Öğretmenlerin en muzdarip olduğu sorunların başında matematik dersinde öğrenci başarısının düşük olmasıdır. Reaktif tutum sergileyen öğretmenler, alt sınıflarda eksik öğrenmelerden kaynaklanan sorunların matematik başarısını düşürdüğünü iddia ederken, bazı öğretmenler, çocuğun sayısal zekâsının olmadığını ileri sürmektedir. Doğuştan getirilen, genetik özelliklere dayalı olarak matematik başarısının düştüğü görüşü, çocuğun alan değiştirmesine kadar giden bir sürecin yaşanmasına neden olur. Çocukların akademik başarılarında genetik özelliklerin yüzde elli düzeyinde etkili olduğunu, başarıyı belirleyen diğer etkenin ise öğretmen faktöründen kaynaklandığını ileri süren araştırmalar da bulunmaktadır. Çocuklar, genetik olarak gerekli ve yeterli ölçüde matematiksel zekâya sahip olduğu halde başarılarını engelleyen, erken çocukluk dönemine kadar giden faktörler var mıdır? Konu hakkında Suskind (2018, s. 100) çocuklarda “sayı hissi” olduğunu ve etrafındaki nesnelerin sayılarını “tahmin etme” yeteneği ile dünyaya geldiklerini ileri sürmektedir. Araştırmacılar sözel olarak ifade edilen durumları, çocukların sayılarla eşleştirdiklerini saptamışlardır. Örneğin, yeni doğan çocuğa “tuuuu tuuuu tuuuu tuuuu” sözcükleri söylendikten sonra, değişik sayıda karelerden oluşan şekiller gösterildiğinde, dört kareli resimlere diğerlerine nazaran daha uzun süre baktıkları görülmüştür. Altı aylık bebeklerin seslerin tekrar sayılarını nesnelerle ilişkilendirme yeteneği incelendiğinde, bu beceriye sahip olan bebeklerin sayısal becerilere daha yatkın olduğu ileri sürülmektedir.

Çocukların matematik başarısını artırmada etkili olan durumlardan birisi, bebeklik döneminde özellikle ilk 3 ayda sürekli konuşulan, hikâye anlatılan, drama yapılan bebeklerin, okul çağında dil becerileri daha iyi geliştiği için, dil becerilerinde üst düzey başarı sergilerken, aynı beceriye yakın düzeyde matematik becerilerini de sergiledikleri saptanmıştır. Özellikle konuşma aşamasında “büyük-küçük”, “uzak-yakın”, “arttı-eksildi”, “uzun-kısa”, “yukarıda-aşağıda” gibi matematiğin temel kavramlarının çocuklara öğretilmesi, okul çağına geldiklerinde matematikle ilgili konuları daha iyi anladıkları ve pozitif transfer yapmada akranlarına göre daha başarılı oldukları görülmüştür.

Levine (2010, s. 1309) ABD’de yaptığı araştırmada toplam 44 çocuğu, 14 ay ile 30 ay arasında aileleri ile birlikte izlemiştir. Levine bu süreçte erken dil eğitiminin, çocuğunun okul başarısında etkili olduğunu fark etti. Araştırmada ilginç olan bulgu, bazı çocukların günlük matematikle ilgili 4 sözcük duyarken, bazı çocuklar aile içerisinde 250’den fazla sözcük duyuyordu. Bu durum bir haftalık süreçte bazı çocukların 28 bazı çocukların ise 1799 sözcük duyması anlamına geliyordu. Bu farklılık bir çocukta yıllık 1500 matematik sözcüğü diğerinde ise 100 000’in üzerinde matematik sözcüğünü duyması demekti. Peki sonuç olarak bu durum, çocuğun matematik başarısına nasıl etkiliyor? Levine bu durumu ispatlamak amacıyla dört yaş altı çocuklara her birinde farklı sayıda nokta bulunan iki ayrı kart gösterdi. Daha sonra çocuklara bir sayı söylendi ve ardından üzerinde bu sayı kadar noktanın olduğu kartı göstermeleri istendi. Araştırma sonucu beklendiği gibi oldu.  Evde daha fazla matematik sözcüğü duyan çocuklar, matematik testinde daha az duyanlara nazaran üst düzeyde başarı sergilediler (akt. Suskind, 2018, s. 104).

