Türkçe, dünya dillerinin en köklülerinden ve birçok ulus dilinin de atası olan bir dildir. Japonya'dan, Finlandiya'ya; Hindistan, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Macar ovalarına hatta Amerika kıtasına kadar uzanan oldukça geniş bir sahada etkisini göstermiştir. Büyük ve küçük ünlü uyumu kuralları ile ses güzelliğini mükemmel şekilde sağlayan Türkçe dilbilimciler (etimolog), tarafından matematik dili olarak da tanımlamıştır. Türkçenin yazıldığı gibi okunup, okunduğu gibi yazıldığını; bu özelliği ile de bilgisayar ve sanalağ (internet) ortamında İngilizceden daha üstün ve daha verimli olduğunu savunan dilbilimciler de vardır.

Türkçenin sıkıntıları, sorunları var mıdır? Varsa, nelerdir? Türkçenin en büyük sorunu çok geniş bir sahaya yayılmasının doğal sonucu olarak farklı lehçelere ve onlarca şiveye ayrılmasıdır. Bir başka sorun farklı bölgelerde, farklı abecelerin (alfabe, elifba) kullanılmasıdır. Yine işgal altında olan ya da azınlık durumunda kalınan yerlerde Türkçeye uygulanan kısıtlamalar, yasaklamalar büyük sorunlara yol açmaktadır. Bu noktada "En büyük hayalim Ankara'da basılan bir gazetenin Türkiye'den, Uygurlara kadar bütün Türkler tarafından okunup anlaşılmasıdır." diyen Atatürk'ün sözü bizler için bir buyruk, bir vasiyet olmalıdır.

Anadolu Türkçesi söz konusu olduğunda gereksiz yere kullanılan Batı menşeli (İngilizce, Fransızca..) köksüz ve ruhsuz sözcükler ve yine ağdala gibi dilimizi sarmış olan Ortadoğu dilleri (Arapça, Farsça..) de büyük sorun oluşturmaktadır. Misal işgal gücü gibi algılanan İngilizceye karşı direnç gösterilirken; bir Arapça -dinî kaygılarla- dilimizin, edebiyatımızın, irfanımızın (culture/kültür) başköşesine buyur edilmektedir. Hem de bilgisiz (cahil), görgüsüz, paldır-küldür bir şekilde... Yeri gelmişken ipini koparmışçasına dilimize doluşan ve çoğu zaman da yalan-yanlış kullanılan Arapça sözcüklerle ilgili birkaç örnek verelim.

Doğu Türkistan'dan, Türkmenistan, İran, Azerbaycan, Anadolu, Balkanlar diye uzayıp giden sahada konuşulan dil Oğuz Türkçesi yahut Güney Türkçesi olarak adlandırılır. Bu bölgede sıkça kullanılan Arapça kökenli sözcüklerden biri "âlim" sözcüğü olup, bu sözcüğe karşılık olarak Türkçede bilge, bilgin, bilgili sözcükleri bulunmaktadır. Sözcüğün çoğulu ise ulema biçiminde söylenir. Bu noktada Arapça düşkünleri (metfun) tarafından ulemalar biçimindeki kullanımının Türkçedeki karşılığı "bilgin-ler-ler" biçiminde yankılı (ekolu) bir okuma veya konuşma olmaktadır. Konuşma engelli bireyler söz konusu olduğunda, bu durumu "kekemelik" olarak da adlandırabilirsiniz.

Öz Türkçede "uğru" diye bir sözcük vardır. Anadolu Türkçesinde bu sözcük bırakılmış yerine başka bir dilden "şaki" sözcüğü ve yine bu sözcüğün çoğulu olan "eşkıya" sözcüğü alınmıştır. Yani şaki sözcüğünün Türkçe karşılığı uğru; Batı illerindeki karşılığı ise terrorist (terörist)... "Eşkıya" ise uğrular, teröristler demektir. Kısacası (vel'hâsıl) Arapça düşkünü kişiler (zevat) "eşkıyalar" dediğinde "uğru-lar-lar", "terörist-ler-ler" demiş olmakta ve ortaya yankılı (ekolu) bir dil çıkmaktadır. Bu konudaki çarpıcı (shock/şo:k) örneklerden biri de Şener Şen'in başoyuncu olduğu "Eşkıya" filimidir (film) canlar. Türk sinemasının en iyileri arasında gösterilen bu eserde bile açık (bariz) şekilde hata yapılmıştır. Bir tane uğrudan (şaki) hareketle; filimin adı -olsa olsa- "Şaki" olmalıdır.

