Ölçme ve değerlendirmede çoktan seçmeli testlerin diğer ölçme ve değerlendirme sistemleri içinde uygulanabilirliği ve skor ölçümlerinden dolayı sıkça tercih edildiği söylenebilir. Fakat ölçme ve değerlendirme eleme ve ayıklama amaçlı kullanıldığında sonuç ne olur? Eleme maksatlı yapılan çoktan seçmeli genel sınavların geçerlilik ve güvenirliliği nedir? Esas sorun çok katılımlı çoktan seçmeli sınavların neden yapıldığı sorusuna net ve açık bir cevabın ‘’eleme ve ayıklama’’olduğu gerçeğidir. Eleme ve ayıklama işlemi bir fabrikanın girdi kontrolünü hatırlatmaktadır.  Ne var ki mevzubahis olan konu çocuklarımız ve gençlerimizdir; geleceğimiz yeni neslimizdir. İşte bu aşamada şu soru akla gelebilir:’’ Neyi neden eliyoruz; hangi sonuçları alıyoruz?’’

Bu makalede, sınavların uygulama ve teknik boyutu, aksaklıkları gibi aslında pek çoğumuzun bildiği fakat çok da fazla vurgulamadığı yönlerini ve ekonomik boyutundan biraz bahsedeceğim fakat asıl amacım sınavın eğitim ve sosyal boyutunu ele almaktır. Merkezi sınavların, eğitim ve sosyal yansımaları incelendiğinde, aklımıza bazı önemli sorular gelmektedir: ‘’Sınavlar, eğitimsel amaçları engelliyor mu? Sınavlar, öğrencilerin değer kazanmasının önünde bir engel mi? Sınavlar yüzünden bilişsel düzeyde öğrenmelere mi odaklaşıyoruz? Öğrencilere psikomotor beceriler kazandırabiliyor muyuz? Duyuşsal hedeflere ulaşabiliyor muyuz? Öğrenciler spor yapıyor mu? Kaç tane lisanslı sporcumuz var? Sınavların entelektüel sermayeye etkisi nedir? Öğrenciler, öğretmenler hatta vatandaşlar, yılda kaç kitap okuyor? Gazete okuma düzeyimiz nedir? Yılda kaç defa tiyatro ya da film izliyoruz? Bilimsel bir toplantıya, kongreye katılma düzeyimiz nedir? Kaç dergiye aboneyiz? Günde kaç saat tv izliyoruz? TV’de genellikle hangi tür programları izliyoruz? Bu sorulara verilecek cevaplar, eğitim ve sınav etkileşiminin önemli sorunlarının tanımlanmasında etkili rol oynayacağı düşüncesindeyim.

ÖSYM, bir yıl içerisinde, kurum sınavları, YGS ve LYS’de dahil olmak üzere yaklaşık 21 sınav yapmakta, bunlara MEB, AÖF ve üniversitelerin sınavları da eklenince toplam 150 civarında, değişik türde sınavın yapıldığı görülmektedir. Bu durumun alt yazısında, her hafta sonu, sınav nedenine bağlı olarak, belirli bir kesimin sınav stresi ve kaygısını yaşadığı gerçeğidir. Buna ek olarak sınava müracaat edenlerden alınan sınav ücretlerinden devasa sınav bütçesi ortaya çıkmakta bu rant ise kurum ve kuruluşların, özel-ana sektör ve ara sektörlerin oluşmasına sebep olmaktadır. Kısaca, Türkiye’de sınav demek bir sektörel yatırım ve rant alanını çağrıştırmaktadır. Binlerce kişinin istihdam edildiği, milyonlarla ifade edilen bir yatırımdan bahsedilmektedir. Bu sınavlardaki mahremiyet çalındığı ortaya çıkan sorular, toplu kopya olayları, farklı kişilerin para karşılığı sınava girmesi veya bu durumun organize bir şekilde yapılması, sınav görevlilerinin bu tür durumlardaki tutumları ara sıra basında yer almaktadır. Sınav güvenliğinin sağlanamamasının kamu vicdanını yaraladığı bir gerçektir. Bu anlamda, teknik olarak değil; aynı zamanda etik olarak da geçerlilik ve güvenirlilik sorgulaması ihtiyacı hissedilmektedir.