Matematiğin bu temel kavramlarının üst düzeyde öğrenilmiş olmasından sonraki aşamada, çocukların matematiğin simge ve sembollerini öğrenme ve kullanma becerisine sahip olmaları gerekir. Öğrenci problemi tanımlama ve problemi çözme aşamasında farklı öğrenmelere maruz kaldığı için, erken yaşlarda matematik öğrenmemekte sadece işlem ezberlemektedir. Ezberlediği işlemleri, ezberlediği problemlere uyarlayarak akademik başarısını artırmaya çalışmaktadır. Konu hakkında Türk eğitim sistemi ile Singapur eğitim sistemi karşılaştırıldığında; Türkiye’de kesirli sayılarda bölme öğretilirken, birinci kesir yazılır, ikinci kesir ters çevrilir ve çarpılır şeklinde öğretilmektedir. Singapur’da ise kesir sayıları ile ilgili materyaller hazırlanmakta, konu somutlaştırılmakta, daha sonra da somutlaştırılan bu konu üzerinde işlem yapmaları sağlanmaktadır. Singapur’da öğrenci bu yolla problem çözmeyi öğrenirken, Türkiye’de işlem öğretilmekte, problemle ilişkilendirilmemektedir. Singapur’da yapılan bu uygulama ile öğrencilerin görsel hafıza, görsel okuma, somuttan soyuta geçiş ve pozitif transfer becerileri geliştirilmektedir. Aynı zamanda bir problemin birden çok çözüm yolunun olabileceği öğretilerek, öğrencilerin farklı düşünme ve problem çözme becerilerini kazanması sağlanmaktadır. Eğitim ortamlarında çoklu öğrenme ortamlarının sağlanması, bireysel ve toplu öğrenmeleri kolaylaştırdığı gibi, öğrenci çevresindeki her türlü materyali öğrenme sürecinde kullanabilmektedir. Saatin akrep ve yelkovanı açı öğretiminde kullanılabileceği gibi, sınıfın kapısı da açı öğretiminde materyal olarak kullanılabilmektedir (Cemaloğlu, 2016).

Matematik öğretiminin diğer önemli özelliklerinden birisi, ön koşullu öğrenmelerin tam öğrenilmiş olması ve düzenli tekrarlar ile pekiştirilmesi gerekir. Örneğin, tam sayılı kesri bileşik kesre çevirme konusunu öğrenemeyen, metreyi santimetreye çeviremeyen, kesirlerde dört işlem becerisini tam öğrenemeyen öğrenci, ilerleyen konularda işlem becerisine sahip olamamaktadır. Bu sebeple matematik öğretmenlerinin, her derste tahtayı üç eşit parçaya bölmeleri gerekir. Ortadaki bölüme öğretilecek işlemi, denklemi ya da formülü yazmalı, birinci bölümde bu denklemi oluşturan problem cümlesini ifade etmelidir. Hangi sayının 3 katının 5 fazlası 23 eder?  Problem cümlesini yazdıktan sonra 3x+5=23 denklemini oluşturmalı ve bu denklemi oluşturan mantığı vermelidir. Tahtanın ilk bölümünde ön koşullu işlemler yapılmalı, orta bölümde işleme uyarlamalı, en sağ bölüme ise ok çıkarılarak ne yapıldığı yazılmalıdır. Daha sonra da yapılan tüm çalışmaların özeti verilmelidir. Bu aşamada çok erken yaşlarda sayısal beceri kazandırılan çocuklar yönerge takip etmeyi öğrenecekleri için denklem çözme sürecinde yönerge takip ederek sonuca ulaşma becerisini daha kolay kazanacaklardır.

