Okulunuzda, çok akıllı olduğu halde derse çalışmayan, okulda sürekli hata yapıp ceza alan öğrencileriniz var mı? İşyerinizde işe geç gelen, kuralara uymayan, suç olduğunu bildiği halde pek çok hata yapan arkadaşlarınız var mı? Çok iyi üniversitelerde okuduğu halde, çevresinde akıllı bir kişi olarak bilinmesine rağmen ihaleye fesat karıştırdığına, hırsızlık yaptığına şahit olduğunuz kişiler var mı? Akıllı olan bir kişi suç işler mi?

Akıllı olmak ile hata yapmamak arasında halk arasında genel kabul görmüş kalıp yargı vardır. Akıllı olduğu tescil edilmiş binlerce insanın, hata yaptığını gösteren binlerce bilgi ve belgeye çok kolay ulaşabilirsiniz. Akıllı kişilerin suç işlemeyeceklerini, akıllı olmayanların ise suç işleyeceklerini kabul edersiniz. Akıllı olmayanların, akıllı olmadıkları için suç işlemelerini normal olarak görmenize rağmen, akıllı fakat suç işleyenleri bir türlü anlayamazsınız. Bu durum, bireyin aldığı eğitimle ilişkili olmakla beraber, sorunun kaynağında amigdala ile neokorteks arasındaki bağlantıların önemli rol oynadığını gösteren bilimsel araştırma bulguları da vardır.

Limbik beyinden prefrontal loblara giden devreler, kaygı, öfke ve benzeri kuvvetli duygu sinyallerinin statik yaratmasına neden olur; bu da prefrontal lobun işleyen belleği koruma yeteneğini köreltir. Bu yüzden, birey duygusal yönden alt üst olur, “doğru dürüst düşünemiyorum” der; ve duygusal sıkıntıların sürüp gitmesi bireyin entelektüel yeteneklerini azaltarak, öğrenme yetisini felce uğratır. Bu durum, hassas nöropsikolojik ölçümlerde ya da bireyin devamlı aşırı tedirgin olmasından ya da fevri hareket etmesinden anlaşılabilir. Örneğin bir çalışmada ortalamanın üstünde puan almış, ancak okul durumu iyi olmayan ilkokul çağındaki erkek çocuklara yapılan nöropsikolojik testler sonucunda, frontal kortekslerinde işlev bozukluğu saptanmıştır. Bu çocuklar aşırı derecede fevri ve kaygılı özellikler gösteriyor; çoğu zaman bozgunculuk yapıyor ve başları derde giriyordu. Bu da, limbik dürtülere karşı prefrontal kontrolün eksik olduğunu gösteriyordu. Entelektüel potansiyellerine rağmen bu bireyler akademik başarısızlık, alkol, suç işleme gibi sorunlar açısından risk grubunu oluşturmaktadır. Bunun nedeni zekâlarındaki bir eksiklik değil, duygusal yaşamlarını kontrol etme yeteneklerinin ya hiç oluşmaması ya da duygusal yaşamlarını kontrol etme yeteneklerinin bozulmuş olmasıdır. IQ testlerinde erişilen korteks bölgelerinde çok ayrı bir noktada olan duygusal beyin, hem öfkeyi hem de şefkati kontrol eder. Bu duygusal devreleri çocukluk dönemi boyunca edinilen deneyimler şekillendirir; biz ise bu deneyimleri tamamen oluruna bırakarak kendimizi ya da çocuklarımızı riske atarız (Goleman, 2018, s. 56).

Birey, karar süreçlerinde tamamen akılcı karar veremez. Karar süreçlerini etkileyen en önemli faktör, bireyin duyguları ve geçmiş yaşantılarıdır. Dr. Antonio Damasio, “prefrontal amigdala devresi hasar görmüş hastalarda neyin bozulduğunu araştırdı. Araştırmasında bu kişilerin karar verme yetileri büyük oranda yetersiz hale gelmiş olsa da, zekâ katsayılarında ya da diğer herhangi bir yetilerinde bozulma saptanmamıştır. Bu bireyler güçlü bir zekâya sahip olmalarına rağmen, iş ve özel hayatlarında çok kötü seçimler yaptıkları, hatta randevu vermek gibi çok basit bir konuda bile takılıp kaldıkları görülmüştür. Bu durumun ana nedeni ise, bu bireylerin duygusal bilgi haznelerine erişimlerinin kaybolmasının etkili olduğu ileri sürülmektedir. Amigdaladaki duygusal bellekle bağ kopuksa, neokorteks neyin üzerinde düşünürse düşünsün geçmişte onunla bağlantılı olan duygusal tepkileri başlatamaz; her şey belirsiz bir tarafsızlığa bürünür. Amigdala, depoladığı yere artık ulaşamamakta ve eski bilgileri hatırlayamamaktadır. (Damasio, 1998; akt. Goleman, 2018, s. 57).