Öğrencilerin, sistemde ilk karşılaştıkları TEOG sınavıdır. Bu sınav, hatırlanacağı gibi, daha önce farklı isimlerle, farklı kademelerde uygulanan bir sınavdır. Ortaokulların 8. sınıfında yapılan TEOG öğrenciler alt sınıflardan itibaren hazırlanmaya başlamaktadır. YGS ve LYS ise bir öğrenci açısından olduğu kadar aileler açısından da kâbus niteliğindedir. Okuldan mezun olduktan sonra KPSS, ALES, KPDS, ÖABT vb. sınavlar, bireyin yaşamında devam edip gitmektedir. Neden bir ülkede sınavlar bu kadar çok yapılır, ‘mutlaka sınav yapalım’ algısı var? Bu sorunun cevabı, o ülkede muhtemelen güvensizlik kültürünün varlığıdır. Sözlü sınavlarda, komisyonun öznel değerlendirme yapacağına yönelik kaygı, merkezi sınavların daha da güçlenmesine neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde, çoktan seçmeli ve merkezi sınavlar yerine, öğrencinin gönüllü çalışmaları, spor ve müzik, sanat etkinliklerini, referanslardan oluşan dosyası önemlidir ya da bir sonraki eğitim kurumuna geçiş ve yerleştirme değil, bir önceki eğitimi hakkında bitirme ve yeterlilik sınavları yapılmaktadır. Lise bitirme sınavları ülkemizde de daha önce uygulandığını hatırlatalım. Bu açıdan bakılırsa mesela TEOG sınavının kaldırılması söz konusu olsa, bunun yerine öğrencinin okul notları baz alınarak öğrencileri ortaöğretime yerleştirme önerisi yapılsa, herkesten önce, eğitimciler buna karşı çıkabilir! Öğretmenlerin verdiği notlara göre öğrencilerin ortaöğretim kurumlarına kayıt hakkı verilirse etnik, dini ya da siyasi ölçütlerin devreye gireceğini, hak edenlerin iyi yerlere yerleşemeyeceğini ileri sürülebilir. Öğretmenler, ölçme ve değerlendirme bilgisinden yoksun olmadıklarına göre, yine güvensizlik kültürünün önemli gerekçeleri arasında puanlama güvenirliği tartışma konusu olabilir. Bu sorunlara göre düşünüldüğünde, merkezi sınavlar en uygun karar olarak kabul edilebilir. Peki merkezi sınavlar, eğitim sisteminde ne tür zararlara neden oluyor, hiç düşündünüz mü?

