Onu farklı zamanlarda farklı düşüncelerle değerlendirmiş, çoğu zamanda takındığımız düşünce kalıplarının bizi mahkum ettiği arızalı çerçeveden görür olmuştuk. Bilgiye dayalı ve sağ duyulu bir zihin inşa etmeden kişi ve olayların sağlıklı değerlendirilemeyeceğini anlamak için bir yarım asra yakın zamanın geçmesini beklemekte apayrı bir handikap… İdraklere giydirilen deli  gömleği(c.m.) kişileri öyle bir hale sokuyor ki; kendi tarafını kollamak için kişileri ya kutsama yoluyla ilahlaştırıyor, ya da tüm artı değerleri yok sayarak yerin dibine batırıyoruz. Bir de işin içine toplumsal ve politik hatalar eklenince değme gitsin. Sosyal/politik noktada insanları manipüle etmek için evvela belli hassasiyet damarları oluşturup, bu hassasiyetlere yönelik yapılan politik hataları zekice işlemek gerekir. Ne yazık ki, önder eksenli doğu toplum karakteri gösteren sosyal yapımız “birilerinde özel hallerin” olduğu zannıyla yönlendirmeye müsaittir. Kendi araştıramaz/okuyamaz…bunun ötesinde araştırıp öğrendiği malumatı çok yönlü analiz edebilecek entelektüel birikimi de ne yazık ki yok…İşin kolay ve kısa yolları tercih edilir. Birisi ya göklerdedir; ya da yerin altında…Her daim neyi nasıl düşüneceğimiz hususunda bize yön veren birileri hep olagelmiştir. 

       Türk Modernleşme serüvenini Tanzimat öncesiyle başlayan bir süreç. Mustafa Kemal bu sürecin son halkası…Sağduyulu bir kafayla değerlendirmek gerekirse O, Osmanlı’ nın değerli bir aydını ve o şartlarda ülkesi için kendi çözümlemeleri doğrultusunda elinden geleni yaparak yeni bir devletin kurulmasına vesile olan mühim bir şahsiyettir. Belli dönemlerde kendi arkadaşlarıyla fikir ayrılıkları olmuştur. Ve iktidarların doğası gereği birbirlerini tasfiye etme çabaları olmuş ve doğal olarak bu cebelleşmeden birileri kazanarak çıkmıştır. Bu noktada kim ne hatayı ve hangi doğruyu yaptı sorusu apayrı bir tartışma konusu…Kişilerin bireysel hatalarına/zafiyetlerine takılarak genel değerlendirme yapıp, hükümler vermek bizleri daha iyi bir noktaya götürmeyecektir. Ben derim ki, Mustafa Kemal bu ülkenin bir değeri…

         Fransız İhtilaliyle başlayan ulus devlet süreci ve eş zamanlı olarak aydınlanma hareketine karşı sahici bir argüman geliştiremeyen ve hep kendi içinde cebelleşmeye başlayan Osmanlıda ne yazık ki isabetli bir teşhis ve çözüm yolları bulunamamıştır. İnanç noktasındaki “muhafazakâr” hal, aklı hep öteleyerek nakli esas alan bir epistemoloji üzerine inşa ettiği zihin, batıyla bahşedemez bir noktaya gelmiştir. Yönetsel noktadaki çözüm arayışlarının birinci aşaması olan meşrutiyet serüveni, kendi evrimini tamamlayıp doğal olarak Cumhuriyetle zaten sonuçlanacaktı. Buradaki tartışma konusu daha çok  işin usulüyle alakalı fikir ayrılıklarıdır. İnanç, tercih ve yönelimlerin de dayatma ve kutuplaşmalara yol açar bir nitelikte olmasına karşın, devlet modelindeki “tüm inançlara eşit mesafede olma” prensibi olan laikliği, anlama ve uygulama noktasında da yetersiz kaldık. Oysa kavramsal olarak laiklik prensibini, kendi içimizden üretebilecek bir bilgi kaynağımız varken, bunu fark edip işleyebilme yeterliliği bile gösteremedik. Gelinen noktada, özellikle son dönemde ülkemin yaşadığı sosyal/siyasal travmalardan sonra Mustafa Kemal’ i ön yargılardan arınıp sağduyulu bir şekilde, ne kutsayarak ne de itibarsızlaştırarak yeniden anlamanın lüzumunu düşünüyorum. Ruhu şad olsun.