrası malum…

Sağlığımızı bozan, yine kendi türümüz. Yani insan… Tabiatın doğal ritmine ve yavaşlığı içinde devam eden her şeyi hızlandırma gayreti içindeyiz. Ne mi? 45 günde civcivi tavuk yaptık, domatesi hızla olgunlaştırdık, meyveleri, sebzeleri… Gerisini siz hesaba katın. Bunun adına da hormon dedik. Bu hormonlar yüzünden çocuklarımız ilerde nasıl olacaklar bilmiyoruz. Her şeyde bir katkı maddesi var. Bırakın bahçedeki çiçekleri, Dağlardaki çiçekler bile artık güzel kokmuyor…

Her şeyi hızlandırma tutkusundan vazgeçebilmeliyiz. Bırakalım bazı şeyler dengesinde ve ayarında gitsin. Hızlandırmayalım yaşamı ve hayatı…

Hatta yaşamın içerisinde muhatap olduğumuz her şeyi…

Velhasıl…

Geçen zaman geri gelmiyor.

Ve biz bu dünyaya bir defa geldik ve tekrar gelmeyeceğiz…

Zamanın hızla akıp gittiği bir gerçek. Ancak, bu hızlı gidişatta kendimizi ayarlamak gaza değil fren pedalına basmak bizim elimizde…