Merkezi sınavlar, öğrencilerin değer kazanmasına engel olmaktadır. Sırada bekleyebilme, dürüst olma, verdiği sözü tutma, etik değerleri içselleştirme, güvenilir olma, başkalarının haklarına saygı duyma gibi pek çok değeri gözardı edip test türü etkinliklerle öğrenci başarısını, sınıf başarısını, okul başarısını hatta ilçe il başarısını artırmaya çalışıyoruz. Bu sınavlar, değerler eğitimi ve insan profilindeki etik kazanımları analiz etme yetisinde değildir. Çok iyi test çözebilen, akademik başarısını artıran, hayatı dört ya da beş şıktan ibaret gören öğrenciler yetişmektedir. Arkadaşının fiziksel kusuru ile alay eden, acımasız sözler sarfeden, arkadaşını dışlayan, akran zorbalığının kol gezdiği eğitim ve öğretim ortamlarının sebebi bu mecralar olabilir. Yere düşüp can çekişen bir kişinin yanından geçip giden, ona yardım etmeyen, kadına yönelik şiddeti cep telefonu ile kaydeden fakat şiddet mağduru kadına yardım etmeyen, kimliksiz, kişilik zafiyeti olan nesiller ile karşılaşmamızda belki de sınav ve skor odaklı sistemin bedeli olabilir. Van’da yaşanan depremde, depremzedelere giden yardım konvoylarının yolda talan edilmesini televizyonlardan seyrettik, şaşırdık. Bu kişilerin okulda eğitim gördüklerini, diploma sahibi olduklarını duyunca kaygımız, korkumuz ve üzüntümüz daha da arttı. Rüşvet alanların, rüşvet verenlerin, organ hırsızlığı yapan doktorların, kamuyu zarara uğratanların büyük çoğunluğunun, gözde üniversitelerden başarı dolu bir geçmişle mezun olduklarını öğrenince şaşırıyoruz ama nedenlerini sorgulamıyoruz. En kısa zamanda en çok doğruyu yapan, en hızlı ve en çok matematik sorusu çözen ve tüm çocukluğunu, gençliğini bu skorlara adamış bir yetişkin, ezkaza aile, çevre veya mayası itibari ile şanslı ise bu sorunlara paydaş insan olarak yetişmiyor fakat tersi durumda ise eğitim esas görevini yapmıyor demektir. Örneğin:‘’En iyi ve en çok matematik çözen ve ilk ikibin içine girenler tıp fakültesi tercih edebiliyor fakat bu doktor adayları mezuniyetlerinden sonra nasıl bir hekimlik sergileyecekler? İşte burada vicdani ve etik değerlerin önemi tartışılmalıdır. Sınav kimi, neye göre seçmek içindir?’’

Merkezi sınavlar, öğrencileri spordan uzaklaştırmaktadır. Sınav dönemi yaklaşan bir öğrenci, sporla uğraşmamaktadır. Profesyonel olarak sporla uğraşmasını gerektiren bir durum da söz konusu değildir.  Sağlıklı yaşam ve vücut gelişimi için aktif olarak spor yapması, yürümesi ve fiziksel aktiviteleri yapması, sağlıklı yaşaması açısından önemli olmasına rağmen, spordan ısrarla uzak durmakta ya da uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Sporla uğraşmayan öğrenci pasif halde,  konu tekrar eden, konu testi çözen ve eksiklerini gidermek amacıyla özel ders ya da etüt arasında sıkışıp kalmaktadır.  Sınavdan altı ay önce“spor yapma kolun kırılırsa sınavda ne yapacaksın!” uyarısı yapılan bir öğrenci adeta, kadife sandık içerisine sıkıştırılmış ve asgari oniki hava yastığıyla korunmaya alınmış halde yaşamaktadır. Okullarımızda, matematik ve fen soruları ile ilgili test soruları çözülürken, gereksiz olarak görülen beden eğitimi dersleri yapılmamakta; ek dersler takviyeler hep bu derslerde uygulanmaktadır. Spor yapmayan öğrenci ön ergenlik ve ergenlik döneminde kendisinin biyolojik ve psikolojik değişiminin gerektirdiği doğal ilgi alanları ile uğraşmaya zaman bulamadığı ve spor yaparak özdenetim geliştiremediği için bazı sorunlarla boğuşmaktadır. Bu sorunlar ailesine, ergenin kendine ve yakın çevresine de zarar verecek düzeye gelebilmektedir. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinin Spor ve Tıp Öğrencisi Konferansı kapsamında yaptığı bir araştırmaya göre, Kanada'daki spor yapmama oranı %51, Amerika Birleşik Devletleri'nde ise %70 civarındadır. Ancak ülkemizdeki spor yapmama oranı %96 olarak belirlenmiştir. Gazetelerin üçüncü sayfalarında görülen haberlerin kaynaklarından birisi de spordan uzaklaştırılan ve test ile tost arasına sıkıştırılan, değerden yoksun, vücut enerjisini boşaltamayan bireylerin yetiştirilmesinden kaynaklanmakta olduğu söylenebilir.

