Osmanlı Devleti döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında meşhur mahalle kabadayıları var. Bu kabadayılar kültürümüze o kadar işlemiş ki, kabadayılar hakkında şiirler yazılmış, şarkılar beslenmiş, filmler çekilmiş, hayatlarıyla ilgili kitaplar yazılmış. Hatta 1982 yılında Hürriyet Gazetesi’nde mahalle kabadayıları hakkında bir yazı dizisi yayımlanmıştı.

Okullarımızda da kabadayı öğrenciler vardır. Genellikle engellendiklerini, rahatsız edildiklerini düşündükleri anda kavga etmeye hazır, sinirli, saldırgan ve meydan okuyucu tavırlar sergiler. En ufak bir sorun olduğunda ortamı karıştırmaya, çatışmaya ve hasmına şiddet uygulamaya hazır kişilerdir.

Kabadayılarla ilgili yapılan araştırmalara göre, kabadayıların çoğunluğunun IQ ve EQ seviyesinin oldukça düşük olduğu, empati yapamadığı görülmüştür. IQ seviyesi düşük olduğu için önce ailede dışlanma ve şiddet mağduru olma sorunu ile karşı karşıya kalırlar. Her şiddet mağduru oluşlarında ebeveynlerinin kendilerini sevmediğini, adaletsiz davrandıklarını, kendilerini dışladıklarını ve haksızlığa maruz kaldıklarını ileri sürerler. Şiddet mağduru oldukları zaman, yine haksızlık yaşadıklarını düşünüp suçlarına değil, haksızlığa maruz kalma durumuna odaklaşırlar. Aynı durumu mahallede ve okulda yaşadıkları zaman ilk akıllarına gelen “Yine haksızlığa maruz kaldım.” düşüncesidir. Haksızlığa maruz kaldıklarını düşündükleri andan itibaren tek çözüm tepki vermek ve haksızlık yapana saldırıp acı çektirmektir. Okul arkadaşları arasında maddi durumu iyi olan çocukların kendisini küçümsediklerini düşünmeye başladığı anda, kendisine haksızlık yapıldığını ve şiddet uygulayarak bu haksızlığı kendisine yapanı cezalandırmaya teşebbüs ederler. Böylece yaşadığı duygu yoğunluğu ve travmadan kurtulmaya çalışır. Derste konuşup, sınıfta dikkati dağıttığı zaman, öğretmenin onu uyarmasını yanlış algılar. Öğretmenin haksızlık yaptığını, diğer konuşanları, kendisini uyardığı gibi sert bir dille uyarmadığını iddia eder. Öğretmenin ve sınıf arkadaşlarına karşı şiddet uygulamayı düşünmeye ve fırsatını yakaladığı zaman da şiddet uygulamaya çalışır.

Bir grup öğrenciye kısa film izlettirilir. Kısa filmde koridorda kitaplarını taşıyan bir öğrenciye başka bir öğrenci çarpar. Çarpılan öğrencinin kitapları yere düşer. Çarpan öğrenci, arkasına bakmadan oradan uzaklaşır. Filmi izleyen öğrencilerden olayı yorumlamaları istendiğinde, okulun kabadayısı olarak bilinen çocuk, bunun büyük bir haksızlık olduğunu ve çarpan çocuğun dövülmesi gerektiğini ileri sürer. Diğer öğrenciler ise, kabadayı ile aynı görüşte değildir. Onlar, olayın bir kaza olduğunu, kavga etmeyi gerektirecek bir durumun olmadığı görüşündedir. Film izletilirken gizli bir kamera ile öğrencilerin yüz, göz, ağız ve el hareketleri kaydedilmiştir. Video kayıtları incelendiğinde, olay esnasında öğrencilerin sakin oldukları, kabadayının ise filmi izlerken yumruklarını ve dişlerini sıktığı, burnundan solumaya başladığı, göz bebeklerinin irileştiği görülmüştür. Basit bir olayda dahi öfke ve stres belirtisi sergileyen bu çocukların, kavga etmek dışında herhangi bir seçeneğe sahip olmadıkları bilinir.

Meslek hayatımda kabadayı özellikler gösteren pek çok öğrenci ile karşılaştım. Bu öğrencilerin en bariz özelliği “sevgi yoksunu” olmalarıydı. Sevgi yoksunu olmak, itilmek, dışlanmak ve kıyaslanmak bu öğrencilerin kavgacı olmalarında etkili rol oynar. Bu öğrenciler yaşadıkları her şeyi değerlendirmekte ve haksızlığa maruz kaldıklarını ileri sürerek tepki göstermektedir. Özellikle yetişkin ve çocuk ego durumunu uygulayan öğretmenlerle potansiyel çatışma yaşamaya hazır haldedirler. Bu öğrenciler haksızlık yapılmadığı, herkese eşit davranıldığı algısı yaratıldığında daha sakin davranışlar sergilemektedir. Kabadayı öğrencilere “İskele Babası” öğrenci adını veririm. Bu öğrenciler özellikle “ebeveyn ego durumu” sergileyen öğretmenlerle çok iyi geçinir. Kendilerini engelleyen, burnunu sürtmeye çalışan, kendisine haddini bildirmeye çalışan herkesi düşman olarak algılar.