Matematik öğretiminde önemli olan bir diğer uygulama, öğrenilen tekniklerin farklı problemlere ve işlemlere uygulanması ve başka işlemlerde tekrar edilmesidir. Tekrar öğrenmede etkili bir durumdur. Çünkü öğrenci işlemleri tekrar ettikçe, farklı problemlere öğrendiklerini uyarladıkça beynindeki sinapslar uzamakta ve nöron trafiği artmakta, kalıcı ve uzun süreli belleğe aktarılan bilgiler, öğrenci başarısını artırmaktadır.

2004 yılında hazırlanan ve 2005 yılından itibaren uygulamaya konulan yapılandırmacı yaklaşım, matematik öğretiminde etkili bir yöntemdir. Yapılandırmacı yaklaşımda öğrenciye bilgi yapılandırılıp verilmez. Öğrenciye verilen bazı öncüllerle, öğrencinin bilgiyi yapılandırıp keşfetmesi beklenir. Klasik öğretmen, üçgenin iç açıları toplamı 180 derece bilgisini verip öğrenciden ezberlemesini isterken, yapılandırmacı bir öğretmen öğrenciye farklı dört üçgen vererek iç açılarını ölçtürür, alt alta toplatır. Sonuçlardaki benzerliği sorar. Çocuklar, üçgenin iç açıları toplamının 180 derece olduğunu kendileri bulur ve bilgiye ulaşma yolları hakkında akıl yürütme becerisi kazanır.

Matematik öğretiminde önemli olan uygulamalardan bir diğeri de, öğretilen matematik konularını hayatla bütünleştirmek ve ilişkilendirmektir. Kalıcı, uygulanabilir ve transfer edilebilir becerileri çocuklar ancak hayatla ilişkilendirdiği sürece daha iyi öğrenebilir. Her konuyu hayatla ilişkilendirmek mümkün olmasa da, ilişkilendirilen konularda mutlaka öğrencinin dikkati çekilmeli ve ilişkilendirmesi istenmelidir.

Sonuç olarak, matematik eğitimi, bebeklik döneminde başlayan, dil eğitimi ile devam eden, aile eğitimi ile pekişen pek çok etkinliği içeren çok fonksiyonlu özellik taşıyan bir alandır. Özellikle temel becerileri kazanan, ön koşullu öğrenmelerde başarılı olan, motivasyonu yüksek olan her öğrenci asgari başarı ortaya koyabilir. Bu başarının ortaya çıkması için aile eğitimine önem verilmeli, aile eğitiminden sonra dezavantajlı bölgelerde okul öncesi eğitim kurumları açılmalı, matematiğin temel kavram ve ilkeleri günlük hayatın bir parçası olarak sunulmalıdır. Temel matematik becerilerinin kazanılmasında materyalden yararlanma, materyale dayalı problem çözme becerisi kazandırılmalıdır. Özellikle sözel öğrenmeye yatkın öğrencilere, yazılı ifadelerle işlem becerisi kazandırılmalı, öğrencilerde öğrenilmiş çaresizliğin yaşanması önlenmelidir. TIMMS, PISA, ÖABT ve Üniversite sınavlarındaki matematik skorlarının düşüklüğü için acil önlem alınmalı, ders kitapları, yardımı ders kitapları, bilgisayar programları hazırlanıp eğitim ortamlarında kullanılmalıdır. Matematik hayatın kendisidir. Matematik bilmeyen, matematik öğrenemeyen çocuk, analitik düşünemez, ayırt edemez, problem çözemez ve özgür iradesini kullanıp karar veremez.  Matematik becerilerini öğrencilerine tam kazandıramayan eğitim sistemleri, sözde öğrenim görmüş, özde bilgi ve beceri yoksunu milyonlarca gençlik yetiştirir.

Kaynaklar

Cemaloğlu, N. (2016). Singapur Eğitim Sistemi. http://www.kamudanhaber.net/singapur-egitim-sistemi-makale,3304.html (Erişim tarihi, 28 Nisan 2018).

Suskind, D. (2018). Otuz Milyon kelime. İstanbul: Buzdağı Yayınları.