Türkiye'nin ulusal (millî) gazete ve televizyonlarında, en ünlü yayınevlerinde bile "evliyalar" sözcüğünün yaygın olarak kullanıldığına tanık oluyoruz. Misal dinci/İslâmcı çizgide duran bir yayınevi, “Evliyalar Ansiklopedisi” adı altında 5 ciltten oluşan derleme bir eser bile yayımlamıştır. Türkçedeki eren ve/veya ermiş sözcüklerinin karşılıklarının Arapçada "veli", Farsçada ise "dost" sözcükleri olduğunu söyleyebiliriz. Veli sözcüğünün çoğulu ise “evliya” sözcüğüdür. Kısacası Arapça düşkünleri "evliyalar" derken, aslında "eren-ler-ler", "dost-lar-lar" demektedirler.

Ülkemizin kamu kurum ve kuruluşlarında, basın-yayın organlarında ve halk indinde sıkça tanık olunan dil kusurlarından biri de "evraklar" biçimindeki sözcük kullanımıdır. “Evrakları doldur/hazırla/getir/götür!..” biçiminde sözlere, isteklere tanık olmuşsunuzdur. Büyük önder Gâzi Mustafa Kemal Atatürk'ün başlattığı "dilde, öze dönüş" hareketinin kazanımlarından olan "belge" sözcüğünün Arapça karşılığı "varak" ve yine çoğulu ise "evrak" sözcükleridir. Haliyle bir kişi (zat) "evraklar" deyince, "belge-ler-ler" demiş olmaktadır. Bu durumda ülkemizin kurum ve kuruluşlarının her Allah'ın günü yankılı konuşan ve/veya kekeme yani konuşma özürlü kişilerle dolup taştığını düşünebilirsiniz.

Hacı-hoca takımından (taife/tayfa), sokaktaki sıradan kişilere kadar herkesin yanlış kullandığı bir diğer sözcük; tarikat... Türkçedeki "yol" sözcüğünün Arapçadaki karşılığı "tarik" ve yine çoğulu ise "tarikat" sözcükleridir. Arapça düşkünleri her "tarikatlar" deyişlerinde bilip-bilmeden “yol-lar-lar” demektedirler. Sözüm ona bir tarikata bağlanan, kapılanan (bilindik söylemle intisap eden) ama onlarca yıl geçmesine; sakal bir karış, sarık bir kulaç olmasına rağmen bir türlü Tanrı'ya ulaşamayan sofuların (sofiler) niye yolda kaldıkları da böylelikle ortaya çıkmış oluyor. Ee tabi onca yankıya orta/iç kulak mı dayanır denge sıvısı mı kalır değil mi ama?!. Para karşılığı felsefe öğreten gezgin filozoflara sofistler denir bu arada. Cemaat, tarikat ehli kişilerin parayı niye çok sevdiklerinin nedeni -kim bilir- belki de antik dönemlerde gizlidir!.

Günümüzde, birine "velet" derseniz size tepki gösterebilir. Çünkü bir hayli anlam kaymasına uğramıştır. Oysaki Arapça velet sözcüğü, "çocuk" demektir. Sözcüğün çoğulu ise "evlat" biçiminde söylenir. Arapça düşkünlerinin, bu sözcüğü "evlatlar" biçiminde kullandıklarına da tanık olunmaktadır. Bu durumda da dilimizdeki tam karşılığı "çocuk-lar-lar" olmaktadır. Mevlana'nın oğlunun adının Velet Çelebi olduğunu; Mevlevîlik yolunun (tarik), onun tarafından kurulduğunu da belirtelim.