UNESCO’nun araştırmasına göre, Türkiye kitap okumada dünya ülkeleri arasında 86. sırada yer almaktadır. Kitap okuma oranı Avrupa’da %21 iken, Türkiye’de %0,01 seviyesindedir. Yılda 6 saat (günde bir dakika) kitap okuduklarını söyleyen katılımcılar, ihtiyaç listesinde kitaba 235. sırada yer vermektedir. Merkezi sınavlara hazırlanmaya başlayan öğrencilere paragraf düzeyinde okuma- anlama, ana fikir çıkarma sorularının çözümü için mutlaka kitap okumaları önerilmektedir. Sınavda soru çözebilmek için kitap okuma gerekliliği ise ayrı bir traji-komik bir durumdur. Öğrenciler, yeterince kitap okumazlarsa, paragraf düzeyinde başarısız olacakları ve soru kaybedecekleri yönünde sık sık uyarılmaktadır. Netice itibariyle sınavda soru çözebilmek için kitap okuyan öğrenci sınavdan sonra neden kitap okusun? Yıllık kitap okuma düzeyi düşük, kelime dağarcığı sınırlı, anlama ve sözlü-yazılı ifade becerisi gelişmemiş bir nesil olasılığı korkutucu bir durumdur. Sözde iyi bir üniversiteden mezun olmuş fakat cv yazamayan, iş talep dilekçesi yazıp ilgili makama sunamayan, haklı olduğu konuda dahi haklarını savunamayan bir toplulukta eğitimin çıktıları ve amaçları sorgulanmalıdır. Sonuç olarak bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan, her konuda nesnel bilgiye ulaşmadan hurafeye göre karar veren, düz mantık bireyler yetiştirilmesi ciddi bir sorun olarak görülmelidir.

Merkezi sınavlar, öğrencilerin eleştirel ve yaratıcı düşünmelerini engellemektedir. Sınavlara öğrencilerini hazırlayan öğretmenler koç, danışman rolü üstlenmektedirler. Var güçleriyle sınav başarısına odaklandıkları için, onların olaylara eleştirel bakış açılarını, yaratıcı ve inovatif düşünmelerini, problem çözme becerilerini geliştirememektedirler. Günümüzde bu tür düşünme becerileri, öğrencilerin hem okulda, hem de okul dışında, sosyal yaşamda bireysel kalitelerini geliştirme sürecinde önemli rol oynamaktadır. Dünya, 4. Sanayi Devrimi’nin konularına odaklanmış durumdadır. 4. Sanayi Devrimi; Genetik, Nanoteknoloji, Biyoteknoloji, Akıllı materyaller, 3D yazıcılar ve yapay zekâları tartışırken, merkezi, dini programlarda, oruçlu iken abartılan taharetin orucu bozup bozmayacağını, programın yapımcısı din adamına utanmadan, sıkılmadan sorabilmeleri ilginçtir.  Kuruluşu henüz 10 yılı geçmeyen Facebook, Twitter, www.alibaba.com,www.google.com gibi yaratıcı düşüncenin ürünü olan sektörler, Türkiye’deki milyonlarca dolarlık maddi güce sahip holdinglerden daha zengin ve daha fazla piyasa değerine sahiptir. UNESCO’nun araştırmasına göre Türkiye’de günde 6 saat televizyon izlenip, 3 saat internet kullanılırken, kitap okumaya günde 1 dakika zaman ayrılmaktadır. ABD eski başkanı Obama, liseli gençlere yaptığı bir konuşmada özetle şu ifadeleri kullanmaktadır: “Bilgisayarda oyun oynayın. Ancak iki oyun oynarsanız, üçüncü oyunu siz yazın. Sürekli oyun oynarsanız, yarın Amerika’yı var eden değerlerden uzaklaşmış olursunuz”. Sürekli test çözen öğrenciler, rahatlamak, biraz stres atmak için defalarca oyun oynamakta ve oyun bağımlılığı olan bireyler olarak yetişmektedirler. Instagram’ı iyi kullanan, zamanının büyük bir kısmını sosyal medyada geçiren, ‘Başka ne tasarlanabilir?’ diye düşünmeyen nesiller yetiştirmekteyiz. Şu anda 4. Sanayi Devrimini yakalayamamış olmamız, yaklaşık 200 yıl daha gelişmiş ülkelerin arkasında kalacağımızın da göstergesi niteliğindedir. Ayrıca eleştirel düşünme becerisi kazanamayan bireyler, her söylenen bilgiyi sorgulamadan kabul eden, Şeyh’inin çoraplarını kavanoza koyup suda bekleten ve bunu yedi vakte kadar içip medet uman, mankurtlaşmış bir neslin yetişmesine de sebep olduğu söylenebilir.

