DEVLETİ BİR KEZ BEKLEDİ; O' DA GELMEDİ...
           Tarihler 25 Mart 2009’ u gösterirken bir haber anons edilmişti. Hani insan hayatın akışına kendini kaptırdığı bir anda, güzel temenniler içinde yoluna devam ederken, yüzündeki tebessüm halen yerindeyken, dostların muhabbeti herkesi sarmışken yüreği paramparça eden bir acı haber duyar ya…İşte öyle bir şeydi Muhsin Bey’ in kaza haberi. Evvela inanamadı sevenleri; -yok yok, mutlaka iyidir, bir şey olmamıştır, bakın az bir zaman sonra kendinden iyi haber mutlaka gelecektir diye…Ama olmadı. Bekleyişler kar etmedi, her aşamada ümitler tükendi. İstemiyordu kimse onun aramızdan ayrılmasını. O, Türk siyasetinde herkese nasip olmayan özellikleriyle farklı bir çizgi oluşturmuştu. Politik görüşü aynı olmasa bile herkesin ona karşı bir muhabbeti vardı; neden mi? Çünkü, tutarlıydı. Çünkü, emindi. Çünkü, özeleştiri yapabiliyordu. Çünkü, bu toprakların insanlarını seviyordu. Çünkü, erdemle siyaseti bağdaştırmaya çalışıyordu. Çünkü, Anadolu insanı kimdir? denildiğinde, verilecek cevabın adresiydi Yazıcıoğlu…
          Onun kimliği, kişiliği, inancı ve kısaca duruşu ile ilgili bir iki anekdotu paylaşmak istedim. "Adam gibi adam" dediğimiz kişilerin sayısı arttığı zaman, bu ülkede temel sorunlar kaybolacaktır. 
          “Kürt’ümüzle, Türkmen’imizle, Alevimizle, Sünni’mizle kimimiz varsa; hep beraber, farklılıklarımızla birlikte, kaliteli bir demokrasi yakalayıp, hukukun üstünlüğüne dayanan bir anlayış içerisinde birlikte mutlu olmanın yolunu bulmak zorundayız.
Bunu sağlamak mecburiyetindeyiz.
Bu darbelerden geçmiyor!
Bu cuntalardan geçmiyor!
Bu mafyacılıktan geçmiyor.
Ebediyen Türkiye bunları tartışmayan bir ülke haline gelmelidir.”
          Bu ülkeyi dış dünyaya şikayet etme mevzu gündemde iken aklıma Rahmetli Yazcıoğlu' nun kendinin de anlattığı ve bir gazete yapılan röportaj aklıma geldi...
          "Kafeste marş söyletiliyor mu?
           51 kişiyiz, 7’si ülkücü, gerisi sol gruba mensup. Nöbetleşe karavana almaya gidiliyor. Orada sorular soruyorlar. Cevap veremeyenler ve bağırarak söylemeyenler dayak yiyor. Zemin bir iki üç diye bir koğuş var Mamak’ta. Orada kalanlardan birinde tetanos çıktı, birine verem teşhisi kondu. Dilekçeler yazdırıyorlar diyorlar ki: “Bu koğuş sağlıksızdır, kapatılsın.” Hiç cevap verilmiyor. Bir gün, Kenan Evren, Erzurum’da konuşma yapıyor. Megafondan da cezaevine dinletiyorlar. Evren diyor ki, “Bizi denetlemeye hakları yok. Biz bağımsız bir devletiz.” Halbuki o konuşma sırasında cezaevi içinde Avrupa’dan gelen İnsan Hakları Komitesi dolaşıyor. Ülkücüler, “Kendi devletimizi yabancı birisine şikayet etmeyiz” diyorlar. “İşkence oldu mu?” deyince, “Türk devleti işkence yapmaz. Bu bizim iç sorunumuzdur” diye milli bir duyarlılıkla konuşuyorlar.”
          Son konuşma;(Karaman'dan Sarıveliler'e giderken)
        “Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nereden geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hakim değilsiniz.
Bir saniyesine bile hakim olamadığımız, hükmedemediğimiz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah’ın izniyle, olsak da milletle olacağız. Olmasak da milletle olmayacağız....”

Rabbim Rahmet Eylesin...