Sayıştay’ ın 2018 Yılı Milli Eğitim Bakanlığıyla ilgili Denetim Raporu yayımlandı. Raporu incelerken özellikle Milli Eğitim Bakanlığınca 2011 yılından beri yapısal değişim adına yapılmaya çalışılan yasal düzenlemelerle (görev alanları, isim/unvan değişimleri, yerelde birleşme, bakanlığa bağlanma, mülakatla yeniden seçim, yargı süreçleri vs.) ilgili bölümü okurken,  bu konuyla ilgili hazırlayıp yayımlandığım makale çalışmalarımı (internet, dergi) yeniden okuyor hissettim. Sayıştay’ ın ortaya koyduğu tespitler ve yapılması gerekenler aslında eğitim işine kafa yoran herkesçe de bilinen gerçekler olmasına rağmen, 2011 den beri çözüm adına yapılmaya çalışılan her müdahale yeni problem alanlarına kapı aralamıştır. Son Sayıştay raporu, bu gerçeği ayrıntılarıyla ortaya koymaktadır. Gelinen noktada eğitim sistemindeki yapısal değişimler, sistem bütünlüğü içinde bilimsel/rasyonel bir düşünceyle yapıldığı taktirde sonuca ulaşabilecektir. Bunun için tüm kesimlerce kabul gören anlayış, “doğru bir şeyler yapılacaksa son umut yeni bakandır” Fazla yoruma girmeden Sayıştay’ca hazırlanan Milli Eğitim Bakanlığı hakkındaki rapordaki teftiş alt sistemi kısmına ana hatlarıyla göz atalım.

            12 Başlık altında yapılan tespit ve değerlendirmelerden 6. Başlık “Bakanlık Teftiş Sisteminin İstikrarlı Bir Yapı ve İşleyişe Kavuşturulamaması” adını taşımaktadır.

            “Bakanlık bünyesinde yer alan teftiş mekanizmalarının yeniden yapılandırılması amacına yönelik çalışmalar sonucunda istikrarlı ve etkin bir teftiş sisteminin oluşturulamadığı, teftiş ve rehberlik hizmetlerindeki aksamaların eğitim ve öğretimde nitelik sorunlarına yol açtığı, şahsa bağlı kadro haline dönüştürülen illerdeki müfettiş kadrolarının dengeli dağılmadığı ve mevcut kadroların verimli değerlendirilemediği görülmüştür.

            Yapılan düzenlemeler, politika belgeleri ve fiili durum birlikte değerlendirildiğinde, teftiş sisteminin mevcut yapısı, işlevleri ve işleyişi ile hedeflenen sistem arasında önemli farklılıklar bulunduğu ve bu uyumsuzluğun giderek arttığı görülmektedir. Örneğin 2010 yılı ve sonrasındaki yeniden yapılanma çalışmalarına zemin teşkil eden, birbirine çok yakın tarihlerdeki düzenlemeler dahi önemli farklılıklar, hatta zıtlıklar gösterebilmektedir. 2010 yılından itibaren yasal düzenlemelerle yetkileri sürekli genişletilen il müdürlüklerindeki müfettişlerin, 2016 yılındaki 6764 sayılı Kanun ile teftiş ve soruşturma yetkileri alınmış, şahsa bağlı hale getirilen bu kadroların boşalması halinde iptal edilmesi öngörülmüştür.

            Özellikle 2011 yılındaki 652 sayılı KHK ile eğitim denetiminin yerelleşmesi amaçlanırken, 2016 yılındaki değişim tümüyle merkezi bir yapının tesis edilmesi yönünde olmuştur. Üstelik merkezileşen yapıda Bakanlık Maarif Müfettişliği ve Yardımcılıkları için ihdas edilen kadro sayısı 750 olup, bu kadroların halen 498’i dolu bulunmaktadır. İllerde ise görev ve yetkileri büyük ölçüde azaltılmış 1539 Maarif Müfettişi görev yapmaktadır.

       Bu şekilde bir taraftan illerdeki mevcut kapasite etkin kullanılamazken, diğer taraftan merkezde oldukça sınırlı bir kadro oluşturulmuş; bu kadronun göreve alınması ile ilgili süreç ve düzenlemeler aleyhine açılan çok sayıda dava ve aleyhte verilen yargı kararlarının da etkisiyle teftiş sistemi etkili bir yapı ve işleyişe kavuşturulamamıştır. Gelinen aşamada, Bakanlığın sadece kendi bünyesinde 60.000 civarında kurum ve 1 milyonu aşkın personelinin bulunduğu, ayrıca Bakanlık tarafından izlenen, koordine edilen diğer kurum ve kuruluşların da Teftiş Kurulunun görev alanında yer aldığı dikkate alındığında, 498 adet müfettiş ile yeterli düzeyde bir teftiş, soruşturma, rehberlik, analiz ve raporlama yapılması mümkün görünmemektedir.

       Yapısal görünümü ve işleyişi ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte eğitim denetimi, özellikle gelişmiş ülkelerde ve bilimsel yaklaşımlarda akademik başarı ve kalitenin temel etkenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Zira eğitim sisteminin başarısını artırmada uygulama sürecindeki gözlemler, kanıtlar ve uygulama sonuçlarına ilişkin veriler önem taşımakta, eğitim politikalarının geliştirilmesinde sahadaki uygulamalar hakkındaki geri bildirimler önemli bir girdi olarak kullanılmaktadır.

