Yılın asgari yüz seksen günü milyonlarca çocuğumuz “okul” denilen özel mekânlara gönderilmekteler. Okul öncesi ve ilkokulun başlangıç aşamasında okula gitmedeki heyecan, ilerleyen dönemlerde/yıllarda  her nedense çocuklarımızda önemli oranda azalmaya başlıyor. Heyecanın azalmasından öte, okula gitmek çocuk için zoraki bir eylem halini almakta ve çoğu kezde okul anlamsız bir mekan olarak görülmektedir. Çocuk için sıradanlaşan öğrenme ortamları ne anlama gelmekte, hangi faydayı ne derece sağlamakta, ülkenin genel eğitim politikası ve amaçları noktasında da hangi kazanım elde edilmektedir?  Baştan beri yanlış giden bir şeyler var. Yanlış giden şeylerin ne olduğu hususunda çoğu zaman müşterek teşhislerimiz olamamıştır. Dünya görüşlerimizin farklılığından yola çıktığımızda eğitimi, bir kültürlenme işi olarak görenin yanında, aydınlanmanın bir aracı olarak gören, sosyalleşme süreci olarak gören, milli manevi değerlerin öğretilmesi ve yaşantı haline getirilmesi olarak gören, hayata hazırlayan ve formasyon kazandıran mekanlar olarak gören anlayışların olması, çözüm önerilerinde de farklılığını gündeme getirmektedir. Problemin temelinde, geleneksel tercihlerle modern tercihler arasında ortak bir çizgi bulunamaması yatmaktadır.

            Yapılan tartışmalara rağmen eğitimin ne olması, bireye ne sağlaması gerektiği konusunda ortaklaşılan husus, çağın gerektirdiği ve talep ettiği insanı inşa etmek olarak görülebilir. Özellikle, yaşanılan çağın üretim modeli, eğitimli insanın niteliğini belirleyici temel unsurdur. Tarım toplumun talep ettiği insan modeli ile sanayi toplumunun talep ettiği insan modeli arasında ciddi farklılıklar olduğu gibi; 21. Yüzyıl teknoloji çağının insan modeli ise apayrı bir tanımlamayı gündeme taşımaktadır. Çoğu kez de yeni yüzyılda eğitimli insanın tanımını yapmada ve talep edilen eğitimli insanın nasıl bir sürece tabi tutulacağı ya da eğitim sistemi olarak nasıl bir okul tasarlamak gerektiği yeni dönem eğitimcilerinin en temel tartışma konuları olacaktır. Bu gün dijital çağla birlikte bilgiye ulaşma diye bir problem bulunmamaktadır. Okulu, öğrenme endeksinde belli kazanımların mekanı olarak görürsek, teknolojinin bu işi bir çok noktada çözdüğünü görebilmekteyiz. Hatta yeni okul programlarında öğrenmenin oluşumu  için bilgisayar/dijital teknoloji en temel araç olarak görülmektedir. Bu durumda, öğrenmenin oluşumu için okula duyulan gereklilik ne kadar olabilir?

            Okul ortamlarını kadim geleneğin değerlerini, kültürün ve temel insani değerlerin öğrenildiği, yaşanıldığı mekanlar olarak görürsek, bu işte de pek başarı sağlanamadığı ya da günümüz şartlarında sağlanamayacağı gerçeğini de fark etmemiz gerekecektir.  Çocuğun dünyasında, çocuğu şekillendiren en temel unsur, çocuğun öykündüğü ve çocuk için cazibe taşıyan değerler, aygıtlar ve modellerdir. Temel kavram çocuğun etkilendiği alanlardır. Yani “cazibe” alanları. Günlük yaşam içerisinde çocuğun kültürlenmesi noktasındaki etki alanlarını sıralasak ve bunlara çocuğun gözünde bir önem sırası belirlesek; “okul” bu önem sırası içerisinde kaçıncı sırada yer alır? Özetle; okul, çocuğun dünyasında ne derece önem arz etmektedir? Bu sorunun cevabı olarak eğer birinci sıradaki değer okul değilse, var olan okul modelimizi(amaç, program, içerik, yöntem, mekân, vs)  temelden sorgulamamız gerektiğini çokta vakit kaybetmeden fark etmemiz gerekir.

          Özellikle günümüzde modern çağın eğitim adına yürüttüğü faaliyetlere bakıldığında, öznesi olduğunu iddia ettiği insanı, piyasanın rekabet koşullarının bir nesnesi olarak gördüğü ve tüm süreçlerini bu çerçevede inşa ettiği rahatlıkla görülmektedir. Bilgi derken, insana dönük değer alanlarını hesaba katmayan, lüzumu halinde kullanılıp atılan bir gereç olarak görülen geçici değerden bahsedilmektedir. Bireye kendi ekseninin dışındaki hayat tasavvurlarını unutturmaya çalışan, bilgi ile elde edilen formasyonların sadece haz merkezli yaşam alanlarına fayda sağlayan bir donanım olarak gören eğitim anlayışının insanlığı getirdiği nokta, her gün ekranlarda görülmektedir. Burada eğitim dediğimiz kavrama daha farklı anlamlar, yeni tanımlar yapılması gerekir.

          Her gün sermaye ve reyting kaygısından başka kaygısı olmayan global işletmelerin yönlendirdiği dijital dünya(tv, internet vs.) karşısında diziler ve diğer etkinliklerle sunulan haz eksenli senaryolar mı daha cazibeli yoksa okullar mı? Bize sunulan kasıtlı, programlı paket hayat programları için alternatif nasıl bir eğitim programı olmalıdır?

            Bir başka husus; günümüz dünyasında eğitim/okullar adına sorgulanması gereken önemli bir problem de, farklılıkların çatışma nedeni olarak görülmesi. Bir yandan farklı kültürlerin aynileşmesi tartışılırken, diğer yandan ise belirli bir kültür yapısı içindeki küçük farklılıkların ayrışma/çatışma nedeni olarak görülmesi ve durumun emperyal güçler tarafından sürekli kullanılmasıdır. Özellikle Ortadoğu/İslam toplumlarının kendi var oluşlarını bir üst kimlikte inşa edememesinin nedeni burada görmek gerek. Bu noktada eğitim sistemimizin/okulların nasıl bir müfredat/misyon taşıması gerektiği hususunun yeniden masaya yatırılması gerekir. Sistemin, insan olarak yaşamımızdaki çatışmalara en mikro düzeyden, makro düzeye kadar çözüm bulması; ya da çözüm için kendini yeninden tasarlaması gerekecek.  

         Öyle bir okul tasarlanmalı ki; bir mekânı olmasının yanında, mekânlarla sınırlandırılmayan, çağa uygun insanı yetiştirmenin yanında, insana “eşrefi mahlûkat” olduğunu hatırlatan ve çağın insani ve ontolojik problemlerine çözüm bulabilen bir yapı özelliği taşıyabilsin. ''İnsanın ne olması gerektiğini, ne olduğunu kavramıyor isek, diğer bir deyişle açık ve üzerinde anlaşılmış bir insan gerçeği düşüncesine ulaşmamış ise, kültürü, eğitim ve öğretimi, ahlakı ve toplumsal ilişkileri düzeltme yolundaki bütün çabalarımız boşunadır ve boşa gitmeye mahkûmdur.''(A. Şeriati) Vesselam

Zafer ÖZER, Eğitimci