Merkezi sınavlar, öğrencilerin güzel sanatlarla uğraşmasını engellemektedir. 3 yıl önce Romanya’nın Bükreş kentine gittiğimde onlarca Eğitim Sarayı’nın olduğunu, ailelerin çocuklarını bu saraylarda müzik, enstrüman ve dans eğitimine götürdüğünü, entelektüel gelişimleri üzerinde odaklaştıklarını duymuştum. İlkokul, ortaokul ve lise öğrencileriyle görüştüğümdeher sınıfta müzikle uğraşan bir ya da iki öğrencinin olduğunu, genellikle müzikle uğraşmadıklarını, sadece pasif dinleyici konumunda popüler şarkıları dinlediklerine şahit oluyorum. 2016 TÜİK verileri incelendiğinde bireylerin %63,7’sinin müzik dinlemek amacıyla interneti kullandığı görülmektedir. Üniversite öncesi eğitim kurumlarında düzenli olarak müzik dersi alan bu öğrencilerin, bu estetik hazdan neden ve nasıl uzak kaldıkları düşündürücüdür. Çocukların gelişimi açısından, bir müzik aletini çalmak, nota bilmek, bir ezgiyi seslendirmek,bir konsere gitmek, bir klasik müzik eserini dinleyebilmek çok önemlidir. Öğrencileri merkezi sınavlara hazırlanması, bu tür estetik duygularını yok ediyoruz. Estetik ruhunu, ince kas becerilerini geliştirmeyen nesillerden yaratıcı olmalarını beklemek ne derece doğrudur? Sınava hazırlanıp iyi bir liseye, iyi bir üniversiteye kapağı atmaya çalışan bir öğrenci için, resim yapmak, resimle uğraşmak çok fazla lüzumsuz bir faaliyet olarak görülmektedir. Hatta resim derslerinde de test çözüp, avantajlı hale gelmek varken, sulu boya, pastel boya, kuru boya ile uğraşmak ‘akıllı’ kişinin yapacağı bir iş değildir. Resim yapan çocuğun estetik becerileri, ince kasları gelişir. İnovatif düşünür, tasarım yapar, proje geliştirir. Kibar, olumlu, pozitif ve yaratıcı bir kişilik geliştirir. BMW’nin CEO’su bir konuşmasında, “Artık otomobillerde her şeye opsiyonel olarak sahip olabilirsiniz. Ödemeyi yaparsanız, size sunroof olan bir araba satarız. Geri görüş kamerasını da alabilirsiniz. Otomobiller arasında teknik donanım açısından fark gittikçe azalmaktadır. Bu yüzden biz artık BMW olarak müşterilerimize tasarım satıyoruz. Tasarımda kalitemizi farkımızı ortaya koymaya çalışıyoruz”ifadesi sanırım okurken sizlere de hoş gelmiştir (Konrad, 2003). Öğrencilik hayatım boyunca hiç güzel resim yapamadım. Resim yapma konusunda iyi bir eğitim de almadım. Bu durumu bir sorun olarak görmedim. Gittiğim her ülkede mutlaka müzeleri geziyorum ve sanat değeri taşıyan tabloları görmek için saatlerce sırada bekliyorum. Ressam olarak yetiştirmesek de sanattan anlayan, haz alan ve bir sanat eseri hakkında bilgisi olan ve ona değer veren öğrenciler yetiştirmemiz gerekir düşüncesindeyim. 