Bireylerin karar süreçlerinde duygular mantıklı kararlar vermek için gereklidir. Duygu ile düşüncenin ortak etkileşiminden kararlar ortaya çıkar. Duyguların tamamen yok sayıldığı bir süreçte, birey robot özelliği taşımaya başlar. Bu duruma göre bireylerin iki ayrı zekâsından söz edilebilir. Birincisi IQ diğer ise EQ’dur. IQ öğrenme ve hafızada tutma, EQ ise, duyguları kontrol etme ve yönlendirme ile ilgilidir.

Bireylerin çocukluk dönemlerinden itibaren “hazzı erteleme” ve “öz yönetim” becerisi kazanması ile birlikte, güçlü bir duygusal zekâ yönetim becerisi ortaya çıkar. Birey yaşadığı psikolojik travmaları çözme sürecinde başarılı olur. Frontal lobtaki zedelenme ya da frontal lobun simetrik olmaması, duyguların yönetiminde bireyin sorun yaşamasına neden olabilir. Frontal beynin bu şekilde zarar görmesi ya da simetrik olmaması, bireyin zamanını, duygularını, isteklerini ve ihtiyaçlarını fark edip doğru bir şekilde yönetmesini engeller. Bu da, bireyin güçlü IQ kapasitesine rağmen, başarısız ve sorunlu bir kişi olmasında etkili olabilir. IQ kapasitesi verimli bir tarla olarak ele alınırsa, duygularını yönetemeyen çiftçinin bu verimli tarladan hiç ürün alamamasına benzetmek mümkündür.

Sonuç olarak, okulda, sosyal hayatta, ailede ya da örgütlerde sorunlu gördüğümüz her bireyi damgalamadan önce onları anlamaya ve onların sorunlarını çözmelerinde yardımcı olmaya çalışmak gerekir. Bireylerin duygu yönetimleri, duygularını kontrol etme becerilerine sahip olmaları, onların sorunlarını çözmelerinde etkili rol oynar. Duygularını yönetme becerisi konusunda yetersiz olanların ise IQ düzeyleri ne kadar yüksek olursa olsun vasat bir başarının üzerine çıkamadıkları gibi suç işleme ve toplumdan tecrit edilme olasılıkları da artmaktadır. Bireylerin akademik başarılarını ve sakin bir hayat sürmelerini belirleyen ana faktör IQ düzeyi değil, bireyin IQ düzeyini etkili yönetebilme kapasitesidir. Bu aşamadan sonra EQ devreye girmektedir. Stanford Üniversitesinde yapılan “Lokum Deneyi”, duygu yönetimi becerilerine sahip olan öğrencilerin, akademik açıdan daha başarılı olduğunu göstermektedir. Bu sebeple okulda, ailede ve sosyal çevrede “Duygusal Farkındalık”, “Duygu Yönetimi” “Duygusal Zekâ” gibi eğitimler verilebilir. Duygu yönetimi konusunda önce ebeveynlerin, öğretmenlerin, okul yöneticilerinin çok boyutlu ve nitelikli eğitim almaları, yaşanan sorunların çözülmesinde etkili rol oynayabilir. Çocukluk dönemlerinde frontal beyni zarar gören, kaza geçiren, frontal beynin fiziki darbeye maruz kalması gibi nedenlerle, davranış bozukluğu gösteren kişilerin olduğu bilinmektedir. Bu konuda en meşhur örnek “Gage Etkisi” olarak bilinen durumdur. Davranış bozukluğu gösteren bireylerin öz geçmişlerinin detaylı bir şekilde incelenmesi, doğru teşhisin konulmasında ve bireyin tedavi sürecinde olumlu katkı sağlar.

Kaynakça

Goleman, D. (2018). Duygusal Zekâ. İstanbul: Varlık Yayınları.