Öfke ve stresle başa çıkmada “Duygusal Okuryazarlık” programında bu tür öğrenciler için trafik ışıkları yöntemi kullanılmaktadır. Öfkelendikleri zaman Kırmızı Işık’ta durma, sakin olma, düşünme ve hareketsiz kalmayı, Sarı Işık’ta bekleme, hataları bir davranış yaparsa neler kaybedebileceği, uygun tepki biçimlerini düşünmesini, Yeşil Işık’ta da verdiği en uygun kararı uygulaması istenmektedir. Duygu yönetimi, öz yönetim, öz farkındalık ve öz yeterlilik gibi kavramlar hakkında farkındalık düzeyleri artırılmaktadır.

Kabadayı öğrenciler incelendiğinde, Batı toplumlarında kabadayı davranışlar sergileyen öğrencilerin sevilmedikleri, sürekli şikâyete maruz kaldıkları, okuldan uzaklaştırıldıkları ve arkadaşları tarafından dışlandıkları görülmektedir. Türkiye’de ise, kabadayı davranışlar sergileyen öğrenciler çok az öğrenci tarafından dışlanmasına ya da şikâyet edilmesine rağmen, genellikle çevresinde onu izleyenlerin olduğu ve ona liderlik rolü verdikleri anlaşılmaktadır. Kabadayı öğrenciler, okul ve okulun çevresinde güç gösterisi yaparak ya da kabadayıdan beklenen kavgacı davranışları sergileyerek yaşam alanı oluşturmaktadır. Bu durum kabadayı davranışlar sergileyen öğrencileri, haksızlığa karşı mücadele etme konumundan alıp, sosyal pekiştireçlere göre davranan öğrenci konumuna itmektedir. Bu durum, daha önceki sorun çözme yaklaşımlarını etkisiz hale getirir. Kabadayı öğrenciler, okulda başarılı olamadıkları gibi suç işleme ve cezaevine girme potansiyelleri oldukça yüksektir. ABD’de kabadayılık yapan kız çocuklarının, öğrencilik sürecinde hamile kalma oranı, yaşıtı olan sorunlu davranışlar sergileyen kız öğrencilere oranla beş kat daha fazladır.

Sonuç olarak, okullar açık sistemlerdir. Çevrelerinden öğrenci alır ve çevrelerine öğrenci verirler. Çevrenin niteliği, öğrenci girdisinin niteliğini, öğrenci girdisinin niteliği de okulun niteliğini etkiler. Sorunlu ailelerde yetişen, güçlü, kuvvetli biraz da mongol özellikler taşıyan öğrencilerin kabadayı olma olasılığı oldukça yüksektir. Bu potansiyel sorunu, okul yönetimi ve öğrenciler doğru algılayıp çözüm yolları üretip çözemezlerse, sorunlar içinden çıkılmaz hale dönüşebilir. Sevgi ve ilgi yoksunu, dışlanmış çocuklar, okulda da dışlandığında, sorunlar katlanarak artmaya başlar. Bu aşamada yapılması gereken her öğrenciye eşit ve adaletli davranan, onların ait olma, sevgi, saygı ve kabul görme ihtiyacını karşılayan, her öğrenciye yaşam alanı sunan, her öğrenciye forma veren bir okul kültürü, yönetim anlayışı yaratmak gerekir. Öğrencilere “Duygu Yönetimi”, “Duygusal Okuryazarlık” etik ilkeler ve değerler konusunda bilgi vermek, becerilerini artırmak, kabadayıların oluşumunu engellediği gibi, kabadayıların yaşam alanını kısıtlayacaktır. Öğrencilerin evde, okulda ve çevrede insan hak ve hürriyetlerine saygılı olma ve etkin problem çözme becerileri geliştirilmelidir. Dezevantajlı ailelerden gelen öğrencilere yönelik uyum programları ve duygu yönetimi eğitimleri, onların yaşadıkları toplumun başarılı bir üyesi olmasına katkıda bulunacaktır.

Kaynaklar

Goleman, D. (2016). Duygusal Zekâ. EQ neden IQ’dan Önemli? İstanbul: Varlık Yayınları.