Merkezi sınavlar, eğitimin siyasal işlevinin gerçekleşmesini engellemektedir. Eğitimin en önemli işlevlerinden birisi de, siyasal işlevidir. İlkokul birinci sınıftan itibaren öğrencilere, devleti kuran, var eden, iradeyi ve devletin temel ilke ve inkılâplarını anlatmak, yeni nesile aktarmak ve içselleştirilmesinin sağlanması gerekir. Fransız ihtilalini yapan bir yazar,“Devrimleri yarım yapanlar, kendi mezarlarını kazar.” ifadesini kullanmaktadır. Okulda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasi iradesini kazandırmayı, öğrencileri merkezi sınav sistemine hazırladığınız gerekçesiyle gereken ciddiyeti vermezseniz, devletin bıraktığı bu alan başkaları tarafından doldurulur ve gelecekte devletin ilkelerine inanmayan, çatışan, terör estiren, darbe yapmaya çalışan örgütlenmeler oluşabilir. Ayrıca toplumda eğitim kurumlarında yetişmiş, farklı değerlere ve beklentilere sahip bireylerin olması çeşitlilik olmakla beraber, birleştirici üst kültür ve değerler, toplumsal barışı, birlikte yaşam kültürünü için gereklidir ve eğitimin esas görevlerinden biri de budur.

Merkezi sınavlar, gençlerin sosyalleşme sürecini engellemektedir. Testler, sınavlar, sınavlara hazırlık süreci öğrencilerin birbirleriyle olumlu iletişim kurmasını engellediği gibi, anti-sosyal ve rekabetçi bir neslin yetişmesine de sebep olmaktadır. Bu rekabetçiliğin temelinde sınırlı kontenjanlar, veliler, öğretmenler ve öğrenciler etkin rol oynar. Aslında bu değişkenler birbirini doğrudan ya da dolaylı bir şekilde etkiler. Rekabet eden öğrenciler, birbirleri ile sağlıklı iletişim kuramadıkları gibi, hayatın her aşamasında kendilerini ısrarla bir rekabetin içerisinde bulmaktadırlar. Sürekli rekabet eden bireyler, birbirlerini potansiyel rakip ve akabinde de düşman olarak algılamaya başladığında, tehlike çanları çalmaya başlamaktadır. Birey bu aşamada ya sürekli rekabet ortamının içerisinde kendini bulmakta ya da pasif, edilgen ve toplumdan tecrit edilmiş bir halde, yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Testler, bireysel öğrenmeyi, bencil olmayı ve bilgi saklamayı gerektirdiği için, ortaklaşa yaşam kültürü baskın olan Türk toplumunda bireyci değerler ön plana çıkmaya başlamaktadır. Sürekli merkezi sınavlara hazırlanan bireyler toplumdan uzaklaşıp, daha fazla başarı için çaba sarf ettikleri için anti-sosyal bir kişiliğe bürünmektedirler. Birlikte çalışma, sorunu tanımlama, projelendirme, araştırma, kaynak bulma, güçleri bir araya getirme ve ortaklaşa sorun çözmekten çok uzak, bir toplumsal yapı ortaya çıkmaktadır.

