Ülkemizde son dönemlerde ortaöğretime ve yükseköğretime geçiş  sınavları üzerinden  eğitimsistemindeki olumsuzlukların ve yaşananların gündeme gelmesi aslında sıkıntılarına rağmen bir fırsatı da beraberinde getirmiştir. Çünkü uzun zamandır eğitim hiçbir zaman bu kadar gündemde yer almamıştır.


Bunun için eğitim, üzerinde çok hassaslıkla durulması gereken bir konudur.Bugünkü toplumsal ve ahlaki değerlerimizin çürümesindeki en büyük etkenlerden birisi de eğitimdir.Toplumsal davranışlarımızın iyiye, güzele dönüşmesi bağlamında eğitimimizin özellikle de öğretmenlerimizin ülkemizdeki önemi artık kavranmalıdır.


Eğitimimiz de tek tip insan yetiştirme modelinden farklılıkları dikkate alan, kendisiyle barışık, üreten ve üretime aracılık eden, bireysel ayrıcalıkların dikkate alındığı, ilgi, yetenek ve fıtrata uygun bir eğitimin verildiği, insanları bir pota içinde eritmeden yaşama alanı oluşturan bir sürece doğru gitmelidir. Çünkü, zeka salt akademik olan değildir. Duygusal zekanın verileri başarının sırlarıyla doludur. “Neden yaşıyoruz, neden varız, neden buradayız?” sorularından başlarsak; neden eğitim gerekli, neden eğitim yapıyoruz, hedefimiz, amacımız nedir, ne olmalıdır? Ve tüm bunlar nasıl gerçekleştirilmelidir, nasıl yapılmalıdır? Bu sorulara doğru cevap vermek kadar, doğru yaşama geçirmek önemlidir.


Bizim ise en büyük sıkıntımız teoride çok güzel ifade ettiğimiz hususların başka bir ifadeyle mükemmel ortaya koyduğumuz düşüncelerin hayata geçirilememesidir. Bunlara örnek olarak başarılı öğretmen, başarılı okul ve başarılı il modellerinin sayısal yetersizliğidir.Bunun en büyük sebeplerini ise eğitim sistemindeki motivasyon eksikliği ve nitelikli personel istihdamında yaşanan sıkıntılar olarak ifade edersek yanlış olmaz diye düşünüyorum.Okullarımızdan şikayetelerin ve mevcut eğitm anlayışından rahatsız ve şikayetçi olan kitleyi düşündüğümüzde, özellikle de eğitimde fırsat eşitliğinin gün geçtikçe arttığı dikkate alındığında Cumhurbaşkanımızın gündeme getirdiği bu husus geleceğin Türkiye’sini oluşturmada büyük bir fırsat olmalıdır.


Öyleyse düşünen insan farklıdır. Farklılığı yönetmek kolay mıdır? Düşünmek, eleştirel bakmak, merak, yaratıcılık, girişimcilik çağın gereğidir.Bunlara ortam hazırlamak da eğitimin işidir. Bilginin, dünyanın bir ucundan bilgisayarla ayağımıza gelmesinin getirisinin değerlendirilmesi ve bu bağlamda eğitimin yöntemlerinin değişmesini zorlaması, bundan da öte bunun fark edilmesi gerekir.
Bir millet varlığını sürdürmek istiyorsa, milli ve yerli unsurlarla  özgür bir şekilde yaşayacaksa,  onu oluşturan bireylerin yaratıcı olması, dolayısıyla eğitimde kullanılan yöntemlerin de üretime endeksli kılınması gerekiyor. Özgür düşünce ve en önemlisi de bireylerin farklı yapılarının kabul edilmesi gerekir. Algı, dikkat, bellek, muhakeme etme, hayal kurma, sorun çözme, ilişkilendirme, soyut düşünebilme gibi… Bunlar önemli olduğuna göre nasıl geliştirilebilir? Bunların bireydeki farklılıkları nasıldır ve hangi boyuttadır? Bunlar nasıl bir ortamda gelişir? Bilgi aktarımı-tekrarıyla mı? Düşünce işlenerek mi? Araştırma yaptırarak mı? Problem üreterek mi? Yoksa bilinen problemleri bildik yoldan çözerek mi? Yoksa yıllarca sınav sistemleri üzerinde üretmeyen sadece şıklar üzerinde cevaplayan, mantık ve muhakemenin kullanılmadığı, bir işlem basamağından diğer işlem basamağına geçemeyerek mi?


Ayrıca, ezberci eğitim anlayışı  bireyselleşmeye önem vermeyen ve güven telkin etmeyen eğitim tarzının adı iken öğrenciyi değil bilgiyi hedef alan yapıdır.Bu sistemde öğrenci oturduğu yerden ders dinler, kitap okur. Bizzat tecrübe ederek öğrenebilme imkanı bulamaz. Laboratuarda gözleme ve deneye bağlı bilimsel çalışma yerine söyleme ve kâğıtta kalan bilgilerle yetinir. Kendi başına düşünmeye, yorumlamaya, okuduğunu ve söyleneni anlama imkanı elde edemez. Eğitimi boyunca sürekli eğitimciye bağlı konumda kalır. Öğretmenin söylediklerini, sunduklarını ve not ettirdiklerini bir bellek gibi zihnine yerleştirmekle iktifa ederken bunun neticesinde de muhakeme gücü düşük, hakkını aramayan, verilene ve sunulana rıza gösteren, değerler yoksunu bir insan modeli oluşurken insanımız, kendisinin değil, başkalarının kurallarının yönettiği bir bir toplum haline mi gelecek?


