Yaşamın belli dönemlerinde oluşan ve tarihi vaka olarak kaydedilen mağduriyetlerin inşa ettiği zihinlerin, olay, olgu, kişi ve kurumları değerlendirmedeki referans alanları, onlara sunulan ‘telkin edilen’ bilgilerdir. Bu husustaki kabuller/kararların genellikle ifrat-tefrit derecelerinde olması neticesinde ortaya çıkan durum; ya kutsayıcı derecede bağımlılığa, ya da yok edici bir şekilde düşmanlığa zemin hazırlar. Hele hele bu mesele bir milletin düşünce, politik, yönetsel ve sosyal yaşamını ilgilendiren bir husus ise, toplum katmanlarınca oluşan yanlış tutum ve yargılar, o toplumu ya felaha ya da sıkıntıya sürükler. Bu noktalarda sağlıklı karar verebilmek ve manipülasyonlara maruz kalmamak için tüm toplum oluşturan bireylerin mesele hakkında derin bilgi, kültür ve irfan sahibi olmaları ve çok boyutlu düşünmeleri gerekir.

     Atatürk’ ü farklı zamanlarda farklı düşüncelerle değerlendirmiş, çoğu zamanda takındığımız düşünce kalıplarının bizi mahkûm ettiği arızalı çerçeveden, bize telkin edilen söylemler üzerinden yargılamalarda bulunmuştuk. Bilgiye dayalı, sağ duyulu bir zihin inşa etmeden kişi ve olayların sağlıklı değerlendirilemeyeceğini anlamak için, yarım asra yakın zamanın geçmesini beklemek sağlıklı bir eğitim ve düşüncenin sonucu olmasa gerek. Bu farkındalık süreci, insan ömrü için çok uzun bir zaman. Bir milletin evlatları tüm yaşamı boyunca anlık ve başkalarınca servis edilen bilgilerle karar verip, belli yaşlarda oluşan tecrübe ve bilgilerle sürekli karar değiştirme noktasındaysa orada “eğitim” adına yapılan şeylerde eksiklik var demektir. İdraklere giydirilen deli gömleği(C. Meriç) kişileri öyle bir hale sokuyor ki; kendi tarafını kollamak için kişileri ya ilahlaştırıyor, ya da tüm artı değerleri yok sayarak yerin dibine batırıyoruz. Bir de işin içine toplumsal ve politik hatalar eklenince değme gitsin. İnsanların düşüncelerini manipüle etmek için evvela belli hassasiyet damarları oluşturup, bu hassasiyetlere yönelik yapılan politik hataları zekice işlemek gerekir. Ne yazık ki, önder eksenli doğu toplum karakteri gösteren sosyal yapımız “birilerinde özel hallerin” olduğu zannıyla yönlendirmeye müsaittir. Kendi araştıramaz/okuyamaz…bunun ötesinde araştırıp öğrendiği malumatı çok yönlü analiz edebilecek entelektüel birikim ise, ne yazık ki yeterli olamıyor Genellikle işin kolay ve kısa yolları tercih edilmekte. Birisi ya göklerdedir; ya da yerin altında…Her daim neyi nasıl düşüneceğimiz hususunda bize yön veren birileri hep olagelmiştir.

     Fransız İhtilaliyle başlayan ulus devlet süreci ve eş zamanlı olarak aydınlanma hareketine karşı sahici bir argüman geliştiremeyen ve hep kendi içinde cebelleşmeye başlayan Osmanlıda ne yazık ki isabetli bir teşhis ve çözüm yolları bulunamamıştır. İnanç noktasındaki “muhafazakâr” hal, aklı hep öteleyerek nakli esas alan bir epistemoloji üzerine inşa ettiği zihin, batıyla bahşedemez bir noktaya gelmiştir. Yönetsel noktadaki çözüm arayışlarının birinci aşaması olan meşrutiyet serüveni, kendi evrimini tamamlayıp doğal olarak Cumhuriyetle zaten sonuçlanacaktı. Buradaki tartışma konusu daha çok işin usulüyle alakalı fikir ayrılıklarıdır. İnanç, tercih ve yönelimlerin de dayatma ve kutuplaşmalara yol açar bir nitelikte olmasına karşın, devlet modelindeki “tüm inançlara eşit mesafede olma” prensibi olan laikliği, anlama ve uygulama noktasında da yetersiz kaldık. Oysa kavramsal olarak laiklik prensibini, kendi içimizden üretebilecek bir bilgi kaynağımız varken, bunu fark edip işleyebilme yeterliliği bile gösteremedik.

     Türk Modernleşme serüvenini Tanzimat öncesiyle başlayan bir süreç. Mustafa Kemal bu sürecin son halkası…Sağduyulu bir kafayla değerlendirmek gerekirse O, Osmanlı’ nın değerli bir aydını ve o şartlarda ülkesi için kendi çözümlemeleri doğrultusunda elinden geleni yaparak yeni bir devletin kurulmasına vesile olan mühim bir şahsiyettir. Belli dönemlerde kendi arkadaşlarıyla fikir ayrılıkları olmuştur. Ve iktidarların doğası gereği birbirlerini tasfiye etme çabaları olmuş ve doğal olarak bu cebelleşmeden birileri kazanarak çıkmıştır. Bu noktada kim ne hatayı ve hangi doğruyu yaptı sorusu apayrı bir tartışma konusu…Kişilerin bireysel hatalarına/zafiyetlerine takılarak genel değerlendirme yapıp, hükümler vermek bizleri daha iyi bir noktaya götürmeyecektir. Mustafa Kemal bu ülkenin önemli bir değeridir. Lakin Mustafa Kemal’ in bu ülke için nasıl bir değer taşıdığı bir çok sebepten dolayı yeterince anlaşılamamıştır. Devleti, milleti, toplumu, tarihi olayları değerlendirirken pergelin açısını kişilere ve anlık olaylara göre değerlendiren toplumların müşterek mefkure etrafında bir araya gelmeleri zorlaşır. Her zaman yönlendirilmeye açık bir toplum halini alırlar. Oysa bir mefkure üzerine ilerlemek hamasetle değil, akıl bilgi ve irfanla mümkündür. Gelinen noktada, özellikle ülkemin son dönemde yaşadığı sosyal/siyasal travmalar(15 Temmuz vs.) sonrası Mustafa Kemal’ i ön yargılardan uzak, tarihi tecrübeleri de hesaba katarak, sağduyulu, entelektüel bir zihinle yeniden anlamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Ruhu şad olsun.

Zafer Özer