       Ülkemizde ise 2010 yılından itibaren sıklıkla yapılan kapsamlı değişikliklerle teftiş sisteminin nitelik ve etkililik sorunları çözüme kavuşturulamamış, sistemin eğitim ve öğretimin geliştirilmesine katkısı giderek zayıflamıştır. Zira sistemdeki değişiklikler daha çok yetki ve görev alanları ile statü ve unvanların farklılaştırılmasına odaklanmış, değişikliklerin amaç boyutu uygulamayı yönlendirmede büyük ölçüde etkisiz kalmıştır.

       Raporda, Bakanlığın bu hususlarla ilgili olarak değerlendirmesine(cevap) yer verilmiş olup; bu değerlendirmeler teorik anlamda güzel şeyler ifade etse de; “Mevcut durumda, 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin; “Maarif Müfettişleri illerde il müdürüne bağlı olarak inceleme, araştırma ve rehberlik hizmetleri ile il müdürünün vereceği diğer görevleri yapar. Maarif müfettişlerinin çalışma usul ve esasları yönetmelikle belirlenir.” hükmünü içeren düzenlemesinde, bu kadrodaki kişilerin unvanları her ne kadar müfettiş olarak korundu ise görev tanımları müfettişlerle birebir örtüşmemektedir. Bu sebeple bunların denetim biriminin bir parçası olarak değerlendirilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Mevcut yasal düzenleme yapılırken komisyonlarda olayın bütün tarafları dinlenmiş, görüşü olduğunu beyan eden bütün sivil toplum örgütlerinin kendilerini anlatmalarına izin verilmiş olup en son düzenleme iktidar ve muhalefetin ortak görüşleri doğrultusunda yasalaşmıştır.”

            Raporda sonuç olarak Kamu idaresi cevabında öncelikle eğitim sisteminin denetimine ilişkin farklı ülke uygulamalarına ilişkin değerlendirmelere yer verildikten sonra 2023 Eğitim Vizyonu çalışmaları kapsamında eğitim sisteminde yaşanan yenilik ve gelişmelere paralel olarak denetim sisteminin yeniden yapılandırılacağı, Bakanlık tarafından veya Bakanlığın denetiminde sunulan hizmetlerin kontrol ve denetiminin ağırlıklı olarak merkezden yerine getirileceği, okul gelişimine yönelik rehberlik faaliyetlerinin ise yerel düzeyde yürütüleceği ve il ve ilçe düzeyinde yapılandırılacağı, yeni sistem içerisinde halen illerde görevli maarif müfettişlerinin oluşturduğu kapasitenin de etkin şekilde kullanılmasının planladığı ifade edilmiştir. Ayrıca teftiş sisteminin kurumsal rehberlik ile inceleme, araştırma ve soruşturma bileşenlerinin ayrılacağı; bilgi temelli ve insan kaynaklarını geliştirilmeyi amaçlayan, öğrenme-öğretme sürecini geliştiren, eğitim sisteminin nitelikli ürünler vermesini sağlayan bir rehberlik sisteminin oluşturulması yönelik kurumsal vizyonun uygulamaya geçirileceği vurgulanmıştır.

       Eğitim politikası, strateji ve uygulamalarının geliştirilmesine yönelik olarak denetim, değerlendirme, rehberlik, raporlama vb. hususlarda kapasite ve etkinlik sorunlarını çözüme kavuşturacak nitelikte istikrarlı bir teftiş sisteminin oluşturulmasının eğitimde belirlenen hedeflere ulaşmada önemli katkılar sağlayacağı değerlendirilmektedir.”

       Ancak, raporda bakanlığın cevabı olarak belirtilen, “…bu kadrodaki kişilerin unvanları her ne kadar müfettiş olarak korundu ise görev tanımları müfettişlerle birebir örtüşmemektedir. Bu sebeple bunların denetim biriminin bir parçası olarak değerlendirilmesi doğru bir yaklaşım değildir.” Açıklaması, yereldeki Maarif Müfettişleri açısından problem ifade eden bir cümle özelliği taşımaktadır. Çünkü bakanlığa alınan maarif müfettişlerinin alım sürecinin hukuksuz bir işlem olduğu mahkemelerce teyit edilmiştir. Bu durumda, hukuksal olarak aynı konumda olması gereken mesleki bir zümre(Maarif Müfettişi) arasında oluşan statü farkının halen korunacağına dair bir imanın olması, çalışma barışını ve kurumsal hedeflerde bütünleşmeyi elbette olumsuz anlamda etkileyecektir. Bu tutum hukuk devleti ilkesi ile de örtüşen bir yaklaşım değildir. Zira, eğitim işinde amaçlanan dönüşümün temeli güven üzerine inşa edilebilir. Öncelikle samimiyet göstergesi olarak yapılması gereken husus, oluşan mağduriyete bağlı gelişen ve hukuki olarak tescillenen yanlışı düzeltmek olmalıdır. Düne ait hataları görmezden gelip gereği yapılmaz ise sağlıklı bir gelecek inşa edilemez. Bir sistemde, hukukilik noktasında tartışma alanlarına fırsat verdiği takdirde, o sisteme yönelik güven yitimi, sistem çalışanları arasında örgütsel uyum ve çalışma barışı doğal olarak zedelenecektir. Bunun neticesi olarak, eğitim olarak ortaya konulan iddiaların yürekten savunulması ve neticeye ulaşılması temenniden öte geçemeyecektir. Sayın bakanımızın bu hususu zaten en iyi bilen olması hasebiyle, “köprüden önceki son çıkış” metaforunu yakıştırmıştık. Vesselam.

Zafer Özer-Maarif Müfettişi

Kaynak: https://www.sayistay.gov.tr/tr/?p=2&ContentID=12699