Merkezi sınavlar, öğrencilerin sol beynine yatırım yapmakta, sağ beyin ihmal edilmektedir. Ülkemizdeki en iyi beyinleri Fen ve Anadolu liselerine alıp fizik, matematik, kimya ve biyoloji eğitimi verilmekte ve sol beyni güçlendirmeye çalışılmaktadır.  Öğrencilerin sürekli sol beyinlerine yatırım yapmak, sağ beyni ve frontal beyni ihmal etmek, insan kaynağına büyük bir darbe vurmaktır. Ülkemizin sürekli yatırım yaptığı sol beyin artık işportada satılmaktadır. Amerikalı bir bilgisayar mühendisi ortalama 7000 dolar maaş alırken, Hindistanlı bir yazılım uzmanı aynı işi 750 dolara yapmaktadır. Amerikalı bir diş doktoru 17000 dolar maaş alırken Filipinlerden gelen diş doktoru ayda 1500 dolar maaşla aynı kalitede diş tedavisi yapabilmektedir (Pink, 2011). Kısacası sol beyin ülkeler arasında alınıp satılabilmektedir. Ülkeler arasında iletişim, inovatif düşünme, yaratıcı problem çözme, sosyal davranışlar, edebi dil, sanat, tasarım ve liderlik olarak tanımlanan sağ beyin özellikleri ihmal edilmektedir. Steve Job, Muhtar Kent, John Rockerfeller, Jack Ma sağ beyindir. Eğer sağ beyinleri eğitim yoluyla yetiştirmeyi ihmal ederseniz, işportanın işgücü ihtiyacını karşılamak zorunda kalırsınız.

Merkezi sınavlar, felsefe, mantık, psikoloji ve sosyoloji eğitiminden öğrencileri mahrum bırakmaktadır. Sürekli olarak test çözüp sınava hazırlanan öğrenciler, bilim felsefesi okumadan bilimsel düşünceyi,  psikoloji okumadan insanı, mantık görmeden matematiği, fiziği, sosyoloji okumadan toplumun aktif, yapıcı ve yaratıcı bir bireyi olarak yetiştirmeye çalışılmaktadır. Felsefe tüm bilim dallarının çekirdeğini oluşturur. Öğrenciye düşünmeyi, olaylara farklı perspektiflerden bakabilmeyi, irdelemeyi ve sorgulamayı öğretir. Bu temel bilgilere ve becerilere sahip olamayan öğrenciler, yüzeysel, tek düze ve basmakalıp öğrenme sürecinin aktif bir üyesi olur. Merkezi sınavlarda çıkabilecek olası soruları ve bu soruların köklerini öğretilmesi, öğrencilere kısa vadede sınav başarısı sağlayabilir ama uzun vadede millet olarak kaybetmek durumunda kalabiliriz.

Merkezi sınavlar, akademik başarının artmasını engellemektedir. Evet bu giriş cümlesi ilginç gelebilir. Çünkü merkezi sınavların ana sebeplerinden birisi de akademik başarıyı artırmaktır. Türkiye’nin 2012 PISA sonuçlarına göre uluslararası başarısı 65 ülke içinde matematik alanında 448 puanla 44. sırada, fen alanında 463 puanla 43. sırada ve okuma becerileri alanında 475 puanla 41. sırada yer almaktadır. Bu kadar çok test yönelimli, bu kadar çok öğrenme yönelimli bir ülke olarak sıralamada son çeyrek de yer almamız kabul edilebilir bir durum değildir. Bu başarısızlığın onlarca nedeni sayılabilir. Merkezi sınavlarda çıkan soru kalitesinden tutun, öğrencilere Bloom’un taksonomisine göre bilgi düzeyinde bırakan zihniyet, sınıfta öğretilen orantının nerede kullanılacağını göstermeyen, uygulama düzeyine çıkamayan öğretmen, eğitim sistemi, öğrenci, veli ve akademisyenler, MEB yöneticileri, politika belirleyicileri ve toplum olarak herkes sorumludur. Burada asıl dikkat edilmesi gereken durum, bu kadar test çözen ve bilgi-ezber odaklı bir eğitim sistemi, salt akademik başarı adına her şeyden feragat etmesine rağmen, tabir yerinde ise nal toplamaya devam etmektedir. Çünkü uluslararası sınavlarda çıkan sorular, bilgiden daha çok bilgiyi kullanmaya, bir sorunu çözmeye, anlamaya, akıl yürütmeye ve yaratıcılığa yöneliktir. Teşbihte hata olmaz: Maalesef eğitim sistemimiz, tavus kuşunun yürümesine hayran kalan kaz gibidir. Kaz, tavus kuşunun yürümesine hayran olur; onun gibi yürümeye çalışır fakat başaramaz. Asıl sorun tavus kuşu gibi yürümeyi başaramaması değil, kaz gibi yürümeyi de unutmuş olmasıdır. 