Bunlara ilave olarak da şunları söylemek gerekir ki kültürel ve inanç kodlarımızda yer almasına ve inancımızın bunu emretmesine rağmen birbirimize tahammülsüzlüğümüz  kutuplaşma ve ortak değerlerde bir araya gelemeyişimiz  böyle bir eğitim yapısının ürünüdür. Öyleyse eğitim bir nitelik, kalite gelişmesi, insanların seviye kazanması olayı olduğuna göre eğitimimiz üzerine düşeni yapmış mıdır?
Bu soruları sorduktan sonra okullarımıza baktığımızda okuldan paydosta çıkan öğrenciyle, cezaevinden çıkan mahkûm kadar lbirbirine benzeyen başka iki şey yoktur. Peki, teneffüste bahçeye çıkan çocuklar neden çıldırmış gibi bağırır? Okulda öğrenciler, öğretmenlerin ve yöneticilerin dediklerini yapmak için eğitilen nesneleşmiş insanlardır. Şu ana kadar sistem, çocukları birbirleriyle yarıştırırken, onları korkutur .Başarısızlık üzerinde  kötü bir gelecek tablosu çizer. Eğitimi kazananların ve kaybedenlerin olduğu bir yapı olarak gösterirler.


Oysa eğitim, çocukların ilgi ve yeteneklerini keşfeden, insan olmaya dair duyguların içselleştirmesini sağlayan, her insanın bir değer olduğu inancıyla yaşam akışı içerisinde insanlığa eserler veren, girişimci, üretken, kendisiyle barışık estetik duygusunu kazanmış,kendini keşfetmiş mutlu bireyler ve toplumlar yetiştirmeliydi.


Okullar öğrenciler için gerçek yaşamın kendisini yansıtması gerekirken, yapay “sınıf” duvarları arasına hapsetmiş ve gerçek yaşamdan yalıtılmış “derslerin” içine sıkıştırmış olmasıdır. Bunun için çocuklarımızda;


1. “Öğrenme enerjisinin” harekete geçmesi,
2. Öğrencinin ilgi alanına hitap edilmesi ve
3. Merakının uyandırılmasıdır.


Bunları yapabilirsek,  yenilikler bulan, üreten, ürettiğinden ve başarıdan zevk alan aynı zamanda da  eksikliklerimizi ve yanlışlıklarımızı göreme fırsatı bulacağız. Gerçek öğrenme budur, çünkü konuyla öğrenci  uğraşacak ki o bilgi beynine mal olsun ve bilgi, beceri ve davranış oluşsun. Böyle olması durumunda da ders bir yaşam tarzı ve hatta yaşamın kendisi olur derken uygulama örneklerini ve bunlara yönelik model uygulamaları aşağıdaki örnekteki anlayışla sizlerle paylaşacağım.


Aykırı bir öğretmen elinde bir fare ve kutu ile sınıfa girdi. Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında fareyi kutunun içine koydu ve kutuyu kapattı. Kutunun hava almadığı açıktı. Sınıfa dönerek:-“Bu kutuya iki gün kimse dokunmayacak dokunan bu dersi geçemez!” dedi ve sınıftan çıkıp gitti.Sınıftaki öğrenciler olaya bir anlam verememişlerdi. Kimisi kutunun içindeki fareyi çıkarmayı düşündü ama cesaret edemedi. İki gün boyunca ders görülen sınıfta kutu öylece kaldı. Ne olacağını merak ederek iki gün geçirdiler.


İki gün sonunda tekrar dersi olan öğretmen sınıfa girdi ve kutuya yaklaşarak açtı. Tabi ki, kutunun içindeki fare artık yaşamıyordu. Öğrencilerden birçoğu üzülmüştü. Öğretmen sınıfa dönerek farenin neden ölmüş olabileceğini sordu. Sınıftan birçok farklı ses ve fikir yükseldi;


-“Havasızlıktan…”
-“Açlıktan…”
-“Susuzluktan…”


Her öğrenci olabilecek ihtimalleri saymıştı. Öğretmen kutuyu havaya kaldırıp içini öğrencilere gösterdi. Kutunun her tarafı kemirilmiş vaziyette ve minik deliklerle kaplıydı. Ardından devam etti;-“Görüyorsunuz değil mi? Fare anlaşılan bu kutudan çıkmak için epey mücadele etmiş. Bunu kutunun içindeki minik diş izlerinden ve irili ufaklı deliklerden anlıyoruz.Ancak şu var ki fareyi sizin dediğiniz gibi ne havasızlık nede açlık öldürdü. Farenin ölümüne neden olan iki şey var; Kararsızlık ve Korku…


Kararsızlık, çünkü fare kutunun her yerini parçalayıp, her noktayı ayrı ayrı kemireceğine sadece tek bir köşesini ısırıp parçalasaydı ve bunda da kararlı olsaydı o deliği büyütecek ve kutudan çıkıp kurtulacaktı.Korku, çünkü eğer siz öğrenciler benden ve notlarının düşmesinden böylesine çok korkmasaydınız, kutuyu açıp fareyi serbest bırakabilirdiniz. Ancak korkudan dolayı size yanlış gelen bir işe göz yumdunuz.


Hayatta bizi başarıya götüren yolda karşılaşacağımız en azılı düşmanlardır, kararsızlık ve korku. Kararsızlıkla zaman tüketmeyin, kafanıza tek bir şey koyun ve o yolda ilerleyin. Ve bu yolda size yanlış gelen şeylere göz yummayın. Göze batmaktan, ses çıkartmaktan korkmayın.”