Çağlar değişip ilerledikçe insanlığın ve eğitimin hedefleri, beklentileri de değişmeye devam etmektedir. Değişmeyecek olan hep daha iyiye gitmek, insan olmanın hakkını vermek, herkes için daha özgür ve adaletli bir dünya, kendi ve çevresi için daha iyi yarınlar oluşturabilme ve mutlu olma isteği olacaktır.


Dünyamızdaki değişimlerin hızı çocuklarımızın büyüdükleri günlerde nelerle karşılaşacakları hakkında tahminde bulunmamıza izin vermiyor. Bugün önemli görünen bilgiler yarın hiçbir anlam taşımayabilir. Tek çare onlara nasıl düşünmeleri ve değişimler karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğretmek olarak gözüküyorken bulunduğumuz çağa göre çocuklarımıza vermek istediklerimiz ile onları nasıl yetiştirmek istiyoruz sorularının karşılığı mutlaka gözden geçirilmelidir.


Günümüzde ise; çocuklarımız test ve tost arasına sıkışmış durumdadır. Çocuklar gerçekten dinlenmeye ve kendilerini keşfetmeye vakit bulamıyor. Okullarımızda ilgi, yetenek ve öğrenme stiline göre ödev verilmesi, araştırmaya yönlendirilmesi gerekirken test ile ödevler arasına sıkışan çocuklarımız ve çok ödev veren, çok test çözen öğretmeni daha iyi öğretmen olarak algılayan bir veli profilimiz var. Anlayışımız bu olunca da eğitimde ki kısır döngü dönmeye devam ediyor.

Ayrıca, bir de müfredatımızın durumu var. Müfredatımız gelişmiş ülkelere kıyasla çok ağırdı. Çok şükür ki müfredat konusunda Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’mız, geçmişe göre daha esnek, daha az bilgi ama daha çok uygulamayı esas alan, daha sade, yaşamla iç içe, öğrenme stilleri ile yeteneğin keşfine yönelik bir anlayışla yeni bir müfredat programı hazırladı. Elbette uygulamada eksiklikler ortaya çıkacaktır. Ancak bu güzel çalışmanın piarı çok iyi yapılmalı, uygulayıcılar en iyi şekilde bilgilendirilmelidir.


Eğer bu konuda geçmiş uygulamalar devam eder alışkanlıklar değişmez ise öğretmenler okulda test çözmeye devam edecek, yetiştiremedikleri dersleri ödev olarak vermek zorunda kalacaklardır. Bunları anlatırken aklıma, yakın zamanda oğlumla yaşadığımız bir diyalog geldi;“Ödevlerini yaptın mı oğlum? ”Testlerini çözdün mü oğlum?
“Hayır hayır baba” “E sokakta ne geziniyorsun?

Görüyorum ki telefondan ve bilgisayardan ayrılamıyorsun. Koş testlerini çöz ve ödevlerini bitir!” Oğlumun suratı asık ve gergin. İnsaf baba! Haftanın 7 gününün 6 günü ya okulda ya özel dersdeyim. Ben de insanım. Benim de haklarım var” dedi. Ben ise; babanın hakkı yok mu?Sistem değişse de sizlere zulmetmesek AMA OĞLUM UNUTMA Kİ SENİN ÇALIŞMAKTAN BAŞKA ŞANSIN YOK. Bak ben ödevlerimi yapıyorum, sorumluluklarımı yerine getiriyorum” dedim. Diyaloğu devam ettirmedim tabii. Oğlumla evimizden yaklaşık aynı saatte çıkmış ve aynı saatte gelmiştik. Üstelik ben koltukta oturmuştum, çocuksa tahta bir sıranın üzerinde gününü geçirmişti. Bir de aramızda epey bir yaş farkı var tabii…


Sorun böyle olunca oğlumla pozitif ilişki kurmak konusunda ciddi zorluklar yaşamaya başlıyorum. Bazen empati yapsam da babalık durumum eğitimciliğimin önüne geçiyor. Ayrıca, özgürlükler ve kendine yetebilme, hakkını savunma, karar verebilme ve duyarlılık eğitimini dikkate aldığımızda batıyla kıyaslayınca ne kadar geride olduğumuzu görürken eğitim meselesi ülke meselesi diye düşünüyorum.

Arkadaşlarla bir araya geldiğimizde konu eğitim sistemine gelince oğlumun coğrafya öğretmeniyle yaşadığım bir diyaloğu anlattım. Coğrafya öğretmeni oğlumdan Türkiye haritası çizerek harita üzerinde madenlerin yerlerini belirtmesini istemişti. Oğlumun çizim yeteneği yok, evde bir mücadele içinde, ödevi baba mı yapsın, anne mi yapsın, abla mı yapsın ya da arkadaşları mı yapsın diye mücadele ediyor. Velhasıl ödev yapılmadı ve kimse de yapmadı.


Bu konuyu coğrafya öğretmeni ile görüştüm. Öğretmenimize dedim ki, oğluma bu ödevi çizim olarak değil de araştırma ve sunum yapma olarak teknolojiyi kullanarak verirseniz, bu çocuk ödevini kendisi yapacak, yaparken keyf alacak, öğrenme gerçekleşmiş olacak daha önemlisi de emeğinin karşılığını alacak. Bu görüşmeden sonra başka bir ödevi bu şekilde verdi öğretmenimiz. Oğlumun ödevi yaparken mutluluğunu ve kendi yaptığı ödevden aldığı notun karşılığından duyduğu mutluluğa şahit oldum.


Bunun için; özellikle 2016-2017 eğitim ve öğretim yılının sonuna geldiğimiz, dünya ile rekabetimizde iyi bir durumda olmadığımız düşünüldüğünde değişime bir yerlerden başlamak gerekiyor.


Sonuç olarak eğitimde test ve ödevler konusunda kendimize şunları sormalıyız.
1-Öğrenci ödevlerini düzenli olarak yaptığında ve verilen test sorularını çözdüğünde daha başarılı bir öğrenci oluyor mu?
2-Bir konuyla ilgili verilen ödevin ya da test sorularının çözümünün yapılması, o konunun öğrenilmiş olması anlamına mı geliyor?
3-Öğrencinin bir konuyu öğrenmesi veya anlaması için ödev yapması şart mı?
4-Verilen ödevler ve testler öğrenciyi üretkenliğe ve düşünceye sevk ediyor mu?
5-“Kitabın 16-20. sayfaları arasına çalışıp da gelin” talimatı bir ödev midir?
6-Sınıftaki öğrencilerin durumuna göre farklı ödevler veren ve test çözmesini isteyen öğretmen var mı? Yoksa bütün sınıfa aynı uygulama mı yapılıyor?
Dolayısıyla, sadece bu sorulara bile vereceğimiz cevaplarla aslında eğitim sisteminde öğrenci merkezli anlayışı hakim kılıyoruz düşüncesinin zihnen ve uygulama açısından bizde tam kabul bulmadığı ortaya çıkacaktır.
Bunun için eğitime öncelikle kendimizden başlamalı ve kendimizi değiştirmeliyiz.


Ekrem TOKLUCU