Sonuç olarak merkezi sınavlar, Türk Milli Eğitim Sistemi’nin, genel ve özel amaçlarının gerçekleşmesini engellemektedir. Eğitim sistemimizin içinde bulunduğu çıkmazın onlarca hatta yüzlerce nedeni olabilir. Sosyal bir olayı tek bir faktörle açıklamaya kalkışmak, bilimsel bir yaklaşım olmaz. Bu makalede, eğitim sistemini etkileyen ve etkilenen bir değişken olarak merkezi sınav sistemini ele alındı. Diğer değişkenler farklı bir makalenin tartışma konusu olabilir. Yukarıda tartışılan duruma göre, merkezi sınavları kaldırmak en iyi seçenek olarak görülebilir. Fakat merkezi sınavları öncelikli olarak toplumda güven kültürünü oluşturmadan kaldırmaya çalışmak, yeni çatışma alanları ve kaos yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Merkezi sınavların, her ne kadar seçme işlevi olsa da aynı zamanda yerleştirme işlevi de vardır. Merkezi sınavlar, filleri ağaçlara tırmanmaya, kedileri uçmaya ve tilkileri yüzmeye zorlamaktadır. Bireysel özellikleri ve becerileri yok saymakta, sadece sayısal ve sözel zekâya sahip öğrencilere forma vermekte, diğerlerinin yaşam alanlarını ortadan kaldırmaktadır. Sorun sınavlarda değil, sınavlara olan bağımlılık ve sınavlara odaklaşıp öğrencilerin temel gelişim alanlarını, duygu dünyalarını, kişilik gelişimini yok etmeye çalışmak ya da yok sayma zihniyetindedir. Eğitim kurumları bir üst eğitim kurumuna öğrenci yetiştirdiği kadar topluma da iyi insan ve iyi vatandaş yetiştirme sorumluluğu olan kuruluşlardır. Öğrencilerin inovatif düşünen, yaratıcı zekâsını işe koşan, problem çözebilen, girişimci kimliğe sahip, temel değerleri kazanmış bir kimliğe sahip olmaları beklenen bir durumdur. Bu sebeple, sınav merkezli bir eğitimden ziyade, öğrencilerin bilgi, kültür, estetik, spor, sanat, tasarım, müzik, felsefe, mantık, sosyoloji, psikoloji, öğrenme, öğrenmeyi öğrenme gibi beceri alanlarına odaklaşan bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. Bilgiden daha çok bilgiyi kullanmaya, bir sorunu çözmeye, anlamaya, akıl yürütmeye ve yaratıcılığa yöneliktir. Bu alanlarda başarılı olabilmek demek, ülkemizin başarılı olması, bu ülkede yaşayan bireylerin başarılı olması demektir. Anlamak için dinleyen, çözüm üretebilmek için soru soran ve harekete geçen insanların yaşadığı bir toplum olabilmek için mevcut uygulamaları tekrar gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Kaynakça 
Konrad, R. (2003). “JobExports May Imperil U. S Programmers,” AsocciatedPress (13 
Temmuz 2003).
Pink, D. H. (2011). Aklın yeni sınırları. (Çev. Aytül, Özer). İstanbul, Mediacat Yayınları.
Spor ve Tıp Öğrencisi Konferansı(2016). 25/11/2016 tarihinde http://sksdb.ege.edu.tradresinden erişilmiştir.
TUİK (2016). 25/11/2016 tarihinde http://www.tuik.gov.tr adresinden erişilmiştir.
UNESCO (2016). 25/11/2016 tarihinde http://www.uis.unesco.org adresinden erişilmiştir.