İmam-Hatip Lisesi mezunlarının, cemaat-tarikat takımının (tayfa) kuru bir inatla sürdürdükleri Arapça düşkünlüğü Türkçemizin güzelliğine gölge düşürmekte; gelişmesine sekte vurmaktadır. Misal imam ve/veya müezzinlerin ağız birliği etmişçesine yineleyip (tekrar, tekerrür) durdukları "Sen bizi hayır ve hasenata nail eyle Allah'ım!" tümcesini ele alalım: Sıradan bilgi sahiplerince evet sözcüğünün karşıtı sanılsa da Arapçadaki hayır sözcüğü "iyilik" demektir. Arapça hasenat çoğul anlam taşımakta olup, "güzellikler" anlamındadır. Esma'nın, adlar; Hacer'in, taş; Kezban'ın, yalancı demek olduğunu da bilmezseniz -Kuran'dan ad koyma takıntısı ile- çocuklarınıza Hacer, Kezban, Nail-Naile demeye devam edersiniz. Bizim obada yaşıyorsanız; "Nail" denildiğinde aklınıza eski muhtar gelir misal. Ama "Oku!." diyen Tanrı'ya, "Çocuklarınıza güzel ad koyun." diyen elçisine (resul) kulak verirseniz işler değişir. "Nail eyle"nin eriştir, kavuştur demek olduğunu bilirsiniz. Türklerin, Tanrı dediğine; Arapların, el-İlâh (Allah) dediğini de haliyle... Gelin şimdi Yaradan'a yakarışımızı (dua) güzel Türkçemizle yapalım: Sen bizi iyilik ve güzelliklere eriştir/kavuştur Tanrı'm!.

Az sözcükle, çok şey anlatma becerisi ile dünya dillerine fersah fersah fark atan Türkçemizin, Arapça karşısındaki açık ara üstünlüğünü görüyorsunuz. Sesli harf yönünden çok zengin olan Türkçemizin sıradan (basit) bir "-lar/-ler" takısı ile üstelik de sözcüğün okunuşunu, yazılışını değiştirmeden ortaya koyduğu dil becerisi mi sesli harf yönünden oldukça kısır olan Arapçanın tekil ve çoğul sözcüklerindeki karmakarışıklık mı?!.

Çoğul ekleri konusunu gülünç (trajikomik) bir örnekle noktalayalım. Türkçemizdeki damga sözcüğünün Arapçadaki karşılığı "harf" ve harf sözcüğünün çoğulu da huruf yani damgalar/harfler... Tekrar bir çoğul eki ile hurufat yani damga-lar-lar/harf-ler-ler... Buradan sonrasında sözcükler yetersiz (kelimeler kifayetsiz) kalmaktadır. Hurufatlar yani damga-lar-lar-lar/harf-ler-ler-ler!.. Benzer gülünçlükler İngilizce için de geçerlidir bu arada. Misal "cap", kapak demektir. Çoğulu olan caps ise kapaklar... Yeni (modern) zamanların sömürge dili olan İngilizceden aparılan bu sözcüğü, ülkemizdeki kimi düşkünler "capsler" biçiminde söyleyip, yazmaktadırlar. Yani "kapak-lar-lar" olarak!.. Haliyle bu bilgi de İngilizce düşkünlerine kapak olsun. Özetle (hülasa) ülkemizdeki "anadan doğma (üryan)" müslimler (müslim-an/müslüm-an) de artık Arapça adlar taşımakla gerçek müslim (müslüm) olun(a)mayacağını; Arapça sözcükler sayıklamakla cennette çiftlik kurul(a)mayacağını aklının bir köşesine yazmalıdır. Bülbül mü, karga mı?. Gül mü, deve sidiği -affedersiniz- dikeni mi?. Başı belli sonu belli olmayan yankılı Türkçe mi; Yesevî'nin, Yunus'un konuştuğu arı-duru, yalın (öz) Türkçe mi?!. Seçim, Olcay Han'dan (Hz. Yafes) türeyip, Oğuz Kağan'la (Zü'l-karn-eyn) yürüyen; Alp Er Tunga ile bağrı yanıp, Tomris Hatun'la serinleyen; Mete Han'la coşup, Attila ile çağlayan; Tanrı'nın ordusu, İstanbul'un fatihi müslimlerin!.

Aziz Dolu Atabey

https://azizdolu.wordpress.com/